Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '11

 
Kategori
İlişkiler
 

Aşkı yazmak

Aşkı yazmak
 

Böylesine tutkuyla, böylesine arzuyla sarıldığın aşkın oldu mu hiç kollarında?


Yazılarıma verdiğin tepkileri çok dikkatli ve özenli bir şekilde değerlendiriyorum güzel okuyucum. Bu konuda yaptığım analizler beni yanıltmıyorsa eğer; ki yanıltmadığını düşünüyorum. En hızlı, en etkili tepkiyi " Aşk" ı yazdığımda veriyorsun bana güzel okuyucum. 

Bence ya aşk felsefemi, aşk anlayışımı, aşkı yaşayışımı "samimi" ya da "orjinal" buluyorsun. Ya da aşkı anlatış ve yazış biçimimi. 

Benim için "aşk" ı yazmak çocuk oyuncağı güzel okuyucum. Bu, aşkı küçümsediğim ya da hafife aldığım için böyle değil elbette. Çünkü "aşk" ve "başarı" kendimi bildim bileli en önemsediğim, üzerine düşündüğüm ve ölesiye emek verdiğim iki temel kavram benim yaşam lugatımda. 

Aşkı yazarken sadece içimi döküyorum sana. Çektiğim acıları anlatıyorum kendi aklımca. Çektiğim eziyetleri anlatıyorum sana. Ya da tam tersini. İstemeden de olsa üzdüğüm kadınları. Her yazdığım yazı önce onlar için. Aşık olduğum kadın ve sevdiğim kadınlar için. Her yazıda kendi dilimde onlardan da özür diliyorum bir bakıma. Onları da, kendimi de aşkın içinde anlatırken; kelimelerin terazisine mümkün olduğunca eşit ve adil koyuyorum ağırlıklarımızı kendi çapımda. 

Benim için aşkı yazmak çocuk oyuncağı. Çünkü aşkı yazarken sayfalarca kitaba, Google bilgi deryasına, günlük gazetelere de hiç ihtiyacım olmuyor. Faydalandığım bütün bilgi birikimim duygu ve algı dünyamla, tamamen kendimle ilgili. Aşkı anlatırken "Ey millet! Günahımla, sevabımla böyle bir adamım işte. Kusurum varsa beni affet. Bak ben günahlarımı anlatıp günah çıkartıyorum. Özür diliyorum bütün sevdiğim benim kadınlarımlardan; büyük bir milletin önünde." diyorum. 

Belki de bunları seviyorsun yazdığım kelimelerde. Çünkü sen de seviyorsun. Sen de kızıyorsun. Sen de üzülüyorsun. Senin gibi... Benim gibi... 

Sevdimse; sevdim kadınımı diyorum. Kızdımsa çok kızgınım.kırgınsam "kırgınım diyorum sana yavrum" Ama asla onu sevmekten vazgeçmeden. Kendim olmaktan taviz vermeden. Kadınımdan da olmadığı gibi davranmasını beklemeden. 

Belki de bunu seviyorsun. Kendin gibi buluyorsun beni de. Belki de en samimi olduğum şeyin, aldığım nefesin, attığım adımın aşk aşk diye bağıran iç sesimin, iç sesinin peşindesin sen de. Dış sesin " Amaaaannnn! Boşver canım aşka" dese de. "Hayatta en gerçek ilk şey ölümse; ikincisi de aşk" diyorsun tereddütsüzce. 

Belki de umudunu hiç kaybetmeyen aşk iyimserlerinden birisin sen de. "Bugün olmadı. Ama yarın mutlaka olacak" diye başlıyorsun her yeni güne. Belki de aşkı en çok bulup, en çok kaybedenler kulübüne üyesin benim gibi sen de. 

Senin de bilinçaltını, bilinç üstünü kanatan onulmaz yaraların var. Bedenin olmasa da, delik deşik senin ruhun da. Her gidenle biraz daha erimekte ruhun, her gidenle biraz daha yüreğini burktun. Sırf "Gidene kal demek gurursuzluktur" diye kan yutup kızılcık şurubu içti senin de ruhun. 

Hem çok yakında; ama çok uzaktın ruhuna. Belki de ruhun yanındaydı da aşk taaaaa uzaklarda. 

Muhakkak bir ortak paydamız var seninle aramızda. Konu aşk olduğunda hem dağlar, okyanuslar kadar coşkun doygun; hem toprak kadar sakin ve durgun olabiliyoruz farkında mısın güzel okuyucum? Ve bitmez bir enerjiyle yeniden doğuyoruz yaralarımızdan Zümrütü Anka kuşu gibi. Sırf aşkın gül yüzlü hatırına. Sonuna kadar tüketip kendimizi; yeni başkan üretiyoruz kendi kendimizi. 

Bir kez daha "Aşk... Her zaman aşk... Her yerde aşk" diye bağırabilmek için avazımız çıktığı kadar. "Ey! aşk; neredeysen hadi uzatma çık karşıma." diyebilmek için. Aşk uğruna ödediğin bütün bedelleri ödeşebilmek için kendi hesabına. 

 
Toplam blog
: 1349
: 1777
Kayıt tarihi
: 30.01.11
 
 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler veTanıtım, A.Ö.F. Adalet Yüksek Meslek ..