Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '06

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşkın kokusu

Aşkın kokusu
 

Gece boyu defalarca bir kokunun sarhoşluğuna uyanıp, geçmeyen, tükenmeyen saatlerin sabırsızlığıyla sabaha ulaşmak… Ellerde kalan kokusunu duymak hala ve ellere sinmiş bu kokunun tüm benliğe sirayet etmesi…

Bütün bunlar dalgalı bir denizde savrulur hale getirir ve bu dalgalar bir o taşa bir bu taşa çarpar insanı, bitmez tükenmez bir gürültü içerisinde. Bu gürültüler içinde, hiç değilse kulaklardan dolup oradan da içindeki derinliklere yayılacak sesini arar sevdiğinin. Kokusuyla birleştirip sesini, bir dalgakıran yapmak ister, dalgaların bu çarpıntısını biraz hafifletmek için.

Yokluğun ateşi, rüzgarın etkisiyle sürekli büyüyüp yayılan bir yangın olur. Ne varsa önünde kalan yakar, yok eder. Her yanını bu ateş sarar. Kendisiyle anlaşamaz, hesaplaşamaz bir türlü. Ne makulü tanır, ne de herhangi bir şeyle ikna olabilir. Varsa yoksa O. Evet O. Başka bir şey düşünemez. Başka bir kavram olmaz düşüncelerin yönelebildiği.

Kokusunu duydukça, kokusu beyne ulaştıkça, huysuzlanan bir at gibi, ayaklar yere vurulur sanki. İstenir ki kokusuyla birlikte O da olsun. Her an hemen yanı başında olması ve bu kokusundan hiç uzak kalmamaktır istenen.

Gücü tükenene kadar sıkıca sarmak ister insan bu kokuyu. Sadece uyanınca değil, uykusunun içinde bile duyup, uyurken yüzüne sıcak bir gülümseme yayılabilsin ister.

Nefesler biri birine karışırken duyulabilmeli bu koku, çığlık olmalı ve işte o zaman sadece burunla değil kulaklarla da duyulabilmeli. Evet, beynin derinliklerinde yankılanan bir çığlık gibi duyulan bu kokuyu kulaklar da duyabilmeli.

Gözler görebilmeli, dokunulduğunda hissedilmeli kokunun ipeksi teni. Uykuya sinmeli, yeni uyanmış mahmur bakışlara, gülümseyen dudaklara, yeni yıkanmış ıslak yüze, bu yüzü kurulamak için ele alınacak havluya, başın konduğu yastığa, beyaz fanilaya, mavi gömleğe, rengarenk düşlere sinmeli bu koku.

Hiç konuşmadan bakan gözlerde, bitmez tükenmez konuşmalarda, kızıla çalan saçlarda, sıcacık elde, şefkat dolu sarılmalarda olmalı bu koku. Yani hayatın içinde olmalı, hayallerden yakında. Hayatın içinde…

Öyle bir koku ki, bir parçası saf bir sabun kokusu sanki. Kokladığında insana tamamen soyut, tarifsiz bir hafiflik hissi veren, alıp da bulutların üstüne götüren bir koku. Bir yanıyla, ki bu yanı çok daha belirgin bir koku, aşkın kokusu. Çarpıcı, baştan çıkarıcı, damarlarda dolaşan kanın geçtiği her noktada bunun hissedilebileceği kadar yakıcı bir koku işte.

Böyle bir koku olamaz, böylesine duyulamaz hem varken ve hem yokken. Haydi varken tamam, ama ya yokken olup bitenler… Ya yokken duyulan bu koku neyin nesi? Burundan beyne yayılan bu kokuyla yaşanan sancılar, deli gibi arayışlar, divane bekleyişler, mecnun akşamlar, kahrolası gece yarıları…

Karanlık gece yırtılıp da sabah olmaya yakın, başka bir umuda yelken açılır doğan günle birlikte. Dökülemeyen gözyaşlarındaki umutların paketleri açılır yeniden tek tek. Her bir paketin üzerindeki fiyonk, örselenmeden açılıp, ambalajın kat yerleri düzeltilir.

Gecenin karanlığında olmayan kokunun kaynağı, kim bilir belki güneşle birlikte doğacaktır.

 
Toplam blog
: 88
: 912
Kayıt tarihi
: 26.07.06
 
 

1969 yılında Tarsus'ta doğdum. İktisat Fakültesi ve Su Ürünleri Fakültesi mezunuyum. Amatör olara..