- Kategori
- Sağlıklı Yaşam
Aslında Hiçbirimiz Bedenlerimizle Tanışmıyoruz

“Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” demiş, Atatürk. Bense yaşadığım süreci sağlam vücudun sağlam kafada varolabilmesi olarak açıklayabiliyorum sadece. Hayat bu. Elbetteki inişler de var çıkışlar da. İnişlerde yüklendiğin yükler ne kadar ağır olursa çıkışlar da o kadar yoruluyor insan. Benim yüklerim fiziki olarak gösterdi kendini. Bedenimin “ben buradayım, hala buradayım” diye kendini duyurma uğraşı, sessiz çığlıklarıydı belki de. Kendimi unuttuğum bir dönemde hatırlatma çabası… İnsan kendini nasıl unutur demeyin, sadece olur çünkü bazen.
Nedenlerini de sorgulamayın, herkesinki farklıdır ve önemli değillerdir esasında. İnsan kendini unuttuğunda nelerin olduğudur buradaki ana mesele. Kendini unuttuğunda kendinden vazgeçersin farkında bile olmadan. Çoktan vazgeçmişsindir, ruhun bile duymamıştır. Ne bedeninin hatırlatma çabaları anlam kazanır ne de dışarıdan duydukların fark ettirir sana. Kendi renklerini unutursun.
Pembelerimi unutup grilere döndüğümde sırtlandım ben de yüklerimi. Ayna karşısında dakikalarını geçiren; yeni aldığı makyaj malzemeleriyle oynayan, evde kendi kendine saçlarını yapan, ilk baktığında gördüğü şey kendi gözbebeklerindeki pırıltı olan ben nereye gitmiştim? Ne ara gökkuşağının bütün renklerini bir çöp poşetine sığdırmış; dolabımı sadece beyaz, grinin her tonu ve siyahla kuşatmıştım? Gözbebeklerimdeki pırıltıyı göremediğim için mi bakmıyordum aynaya artık, yoksa aynaya bakmayı unuttuğumdan pırıltım bana darılıp beni terk mi etmişti?
Şimdi geriye dönüp baktığımda ne yaptım ya da ne oldu da atıldım hala içinde olduğum bu yolculuğa sorusuna verebileceğim tek bir cevap var: Kendimi hatırladım. Bir gece ansızın gelen bir özlem kapladı içimi. Öyle ki önce kendim bile anlamlandıramadım neyi özlediğimi… Sonra uzun süredir görmediğim o kız geldi gözümün önüne. O kızın özlemi, o kızın kim olduğunu anımsattı bana. Kendimi hatırladıkça iyileştim. Bu yolculukta bana en çok yardım eden yine ben oldum. Eskiden olduğu gibi tekrar her şeyi öncelikle kendim için yaptım. Bu, beni ben yapan en güçlü ve güç veren yanım.
Bu toplumda maalesef yerleşmiş bir hadsizlik var. Hamile görürler başlarlar kendi çok değerli fikirlerini dayatmaya. Alışveriş yapıyor olursun onu alma bunu al derler tanımadıkları insanlara. Hele Allah muhafaza, gözlerine çarpacak bir kilo fazlalığınız varsa… Bir gün okuldan dönüyorum sınıf arkadaşlımla. Birden biri kulağıma arkadan yaklaşıp “Sabahları makarna ye. Yağsız tuzsuz makarna. Az peynir atabilirsin içine. Ben öyle 15 kilo verdim” dedi. O boş bulunmayla yaşadığım korkuyu mu, duyduğum gerçekten en aptalca tavsiye oluşunu mu, yoksa dile getiren amcanın kendinden emin haklı gururuyla nasıl yürümeye devam ettiğini mi anlatayım? Bu bile yeterince özel alan ihlali diyordum daha da kötüsü geldi başıma. Kontrollerim için bir kış günü annemle sırada bekliyoruz. Önümdeki teyzenin canı sıkılmış heralde, sohbet edesi gelmiş. Konuya girmek için zeka kıvılcımları saçan bir harekette bulundu. Önü açık duran kabanımın kenarını göbeğimin hizasından kavradı “Bu kilolar ne böyle? Hem de bu yaşta? Bu kilolar olmuş mu?” diye hem azarlıyor hem sorguya çekiyor. Olay nerede yaşanıyor? “Endokrin Polikinliği” tabelası altında. Kadının elini ittirmek suretiyle “Hanımefendi size ne oluyor? Bakın şu tabelaya neredeyiz? Siz doktor musunuz, yetkli misiniz? Olsanız zaten böyle saçma bir hareket yapmazdınız zaten. Tanışıyor muyuz sizinle? Hiç sanmıyorum. O halde benim kilomu sorgulama hakkını kendinizde nasıl görebiliyorsunuz?” diye gerçekten nefret kustum. Bir sene yurtdışında yaşadım bir kişiyle böyle bir diyoloğum olmadı. Ama bu ülkede değil bir sene, bir hafta içerisinde küçük büyük onlarca buna benzer hikaye biriktirdim. Sınır ve saygı yok insanlarımızda, onun yerine nereden aldıklarını bilmediğim saçma bir özgüven ve başkalarını tenkit etme hakları olduğuna dair bir inanç var. Ben de el aleme inat, hep kendim için yaşamayı öğrendim.
Herkes gibi benim küçük dünyamın da milatları var. Bu yolculuktaki en önemli milatlardan biri ise, Okan Bülent Yıldız ile tanışmamdı. En yakın arkadaşım Hacettepe Tıp’ta öğrencisiydi ve daha ilk OBY (onların kodlamasıyla) dersinden sonra bana ısrar etmeye başladı. Bu ısrarların devam ettiği süreçte ben de iyileşmeye başlamıştım ve sonunda biraz daha kaybettiklerimi bulmaya başlamış bir zamanda Bülent Bey’in takibine girdim. Çok farklı tarzlarda doktor görüşme tecrübelerim oldu. Parmağını sallayıp haftaya geldiğinde kilo vermiş ol diyeninden tutun da başka hastalarla birlikte muayeneye alan jinekoloğuna, hüngür hüngür ağlatanlara, odasının kapısını kitleyip sedyesinde uyuduğu için randevu saatini 2 saat geciktiren sözde özel muayenehane doktoruna kadar ne ararsanız gördüm. Hiçbirinde Bülent Bey’in bana verdiği güveni duymadım. Akademik konumları gibi iyi doktor-hasta ilişkisi kurabilme yetileri de Bülent Bey’in yanına yaklaşamamıştı. Bir doktorun “sen elinden geleni yap gerisini ben halledeceğim sakın merak etme” güveni bonusmuş. Geriye dönüp baktığımda Bülent Bey’in beni, kendiminkinden daha fazla önemseyerek adım attığını görüyorum.
Bir diğer milatsa kendi bedenime yazdığım mektuptu. Aslında hiçbirimiz bedenlerimizle tanışmıyoruz. Biraz pahalı ya da çok severek aldığımız bir kıyafeti yeri geldiğinde gözümüz gibi sakınırken ruhlarımızın en güzel giysisi olan bedenlerimize binde biri kadar göstermeyebiliyoruz o özeni. Bedenin ihtiyacını anlamak, dinlemek, duymak, ona teşekkür etmek ve en azından herkesin bir kez yapmasını şiddetle tavsiye ettiğim bedeninle sohbet etmek… Tanımak değil, tanışık olmak iyileştirdi beni. O mektupta; ona verdiğim zararlar için ondan özür diledim, o zararlara rağmen ayakta kaldığı ve beni koruduğu için teşekkür ettim, bundan sonra yeni kazanımlarım ve farkındalıklarımla ona iyi bakacağıma söz verdim. Dinlemesini bilirsen beden sana ihtiyacını zaten fısıldıyor. Mineral ihtiyacında olan bebeklerin toprak yiyişi gibi aslında o iç güdüleri hiç kaybetmiyoruz. Sadece bedenimizi duyma yetimizi tanışıklığı sürdürmeyerek köreltiyoruz.
İyileşme hızlı bir süreç değil. Bu kilolar bir gecede alınmadığı gibi bir gecede de gitmeyecek elbette. Sabrı öğreniyorsun, nefsi öğreniyorsun, azmi öğreniyorsun. Kolaylık-zorluk göreceli kavramlar. Benim için kendimle ilgili olan kısımlar çok kolaydı. Ailem hep yanımdaydı ancak onlar bile bana destek olurken eski alışkanlıkları kırmakta zorlanıyordu. Benim için en zorlayıcı kısımlar annemin kırk yıllık yemek yapma alışkanlıklarını kıramamasıydı. Üstelik ailem çoğunlukla canım çeker diye benimle aynı beslenmeyi düşünürken; ben bırakın canımın çekmesini, kendi sağlığımla birlikte onların sağlığının kaygısıyla bunu yapıyordum. Sonra herkes alıştı da neyse ki rahatladık. Tansiyon hastası ebeveynlerimi tuzlu yemekten, diyabeti olan annemi zeytinyağlılara şeker koyma alışkanlığından vazgeçirebildiğim için kendimle sadece gurur duyuyorum! Ve evet, canım asla şekerli pırasa çekmiyor!
“Diyet yapıyorum”, “spor yapıyorum”, “akapunktura gidiyorum”, “adını bile duymadığınız çok acayip şeylerle inceliyorum” bu cümlelerin hiç biri değil. Sadece tek bir cümle var bu hiç bitmeyecek yolculuğumu anlatan: Sağlıklı yaşıyorum. Bunun içinde elbette şişman, zayıf, hantal, fit, kısa, uzun, yaşlı, genç kısacası her insanın yapması gereken şeyler var; dengeli ve aklınıza gelen her şeyin olduğu hiçbir besin grubunun dışlanmadığı bir yeme düzeni, bolca su, bolca hareket, bolca yüzme. Beslenmeyle ilgili küçük kurallarım var; yemeğe salatayla başlamak, tatlı bir şey yiyeceksem gündüz saatlerinde yemek, akşam altıdan sonra yemekten kaçınmak. Ama taze Sivas katmeri yemek istiyorsam da yiyorum. Çünkü bu benim yaşam tarzım. 10 kilo verip geri sağlıksız yaşamıma dönmeyeceğim. Sağlıklı yaşam içerisinde hayatım boyunca her şeyi yapabilmenin uygun yollarını buluyorum. Katmer yemeyi önce verilmesi gereken kiloları vermeye ötelersen bir noktadan sonra kıtlıktan çıkmış gibi yersin o katmeri… Kendin katmer olursun!
Böyle sıralayınca art arda, sanki çok zorlayıcıymış gibi geliyor kulağa ama yemin ederim değil. Ve hep söylediğim gibi, ben yapıyorsam herkes yapabilir. İlk vermeye başlamam sağlıklı yaşamaya başladıktan tam bir sene sonra oldu. O geçiş döneminde sağlıklı yaşamayı öğrendim, alıştım, benimsedim. Hiçbir evresinde kilo vereyim diye yapmadım hep sağlığa odaklandım. Bir süre sonra eksileri gördükçe kendim bile şaşırıyordum. Tabi ki çok motive edici oldular ama sağlığa odaklanmaktan vazgeçmediğim için duraklama dönemlerinde çoğu insanın yaşadığı krizi ve hatta düzenden çıkmaya varan olumsuzlukları yaşamadım. Ben elimden geleni yapayım, gerisini Bülent Bey halleder motivasyonu vardı içimde. Bazen inatlaştım tabi sen gitmezsen ben de o zaman bu hafta her gün iki saat yüzerim gibi meydan okumalarım oldu bedenime ama üzücü bir haber vereyim hiçbir işe yaramıyor. İyi ki de yaramıyor. Bedenin sağlıkla yeni formlarına alışabilmesi bizim sabırsızlığımızdan bağımsız bir zaman istiyor ama onun sayesinde de yıldızsız, bold fontsuz kan testleri bahşediyor bize. Yol uzun olduğu kadar güzel (Instagram: #yoluzunyolgüzel).
Sadece sorunsuz kan tesleri değil, kilo verdikçe hissettiğim en büyük kazanımım kesinlikle renklerimin geri gelişi. Önceden de kilo değildi bana engel olan. Bendim. Dediğim gibi el alemle olan bağımlılığımı çok uzun süre önce kestiğim için yapabildiklerim ve yapıyor olduklarım ve hatta yapacaklarım arasında bir fark yok benim için. Sanırım bu konudaki yegane şansım kendimi her halimde kısıtlamıyor oluşumdu. Yine de kiloya bağlı değişkenler kısıtlayabiliyor tabi ki. 56 beden babanne bluzu yerine yeniden renk renk gençlik enerjisi akan kıyafetleri giyebilmek çok keyifli. O renkler “çok ben” çünkü. Her biri yapboz parçaları gibi birleşiyor ve beni oluşturuyor. Nil Karaibrahimgil şarkısı gibiyim… “Geçmişe gitmem küsüm göz yaşlarıyla daha güçlüyüm ben hatalarımla, beni kendi yoluna çağırma benim yolum başka, gittiğim yer başka, yokuşlarım başka, lalalay lay ben de böyleyim, lalalay lay hep de böyleydim… Karanlıkta yanabilirim boşlukta durabilirim, düşmem ben kanatlarım var ruhumda!”
Hikayem çok yakında biricik ablacım Yeşim Sert Karaaslan'ın kalemiyle sizlerle buluşacak