Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Haziran '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşk ne kadar uzaktaydı?

Aşk ne kadar uzaktaydı?
 

Gabriel Garcia Marquez "Zamanını, seninle birlikte geçirmeye hazır olmayan biriyle geçirme!!!" der. Kadının ilk aklına gelen bu oldu cep telefonuna gelen mesajı görünce. Tam on gün olmuştu görüşmeyeli. Arabası yoktu erkeğinin. Ha deyince çıkıp gelemezdi. Fakat sadece 1.3 YTL lik bir dolmuş ücreti ve en fazla 15 dakikalık bir mesafe kadar uzaktaydı sevdiği ve yolunu gözlediği adam. 10 gün boyunca beklemişti. Sabırla bekelmişti. Tıpkı sevdiği adamın dediği gibi saretmeyi öğreniyordu artık.

Kendisinin bir an olsun onsuz geçemiyorken düşünceleri, tam 10 gün beklemişti. İki gün önce dayanamayıp aramıştı sevdiğini. Cevap vermemişti telefon. Kendi kendine bir dilek tuttu "Eğer bu gün geri dönmezse bu ilişkiyi bitireceksin!" Tam 24 saat sonra gelmişti beklediği telefon. Bilmeden ve istemeden karşı taraf bu ilişkiyi soğutmuştu. Bahane çok hoştu "Çok karışık durumlar oldu burada, seni aramayı unuttum. Şimdi aklıma geldin." Alaycı gülümsemesini göremiyordu telefondaki ses. Kadın, erkeğini bir an olsun unutamıyorken çok çabuk unutulabiliyordu. Zavallı adam özrünün kabahatinden büyük olduğunun farkında bile değildi.
Daha sesini duyduğunda erimişti kalbindeki buzlar.Bitirebileceği filan yoktu. Çok seviyordu."İyi ol. İyi olmalısın, çünkü seni seviyorum kadın!" diyordu karşısındaki ses. Bu sözcük hepten unutturuvermişti içindeki öfkeyi.

Kadın artık sevdiği adamın hayatında bir yerinin, bir ayrıcalığının, bir özelliğinin olmadığının o kadar farkındaydı ki aslında. Sokaktaki midye satıcısı kadar bile hatrı olmadığını düşündü. "Şimdi bunu O'na söylesem, ben yanındayken sokaktaki midye satıcısına selam vermez bir daha. Oysa nasıl anlatacağım ben benim asıl O'nun bu insancıllığına vurulduğumu." diye düşüdü. Tek sorun aynı insancıllığı ve sıcaklığı kendisi için göremeyişi idi. Görmek zorunda da değildi oysaki. Zorla olmazdı ki böle şeyler.

Neden göremediğini de biliyordu. Etrafında çok güçlü ve bir şeye ihtiacı yokmuş izlenimi bıraktığının farkındaydı. Böyle şeyleri umursamaz bir tavrı olduğunun da farkındaydı. Ve sevgilisi iki güzel söz bütün kaygılarını, bütün endişelerini, umutsuzluklarını, unutturduğunu keşfetmişti. Kızamıyordu ki karşısındakine. Hiç bir zaman da kızamayacaktı. Karşısındakine tavır koyamamanın kendisinde çok derin yaralar açtığını ve büyük zarar gördüğünü de fark ediyordu aslında.

Kankası ile dertleşiyordu mesajdan bir kaç saat önce.
"Çok seviyorsun, çok düşünüyorsun, çok harab ediyorsun kendini O'nun için. Kıymetini biliyor mu senin?" diyordu kankası.

"Umarım biliyordur!!!" dedi acılı bir sesle.

" Bilmese ne fark eder ki, bilse de bilmese de ben O'nu seviyorum. Tek kafamı karıştıran tam on gündür, sesi soluğu çıkmadı yine. On gün boyunca hiç mi özlem duymaz hiçmi sesini duymak istemez seven bir insan sevdiğinin sesini?. Bu da benim şansımmış. Çok seviyorum O'nu, önüne geçemiyorum ki bu sevginin."

" Kusura bakma ama kızım sana hiç yakıştıramıyorum bu hali. Adam askerde olur, Suudi Arabistan'a filan çalışmaya gitmiş olur, seviyorum, bekliyorum dersin. Adam alt tarafı 15 bilemedin 20 dakikalık mesafede ve 10 gündür seni hiç aramıyor bile. Hadi çocuğun filan olur , çocuğunun babası olur yine bi derece anlarım. Sen kendini vakfettin adama. Tanıyamıyorum ve senden ummadığım şeyler görüyorum."

Bu konuşmadan 1-2 saat sonra mesaj geldi.

"Napiosun kadın?"

İnternette iş arıyordu. Sevdiği adam da zamanını birlikte geçirmeye hazır olduğu insanlarla birlikte geçiriyor, üç beş hoş mesaj ve güzel sözle kadının gönlünü avutmaya çalışıyordu. "Bu gönül sms lerle avunabilecek mi?" diye düşündü. " Bardağın dolu yarısını gör kızım, en azından sms le, güzel sözlerle sana ifade etmeye çalıştığı birşey var!" Var, var da, bu kendisi için pek birşey ifade edemiyordu. İllaki bakış olacak, söz olacak, vurgu olacak, dokunuş olacak, sarılabilecek ve kokusunu hissedebilecek olamlıydı. Oldum olası sevmezdi sanal iletişimi. Sevmeyecekti de.

Ortada elle tutulabilen, gözle görülebilen bir sevgili yoktu. Bazen kendisi bile "Galiba şizofrenim ve böyle birini ben hayal ettim!!!" diye düşünüyordu. Aşk askerlik kadar uzakta değildi, Suudi Arabistan kadar da. Peki ya ne kadar uzaktaydı? Ne kadar gerçek ve ne kadar fedakardı?

Taleb ettiği hiç bir şey yoktu aslında. Olmasını istediği şeyler vardı. Olmasını istiyordu, bekliyordu. Beklentilerinin çok fazla olmadığını düşündü. Asla taleb etmez ve edemezdi de. Talep ettiği zaman gerçekleşecektiyse istekleri bunun hiç bir anlamı ve önemi kalmazdı.

Kendince bu aşk için yaptığı çok ama çok büyük fedakarlıklar vardı, bunların içinde ne büyüğü ve en önemlisi zamanını kendisiyle birlikte geçirmeye hazır olmayan birinin yolunu deli gibi gözlüyor olmasıydı. Son 10 gün O'na düşünmek için çok vakit kazandırmıştı. İlişkinin en başından beri görmek istemediği bir gerçeği görmesini sağlamıştı. Sevdiği adamın yüreğinde belki de hiç kimsenin olmadığı kadar büyük bir yere sahip olabilirdi, bunu inkar etmiyordu. Ya hayatında?

Sabretmeyi öğreniyordu. Bu iyi bir şeydi. Demek ki ileride O'nsuzluğa da saberedecek gücü bulabilecekti kendinde.

Yüreğinde hiç kimsenin sahip olamadığı bir yere sahip olmakla aşk ne kadar yakınındaysa, hayatında ve zamanında hiç bir yere sahip olamamakla da o kadat uzaktaydı aşk. Sabretmeyi öğreniyordu ve belki de artık O'nsuzluğa da sabredebilirdi. Uzakta olan aşklar, uzakta kalmalıydı. Öteki türlü beklentiler çoğalıyor ve acı veriyordu çünkü insana. Sonra şunu düşündü hangisi daha güzel " Bir insanın hayatında olmak mı? Kalbinde olmak mı?"

 
Toplam blog
: 167
: 1867
Kayıt tarihi
: 20.04.07
 
 

01/06/1967 Rize/fındıklı doğumlu olmama rağmen doğum yerimi hiç görmedim. Türkiye'nin hemen her ilin..