Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '17

 
Kategori
Öykü
 

Asude

Asude
 

       Naciye elindeki danteli öre öre mahalleye çıktı. Sabah işlerini üvey kızı Asude’ye bırakmıştı. Kış bahara dönmüş, kapı önleri şenlenmeye başlamıştı. Karşıdan gelen kara köpek Naciye’ye zıt zıt baktı. Naciye köpekten korkardı. Köpeğe yan bakarak ses çıkarmadan duvara doğru kayıp köpekten uzaklaştı. Köpek kadını korkuttuğunu anlamıştı. Yolun daha da ortasına giderek onu tedirgin etmeyi ister gibi gözleriyle Naciye’yi takip etti.  Sonra umursamaz bir havayla yoluna devam etti. Naciye derin bir soluk aldı. Arkasına dönüp bakmadı bile. Daha önce bu kara köpek yerden taş almaya çalışan bir çocuğun üstüne atlamış, çocuğu ağzından zor almışlardı.    Naciye cebindeki kukayı çıkardı, tığını kukaya sokarak danteliyle birlikte cebine koydu. İlerde Semiha’nın evi görünüyordu.  Tek katlı evin dört basamaklı merdiveninde şimdiden Şengül ile Vesile gelmişler, sohbete başlamışlardı bile. Naciye yaklaşırken hepsi başlarını ona çevirdiler.

       “Seninki geliyor, Dursun’u yollamış, işleri de kıza bırakmıştır yine cadaloz” dedi Vesile.

       “Kıza çok acıyorum vallahi, morarmadık yeri yok zavallının. Evlenip gitse de kurtulsa bunlardan,” dedi Semiha.

      “Sabah şerifleriniz hayırlı olsun karılar. Ben gelmeden lafları bitirmediniz demi?”

      “Gel gel, bizde laf çok, akşama kadar bitmez” dedi Şengül.

      Hepsinin yaşı otuz beş kırk arasındaydı. Ellerinde danteller kapı kapı gezerlerdi. Bu günkü durakları Semiha’nın kapısıydı. Al yanaklı Semiha güleç yüzlüydü. Vesile’nin ailesiyse göçmendi. O yüzden konuşması biraz farklıydı. Gözleri maviydi. Aralarında Çakır diye ad takmışlardı. Gülşen en gençleriydi. Ak tenli, kara kaşlı, güzel bir kadındı. Kocasının onu el üstünde tuttuğunu anlatıp dururdu. Diğer kadınlar ara sıra onu kıskandıklarını belli ederlerdi.

      Naciye üzerinde rengârenk çiçekleri olan elbisesini çemreyip çaput kilim serilmiş merdivene oturduktan sonra gelirken bağladığı başörtüsünün ilmeğini çözdü. Ağzını ve kulağını onlara yaklaştırıp:

       “Ne haberler var sizde?” diye sordu.

       “Valla bugün fazla haber yok. Sadece Necibe’nin Hasan’ı askere çağırmışlar diye duydum. Bakalım nereye gidecek?” dedi Semiha.

       “Haberin büyüğü bende komşular,” deyip arkasını getirmedi Naciye. Meraklansınlar istiyordu. Ardından bombayı patlatacaktı.

       “Hadi söylesene!” diye sabırsızlandı Gülşen.

       “Foto Komşu var ya! Bizim Asude’ye talipmiş. İstemeye gelelim diye haber göndermiş.”

       “Eee, n’olcak şimdi. Koca adam o. Asude çocuk daha. Ne yapacaksınız? Herhalde vermezsiniz demi?” diye şaşkın bakışlarla Naciye’ye bakarak sordu.

       “N’olcak, vercez, gitcek. Adamın güzel bir evi, bolca da parası var. Bizim sümüklü ondan iyisini mi bulcak?”

      Semiha:

       “Naciye allasen, öksüz kızı koca adama nasıl verirsiniz? Kız maşallah çok güzel. Biraz büyüsün, bak ne kısmetler çıkacak ona,” diye uyarı mahiyetinde konuştu.

       “Karnımızı zor doyuruyoruz. İki yakamız bir araya gelmiyor bir türlü. Bir boğaz eksilir evden. O da rahat eder. Yoksulluktan kurtulur. On bin lira verecekmiş. Öyle duymuş Dursun. Biz de rahat ederiz sayesinde,” diye kestirip attı Naciye.

        Asude on dört yaşlarındaydı ama yaşına göre oldukça gelişmiş, boylu boslu, alımlı bir kızdı. Kuzguni siyah, iri dalgalı ve gür saçları vardı. Kalın, siyah kaşları, süpürge gibi uzun kirpikleriyle görenleri büyülerdi.  Yaşıtları ortaokula gidiyordu. Onu da okula göndermişler ama çok geçmeden almışlardı.

        Asude’nin annesi o daha bebekken ölmüş, babası Naciye’yle evlenmişti. Naciye, üvey anne tarifine tamamen uyuyordu. Kendinin iki küçük oğlu vardı ve çok kıymetliydiler. Naciye bütün ev işlerini Asude’ye yaptırıyordu. Onu okuldan aldıktan sonra nakış yapan bir kadının yanına iş öğrensin diye göndermişlerdi. Nakış öğrenmişti ama dikiş makinesi alamadıkları için başkasının yaptığı aplikelerin kenarlarını keserek üç beş kuruş kazanıyordu.

         Aslında kızcağız okumak istiyordu ama okul masrafları ağır geldiğinden başarılı olduğu halde okulu bırakmak zorunda kalmıştı. Çabucak büyüyen kızın okul formasını bile alamamışlardı. Küçük kardeşleri de okula başlayınca kitap, defter ve daha pek çok okul malzemelerine yetişememişler, en sonunda Asude’yi ağlata ağlata okuldan almışlardı.

       Babası marangozdu. Küçük şehirde her zaman iş bulmak olası değildi. Bu yüzden kazancı az olunca o da karısının okuldan alma isteğine boyun eğdi.

       Naciye hırçın bir kadındı. Olur olmaz bahanelerle Asude’yi dövüyordu. Afacan oğlanlar ablaları bir şey söylese hemen annelerine yetiştiriyorlar, o da kızın kaba etlerini burarak morartıyor, Asude’nin yüzünden ve gözünden morluklar eksik olmuyordu.

        Asude Naciye evden çıktıktan sonra aynanın karşısına geçip moraran yerlerine baktı. Dün gece babası Naciye’nin ısrarlı şikâyetlerine dayanamamış Asude’nin suratına bir tokat akşetmişti. Asude suçsuzluğunu haykırınca babası iyice dövmüştü süpürgenin sapıyla. Asude dün akşam yemek bile yememişti.

        Asude okuldan ayrıldıktan sonra arkadaşlarıyla görüşemez olmuştu. Sadece evlerinin biraz ilerisinde oturan Canan’la konuşmasına izin veriyorlardı. Canan’ın babasıyla annesi eskiden beri onun ailesiyle tanışıyorlardı. O yüzden sadece onunla görüşebiliyordu Asude. Kızcağız elinden hiçbir şey gelmeyen arkadaşına olanları anlatır, ağlardı.

        O gün Asude Canan’ın okuldan çıkma saatinde süpürme bahanesiyle elinde süpürgeyle bahçede oyalanıp duruyordu. Canan uzaktan görününce kızcağızın yüzü güldü. Eliyle gel işareti yaptı. Canan yaklaştığında Asude’nin yüzündeki morlukları gördü. İçi acıdı yine. Yüzü, gözü, çenesi morarmış, dudağının kenarı patlamıştı.

        Okulların kapanması yaklaşmıştı. Elinde sadece bir defter olan Canan bahçe kapısından içeri girdi. Asude arkadaşının boynuna sarılıp ağlamaya başladı.

       “Canan, sorma başıma gelenleri. Beni Foto Komşu’ya on bin liraya satıyorlar.”

       “Ne demek satıyorlar, insan satılır mı?”

       “Onunla evlendiriyorlar beni.”

       “Neee? İnanmıyorum. Babandan büyük o adam. Hem sen daha küçüksün. Bu yaşta niye evleneceksin ki?”

       “Evlenmeyeceğim zaten. Zorla verirlerse kendimi öldürürüm.”

       “Ne demek öldürürüm kendimi? Bekle, çaresi bulunur. Dayın razı olmaz buna.”

       “Babam kimseyi dinlemiyor. Analığım ayarttı babamı. Zorla ‘evleneceksin’ diyor. Kendimi öldürürüm deyince bana ‘Geber, yeter ki git başımdan’ dedi. Canan, ne yapacağımı şaşırdım.”

      “Dur bakalım, hemen oldubitti sayma. Mutlaka bir çaresi bulunur.”

      Canan bunları söylüyordu ama o da çarenin nerede olduğunu bilmiyordu.

Asude’nin kısmeti Foto Komşu denilen gezici bir fotoğrafçı idi. Kötü bir insan değildi ama Asude’ye göre çok yaşlıydı.

       Foto Komşu kırk beş, elli yaşlarında müzmin bekâr biriydi. Her gördüğüne “Nasılsın Komşu” dediği için adı öyle kalmıştı. Adını çoğu kişi bilmezdi. Oldukça güler yüzlü ve çok konuşkandı. Ayaküstü herkesle sohbet etmeyi sever, hatta esprileriyle insanları güldürürdü.  Her gün zaten pek büyük olmayan şehrin bütün mahallelerini bisikletiyle gezer, isteyenlerin fotoğraflarını çekerdi. Fotoğraf makinesi çok yaygın olmadığı için insanlar bahçelerinde, evlerinin kapısı önünde, dostlarla bir aradayken onu yakalarlarsa bir hatıra resmi çektirirlerdi. Hele şehre bir de kar yağarsa işleri iyice açılırdı.

        Foto Komşu gençliğinde bir kız sevmiş, onunla evlenemeyince bir daha evlenmeyi düşünmemişti. Asude’yi de birileri önermişti ona. Kızı vermeye gönüllü olduklarını duyunca çok sevinmişti. Gencecik kız, hem güzel hem de fakir. Hemen evlenmeye karar verdi. Parası vardı nasılsa. Bu kız için değerdi doğrusu.

        Asude’ye Foto Komşu’yla evlendireceklerini söylediklerinde kız feveran etti.

       “Ben daha çocuk sayılırım. O yaştaki adama beni nasıl verirsiniz? İstemiyorum. Vallahi kendimi öldürürüm,” dediyse de ne annesini ne de babasını bu evlilik sözünden vazgeçiremedi.

       Kız tepindi, yalvardı, isyan etti. Ne yaparsa yapsın dinletemedi.

       “Adamın işi, evi var. Sana da bize de yardım edecek. Daha ne istiyorsun? Senin yaşıtların daha çocuk. Tabii ki evleneceğin adam senden yaşlı olacak. Bizim çektiğimiz sıkıntıyı çekmeyeceksin. Hem yaşlı adam karı kıymeti bilir. Bir elin yağda, bir elin balda olur,” diye bastırıyordu Naciye.

       “Onun yağı da, balı da, kendi de batsın. Ben koca mı istedim sizden? İstemiyorum dedim size, is-te-mi-yo-rum. Başka diyeceğiniz var mı?”

       “Bu hanımefendi istediğine gidecek anlaşılan. Baba ne derse o olur. Kes sesini otur!” dedi babası.

       Asude ağlayıp bağırmaya, çığırmaya başladı. Babası eline geçirdiği süpürgenin sapıyla kızı iyice dövdü. Asude diğer odaya kaçtı ve saatlerce ağladı.

       Asude’yi istemeye gittiklerinde kız kahve getirdi. Komşu, kızın endamına bakmaktan yüzündeki morlukların farkına varmamıştı. Kız zaten kafasını kaldırıp gelenlerin yüzlerine bile bakmadı. Başı öne eğik halde tepsiyi tutup kahveleri dağıttıktan sonra odaya kaçtı.

       Asude içeri geçtikten sonra “Allah’ın emri…” ile başlayan kız isteme işi bitirilmiş, başlık âdeti olmayan şehirde, verilecek para konuşulmuş, kıza sorulmadan iş tatlıya bağlanmıştı.    

       Düğün için hazırlıklara hemen başlanacak, en kısa zamanda bu iş bitecekti. Oysa Asude içerde çaresizlikle yeniden başlamıştı ağlamaya.

       Misafirler gittikten sonra Naciye yüzünde büyük bir mutluluk ifadesiyle Asude’nin yanına geldi.

       “Hadi hayırlı olsun, yakında gelin oluyorsun. Adam o kadar iyi ki, çeyiz bile istemedi. İstersen yaptığın dantellerini al, götür.”

       Asude’nin hıçkırıkları daha da yükselince, işi bağlamış olan Naciye arkasını dönüp gitti. Artık onunla uğraşmanın anlamı yoktu onun için. Kızın eli mecburdu, tıpış tıpış gidecekti nasılsa.

       Düğün hazırlıkları hemen başladı. Kızın ne yapacağı belli olmazdı. O yüzden çok beklemek istemediler.

       Düğün alışverişine gitmedi Asude. Naciye komşusu Semiha’yı da alıp sarrafa kıza takı beğenmeye gitti. Foto Komşu da yıllarca biriktirdiği paraları yanına alıp gelmişti sarrafa. Beş elmastıraş bilezik, yarım metre zincir, bir çift gül küpe bir de Naciye’nin ölçü için getirdiği yüzüğe göre nikâh yüzüğü beğenildi. Komşu aynı yüzük modelinin büyüğünü de kendine beğendi.  Sonra bunları ceketinin iç cebinde bulunan cüzdanını çıkarıp arkasını dönerek sarrafa ödedi. Kutularına konan takıları hemen koynuna soktu Naciye.

       Oradan çıkıp gelinlik kumaşı ile bir de üstü kendinden desenli, pembe saten kumaştan elbiselik beğendiler. Gelin hediyeleri satılan bir dükkâna girip gecelik, sabahlık, terlik ve havlular da alındı. Bohçaları yanına alan Naciye Foto Komşu’yla vedalaşıp evine döndü.

       Naciye o güne kadar böyle şeyler görmeyen Asude’nin hediyeleri görünce yumuşayacağını sanıyordu. Oysa Asude alınanlara dönüp bakmadı bile.

       Asude bu evlilikten kesinlikle kurtulmalıydı ama nasıl? Kafa patlatıp duruyor, bir türlü geçerli bir çözüm bulamıyordu. Zeki bir kızdı aslında. Bildiği bir şey vardı ki anne ve babası bundan kesinlikle vazgeçmeyeceklerdi. O halde bu iş ancak adam istemezse olmazdı.

       Gelinlik ve elbise yakındaki bir terziye verilmiş, kızın itirazlarına rağmen dayakla yola getirilip ölçüsüne göre dikilmişti bile. Duvak alınmış bir de kraliçe tacı gibi üstünde taşlar olan bir taç ve pırıltılı uzun gelin telleri gelinlikle beraber duvara asılmıştı.

       Düğüne on gün kalmıştı ama Asude’nin hâlâ bir çözümü yoktu. Kaçsa, nereye gidecekti? Ona kapısını açacak, sahip çıkacak bir akrabası bile yoktu. Dayısı ona arka çıkmaya cesaret edememişti. Bir sürü plan yapıyor sonra hepsinden korkup vaz geçiyordu. Aklına yatan bir plan bulamamıştı.

        Bunları düşünürken Foto Komşu’nun bisiklet zili duyuldu dışardan. Bahçe kapısına gelen adam ziliyle geldiğini haber veriyordu. Naciye kapıya çıktı gülümseyerek.

       “Buyur Komşu, hoş geldin,” dedi. Daha içeri davet etmiyorlardı adamı.

       “Akşam Asude’yi sinemaya götüreyim demiştim, izin verirseniz. Zeybek sinemasının balkonundan iki bilet aldım da,” dedi bütün sevimliliğini takınarak.

          Naciye babasına soralım demeden razı oldu adamın davetine. Nasıl olsa razı ederdi kocasını.

       “Tamam, Komşu, saat kaçta?”

       “Film dokuzda başlıyor, ben sekiz buçukta gelir, alırım Asude’yi, olur mu?”

       “Oldu Komşu, bekleriz.”

        Asude içerden duyuyordu konuşmaları. İçi sıkıldı birden. Bu adamla gidip film seyretmek istemiyordu. Şimdi gene kavga çıkacaktı ve dayak da peşinden gelecekti.

       Tam ağlamaya başlayacaktı ki bir şimşek çaktı kafasında. Beklediği fırsat ayağına gelmişti işte. Ne olursa olsun artık harekete geçecekti.

       Akşam tam sekiz buçukta Komşu kapıyı çaldığında Asude gitmeye hazırdı. Babası gelmiş, gitmelerine hemen razı olmuştu. Asude de biraz sızlanmış, sonunda o da razı olmuştu. İlk kez bu kadar kolay olmuştu Asude’nin razı olması. Naciye bu durumdan mutluydu. Kız en sonunda yapacak bir şeyi kalmadığını görmüş, durumu kabullenmişti. Eh, başka ne isteyebilirdi ki Naciye?

       Naciye’nin eski mantosunu giyen Asude hafif topuklu ayakkabılarını giyip eline de ucuzluk çantasını alarak Komşu’yla yola düştü. Sinemaya vardıklarında kapı önündeki mısırcılardan patlamış mısır istedi Asude. Komşu sevinçle mısır külahını alıp Asude’ye verdi. İçeri girdiler.

       Biraz sonra film başladı. Asude cebindeki Optalidon drajelerini gizlice mısır külahının içine koydu. Sonra da karanlıkta yemesi için külahı Komşu’ya uzattı. Komşu mısır niyetine ağzına gelen ilacı avucuna tükürünce yerinden fırladı ve Asude’yi elinden çekiştire çekiştire dışarı çıkardı.

       “Sen beni öldürmeye çalıştın. Allah’ım, ben neye çatmışım? Şeytan kız, hadi evinize gidiyoruz. Baban gelsin senin hakkından…” diye bağırmaya başladı.

       “Ben seni istemiyordum. Neden ısrar ettin, zorla almaya kalktın? Ne olursa olsun, isterlerse beni öldürsünler, istemiyorum seni,” diye haykırdı kız.

        Hemen sinemadan çıktılar. Komşu birini dövecek yapıda bir adam değildi. Kıza hiç vurmaya kalkmadı. Alıp doğruca evlerine götürdü.

        “Kızınızı alın, sizin olsun. Beni hapla zehirlemeye kalktı. Beni istemeyeni ben de istemem. Başıma bela almaya niyetim yok. Dua edin ki mahkemeye vermiyorum. Zaten yaşı tutmuyor, ceza almaz, olan size olur.”

      Dursun ve Naciye durumu anladıklarında küplere bindiler. İkisi birden aynı anda dövmeye başladılar kızı. Komşu onları o halde bırakıp evden fırladı.

       Kızın her tarafı çürük içinde kalmış, ağzından, burnundan kan geliyordu. Ama ne gam? Başarmıştı. Dayak yemediği şey değildi ki yer dayağı otururdu.

       Anne, babası dövmeyi kestiklerinde perişan durumdaydı. Doğruca kaldığı odaya geçti. Duvarda asılı duran gelinliği indirdi. Bohçadaki iç çamaşırlarını ve geceliği de çıkardı, makası alıp odanın ortasına oturdu. Hepsini zevkle kesmeye başladı. Parçalar küçüldükçe küçüldü. Bir türlü hırsını alamıyordu. Bütün giysiler parça pinçik olduğunda gerçeği daha iyi anlamıştı.

        Artık evlilik olayı bitmişti. Gözündeki kurumuş yaşlardan, ağrıyan patlak dudağından hiç rahatsız değildi.

       Ondan sonraki günler Naciye başına kaktı durdu bunu ama o hiç dikkate almadı. Sesini de çıkarmadı.

       Yirmi yaşına kadar kimse ondan evlenmesini istemedi. Bu sırada mahallelerinde bakıştığı ve bir iki kez de mektup alabildiği bir gençle kaçarak evlendi. Ailesiyle evlenme konusunu hiç konuşmadı. Kendi yuvasını sevdiği gençle kurdu sonunda.

 

 
Toplam blog
: 7
: 85
Kayıt tarihi
: 01.03.16
 
 

Emekli Fransızca öğretmeni, roman, öykü, çocuk öyküleri yazarı ..