Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ekim '17

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Aşkı Anlatan Erkek Yazarlar

Aşkı Anlatan Erkek Yazarlar
 


"Aşk çıplak gezer.
Aşka dokunmak için soyunmak, bütün tüllerinin parçalanmasına razı olmak gerekir.
Görmekten en çok korktuğunu, en derinindekini görürsün.
Ve aşık olduğunda, bir başkasını sevdiğin kadar seversin kendini.
Hazla ve acıyla kavrulmayı öğrenirsin.
Ve aşıkken çırılçıplak gezersin.
Yalnızca aşıkken kendini çırılçıplak görürsün, gördüğünden korkup gördüğünü severek.
Bir or.sp.yken bir azize, bir azizeyken bir or.sp. olursun ve ancak aşıkken anlarsın arada bir fark olmadığını.
Aşk, kendisine olduğu kadar kendi derinindekine de bağlar insanı, bir başkasına aşık olduğun sürece kendine de aşık olursun, kendi çıplaklığına da tutkunsundur artık, kendi çıplaklığını da seversin bir başkasını severken.
Sonra çıplak yerinin acıdığını hissedersin, özlemin sarsıntısını, kıskanmanın kavuruculuğunu, tüllerine sarınmışken duyduğun özlemlere ve kıskançlıklara hiç benzemeyen yeni duygular olarak yaşarsın.
Ve aldığın hazzın, başka hiç bir hazza benzemediğini keşfedersin.
"(A. Altan)

 

Aşkı erkek yazarlardan okuyor ve seviyoruz. Bu sebepli olsa gerek, her sene en çok okunan kitaplar sıralamasında erkek yazarların yazdığı aşk konulu kitaplar üst sıralarda oluyor.
Bir çırpıda sayıversek aşkı yazan yazarları, aklımıza gelen isimler hep erkek.
Kadın yazar yok hemen hatıra geliveren.
Aşkı anlatan, tüm gerçekliğiyle kadının ağzından yazılması gereken aşk kitabı akla gelmiyor. Tabii o orana mukabil, aşk yazarı sıfatını kazanmış bir kadın yazar da yok.

Kadın yazar kavramı, on sekizinci yüzyılın ikinci yansında ortaya çıkmıştır. Kadın romancının kendisini on dokuzuncu yüzyılda kabul ettirmeye başlamıştır. Üstelik kadının kendi duygusal dünyasını yazılı olarak ancak iki yüzyıldır, o da koşullar elverdiği kadar aktarabildiğini düşünürsek, bir kadın yazarın hem de edebi roman türü içersinden, kendi "ten serüvenini" anlatmak için ortaya çıkışının çok yakın tarihli olduğu görülür.
 

Freud, yüzyıl başında; kadınları cinsel yaşamları konusunda, gizlilik içinde olmakla suçluyordu. O’na göre:

“Kadının erotik yaşamı, kısmen uygar koşulların kısıtlayıcı etkisi ve kısmen de kadınların geleneksel olarak gizlilikten hoşlanmaları ve yapısal sahtekârlıkları nedeniyle -hâlâ içine işlenemeyecek bir belirsizlikle peçelenmiştir.”

Freud' pek değilidir. Çünkü kadın ne zaman gerçek duygu ve düşüncelerini açıkça ifade etse veya etmeye kalksa; önce erkek eleştirmenin, sonra da toplumun tepkisi ile karşılaşmıştır. Francis E. Paget adlı bir İngiliz sanat eleştirmeni 1860'larda, kadın romancılar için şunları yazmıştır:

“Hiçbir erkek, ne bu kitapların bazıları gibi kitap yazabilir, ne de yayınlamaya cesaret edebilir; hiçbir erkek, kadın ihtirasını böylesine anlatamaz... Hayır! bunları yazanlar kadın, bu kadınlar yazıları ile ruhların düşmanına (şeytana) yakışan görevleri yerine getiriyorlar; kötülüklerin üstünü hoşgörü ile örtüyor, zaafları çekici yapıyor, kontrolsüz ihtirasları açık saçık ayrıntılarla anlatıyorlar... Bunları kadınlar yapmıştır -ve böylece güçlerini kötüye kullanmış, yeteneklerini rezil etmişlerdir- oysa ki, kendi çağdaşları arasında parlak ve aydınlık ışıklar gibi durabilirlerdi."

Yani kadın, toplumsal kültürel baskılar sonucunda, Freud'un deyişi ile "sahtekâr" olmaya zorlanmıştır. Onlara göre kadın,; yazar olarak da çeşitli baskılar altında yazdığı için, kendisini tam anlamı ile özgürce ifade edemez,

Bu çelişkilerin yanı sıra kadın yazarın bir de "dil" sorunu vardır. Kadın yazar, dili kullanmayı erkek yazardan öğrendiği için kendini anlatmada, özellikle kendi duygusal ve cinsel yaşamını anlatmada dil açısından hiç de özgür değildir. Kadın, erkek dilini kullandığı sürece kendi duygu ve düşüncelerini ifade edemez. Çünkü; erkekten öğrenilen müşterek dil, hâkim erkek söyleminin biçmelerini ve erkek egemen ideolojisinin izlerini taşımaktadır. Böylece kadın, kendini yazmaya kalktığında yabancı bir dil konuşur gibidir, kısaca, kendini kişisel olarak rahat hissetmediği yeni bir dili kullanırken bulur.

Bu durumda, karşımıza kadın yazarlarla ilgili şöyle bir durum çıkmaktadır. Kadın yazarın kendi duygu ve düşüncelerini ve dolayısıyla kendi cinselliğini, kendinin dile getirmesi, öncelikle "Etiyle kemiğiyle" gerçek bir kadının ne olduğunu anlamak; ikinci olarak kadının kendini ifade etme ve kendi farklı yaratıcılığını ortaya koyma ürkekliğinden kurtulmuş olduğunu göstermek bakımından önemlidir.

Tabii bu durum gerçekleşen kadar; erkek yazarlar, aşkı ve kadını en iyi anlatan yazarlar olarak ortalıkta salınmaya devam edeceklerdir.
Aslında geçerli sebepleri de yok değildir, bu rağbet edilme durumu için:

Kadınlar aşkı erkeklerden öğrenmeyi sever.
Kadın okur, erkek yazarla bir tür karşı cinsel ilişki kuruyor.
Erkek yazar, olması gerekeni anlattığı için itibar görüyor.
Erkeğin gözlemlerini, duygularını yine bir erkeğin elinden okumak kadınları fethediyor.

Gibi uzayıp giden maddeler silsilesi. Kadın yazarlar aşk yazarı olma sıfatını yazarlığına yakıştıramayıp, toplumsal bir misyonla yazdığını ortaya sermeye çalıştığı sürece; dünyanın en vazgeçilmez duygularından olan aşkı, erkek yazarların ağızlarından dinlemeye devam edeceğiz.
Oysa aşkı yazabilmeyi başarmak için, kırk fırın ekmek yemek lazım.


Belki de, gözü korkutan budur! 

 

 

 
Toplam blog
: 432
: 6177
Kayıt tarihi
: 08.10.06
 
 

Med cezir içinde kafasına estiği gibi yaşayan bir havva kızı birazcık kağıt kalem aşinalığı olmas..