Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ağustos '22

 
Kategori
Psikoloji
 

Atalara Lokma mı Döktürsek ?

Bizde bu işler hep böyle… Bir şey bir kez tutarsa, devamında bir furya başlar, “o şey” artık her ise, içi boşaltılıncaya kadar aksırıncaya, tıksırıncaya, hepimizin zihni kusturuluncaya kadar her yerde ağzımıza, burnumuza, gözümüze sokulur. Herkes “o şeyden” bahseder, kafamızı ne yöne çevirsek onu görürüz, arkadaş sohbetlerinde bile ondan bahsederiz ve “o şey’i” bilmeyeni, denemeyeni neredeyse döverler. Sosyal medya neyi projekte ederse, toplum gözüne ışık tutulmuş kedi gibi “o şey”in önünde bir süre transa geçer. Yeni arzu nesnesi bulununcaya kadar “o şey”e doğru kavimler göçü ve tavaf başlar. Sonra “o şey”, çok çiğnenmiş sakız gibi tatsız “bir şey”e dönüşür ve toplum, dili ve dişleri arasına sıkıştırıp “o şey”i sokağa tükürür. Bundan sonra üstüne basanın ayakkabısına yapışır, unutulur, görünmeden kurur. Tabii ki burada bahsettiğim tarihin insafsız sınavlarından da geçip, geleceğe kalmayı hak eden gerçek değerler değil. Bahsettiğim medyatik balonlar ve yalancı gündemlerle aniden hayatımıza giren kerameti kendinden menkul, popülizmin illüzyonu ile kısa süreliğine parlayıp sönen gündelik ünlü “şeyler”. Mutlaka insan olması da gerekmez “o şey”in. Bazen Alaçatı ya da Salda Gölü gibi bir yerleşim yeri olur, bazen Gülserin Budayıcıoğlu’nun psikoloji soslu tv dizileri… Bazen bir şarkı, bazen bir kitap, bazen bir hırka, bazen de lokma… Evet, doğru duydunuz lokma, hani gelenekte ölülerin ardından dağıtılan hamur tatlısı olan lokma. Kadıköy’de bir lokmacı mı tuttu, önce onun olduğu sokağı, sonra tüm Anadolu yakasını, tüm İstanbul’u kaplar yeni lokmacılar. Bir bakmışsınız, ülkenin yarısı lokma döküyor, kalanı da lokma yeme sırasında bekliyor. Lokmacı akımına kapılıp açılan yeni dükkânların camlarında ertesi yıl “devren satılık”, ilânlarını görürsünüz, kalabalık çoktan dağılmıştır. Bir ara yine memleketin yarısı “yaşam koçu”, geriye kalanı “kişisel gelişimci” idi. Tıpkı bir kısmının, “Hayatını Yaşa!”, “Kendini Sev”, “Bunu Oku Zengin Ol!”, “Onu Çılgına Çevir!”, “Mutlu Ol!” “Şeytana Pabucunu Ters Giydir!’” gibi emir kipleri ile başlayan kitapların yazarı, kalan yarısının da okuyucusu olduğu gibi… (Ki bu akımın bittiğini henüz söylemek mümkün değil. İnanmıyorsanız önünüze gelen ilk kitapçıya girip kişisel gelişim kitaplarının adına bakın) Bu kadar ruhani terbiyeden sonra ruhlarımızın arş-ı alâya yükselmesi, “sevgi ve ışıkla kalıp”, telâpatik iletişime geçmemiz gerekirdi ama hiç de öyle olmadı. Tasavvuf öğretisi bile ticari tuzağa dönüştürüldü. En başta kendilerini “guru” ilân edenler, özel yaşantılarındaki skandallarla ve birbirlerinin gözlerini oyarak,  kendilerinin henüz kişilik gelişmelerini tamamlamadıklarını gösterdiler. “Guru”nun yanında yaş da yandı. İşinin ehli ile cahili, iyi niyetli ile sahtekârı birbirine karıştı. Zaten çok da normal olmayan toplum sağlığı sizlere ömür! İşin kötüsü arkalarından lokma dağıtacak kimse de kalmadı.

Efendim, gündemimizdeki yeni moda ortak arzu nesnemizin adı şimdi;  “Aile dizimi”. Bugünlerde dizilen dizilene, herkes birbirini diziyor... Dizini dövmeyen, dizine giriyor. Henüz konuya “aydınlanmamış”, dizine bi-haber okuyucu, muhtemelen birkaç haftaya kalmadan kendini Datça’da ya da Finike’de, tanımadığı insanlara sarılıp ağlaştığı bir aile dizimi kampının içinde bulacak. Onlar bu yazıyı yakın geleceğe hazırlık niyeti ile okuyabilir. “Ruhların sarmaşığı- Ayahuasca” ile kendini bulma deneyimi yaşamış, “Amazon yağmur aşısı” ile “kozmik varlığını” şifâlandırmış, “kahkaha terâpisi” ile sorunlarından arınmış, bahar temizliği gibi “Karma temizliği” yaptırarak ruhunu pür-ü pâk etmiş, “Şaman Hayvanının Rehberliği “ile “Kuantum Sıçrama” yaparak “Evrensel Öz”le buluşmuş, “Galaktik Rehber Frekansı” na girerek “gezegenimizdeki sürüngen ırk, Reptilianlarla” tavlaya oturmuş arkadaşlar, sözüm meclisten dışarı, siz zâten “Kâinatın Sırrını” bilen, sadece üçüncü değil otuz üçüncü gözü de açık, “yüksek enkârneler” olduğunuzdan, sizin bu satırları okumanız zaman kaybı olacaktır, kıymetli vaktinizi almayıp, burada yollarımızı ayıralım. Whatsapp durumuna  “Nosce te ipsum!” yazan arkadaşlar dâhil, “kendini bilme, bulma” yolunda hevesli arkadaşlarla biz yolumuza devam edebiliriz.

            Kaderin garip cilvesi işte, bu dizime bir diziden geldik. Netflix’te yayınlanan Türk dizisi ile başı göğe eren “Zeytin Ağacı”, pardon, “Aile Dizimi” birilerinin hayatına yeni girmiş olsa da hikâyesi epey eski. “Rakı, balık, Ayvalık” sloganıyla, ekmeğimi limonlu zeytinyağına banarak, maç izleyen Zaman Bey edasıyla gülerek izledim diziyi. Aile Dizimi’ni halka anlatmak için daha iyi bir proje olamazdı. Sponsorlar var olsun. Ne peki bu dizide anlatılan Aile Dizimi?  Hellinger Terapisi” olarak anılan Aile Dizimi kavramı 90’lı yıllarda Almanya’da “Familien Aufstellung” adıyla ortaya çıkıp moda olur. Oysa “Family constellation” u Psikiyatrist AlfredAdler daha 1927’de psikoloji dünyasına hediye etmişti. Aile takımyıldızının ebeveynlerden, çocuklardan ve geniş aile üyelerinden oluştuğunu ifade eden Adler bireysel psikoloji ekolünün kurucusu olsa da, terapilerinde genel hedef, bireyin ve bütünün/ailenin gelişimi destekler. Ancak Bert Hellinger’in Aile Dizimi’nin kökleri daha metafizik boyuttadır. Hellinger’in “Aile Dizimi Terapisi”, ailenin nesiller boyunca, birbirlerine görünmez bir bağ ile bağlı olduğu anlayışına dayanır. Ona göre aile bir bütün olarak bir ruha sahiptir. Bireyin kişiliğinin, içine doğduğu ailenin kaderi ile şekillendiği inancına dayanan bu anlayış, yaşanan psikolojik rahatsızlıkların sorunu için ailenin köklerinde, geçmişten gelen sorunların çözülmesi gereğine inanır. Meselenin ucu Zululara kadar gider.Katolik bir misyoner olarak Afrika’ya giden Hellinger, Şaman inançlarına bağlı yaşayan Zuluların, sorunlarını çözme amacıyla, ateş başında toplanıp, atalarının ruhlarını çağırdıkları törenleri, sorunlarını onlar sayesi ile çözme çabalarını izler ve bu şamanik törenden çok etkilenir. Bu ilkel ayini Batı’nın anlayacağı sistematik bir düzene sokar ve adına ‘Familien Aufstellung’ der. Böylece “Aile Dizimi” kavramı Almanya’dan dünyaya yayılmaya başlar. Bert Hellinger,  Freud’la birlikte bireyi esas kabul eden terapi anlayışının tersine, terapiye fenomenolojik psikoloji anlayışını, aile ile birlikte bireyi değerlendirmeyi hedefleyen, yeni bir bakış açısı getirir. Hellinger, bireyi soy ağacı ile yüzleştirip, ölmüş bile olsa aile bağlarına geri götürmeyi, o aile sistemi içindeki mevcut yerini göstererek, sistemin yıkılan, bozulan yanlarını onarabileceği görüşünü savunur. Hellinger, “Ordnung der Liebe/ Sevgi Düzenleri” adıyla yayınladığı kitabında “Schwere Schiksal/ Ağır Kader”  dediği, kişinin soyağacında yaşanmış travmatik vak’a örneklerini anlatır.

Peki kimdi bu Bert Hellinger? “1925 yılında Almanya’da doğan Hellinger, henüz beş yaşındayken rahip olmaya karar vermiş, 1936 yılında on bir yaşındayken Katolik yatılı okuluna başlamış, 15 yaşındayken okulu kapanmış, savaş yıllarında ailesinin yanına geri dönmüş. Nazi gençlik örgütü, kendi gruplarına katılmadığı için genç yaşta Hellinger’i halk düşmanı ilan etmiş. On yedi yaşında orduya yazılmış, müttefik kuvvetler tarafından esir alınarak, çok ağır şartlarda Belçika’da savaş kampında yaşamış. 1945 yılında kaçarak Almanya’ya dönmüş, on dokuz yaşında tarikata girmiş. İlk sene sadece meditasyon yapmış, toplu dualara katılmış, manevi okumalar yapmış, konferansları dinlemiş, Batı mistisizmi ile ilgilenmiş. Yirmi yaşında rahip olma yolunda ilerlemeye başlamış. Felsefe, pedagoji ve teoloji eğitimi alarak, sonrasında papaz olmuş. Ardından misyoner olarak Afrika’ya gitmiş. Katolik misyoner olarak on altı yıl Güney Afrika’da görev yapmış. Bu dönemde şaman inançlarına bağlı yaşamakta olan Zulu’ları gözlemlemiş Hellinger, Zulu kabilesinin, ateş etrafında toplanarak, sorunlarının çözümü için yaptıkları törenleri izlemiş, atalarının ruhları ile bağlantı kurmalarına şahitlik etmiştir. Onların aile yapılarına, çocukların ebeveynlerine sorgusuz saygılarına, ebeveynlerin çocukları üzerindeki doğal otoritelerine hayran olmuştur..[1] Yani Hellinger aslında felsefe, teoloji ve pedagoji eğitimi almış ve 16 yıl boyunca misyoner olarak Güney Afrika'da Zuluların arasında yaşamış bir misyoner rahip. Zuluların arasında kendi ifadesiyle “ruhsal yol gösterici” olarak kalmış ve orada gördüklerinden  “fenomenal psikoterapi metodu” diye bir sistem kurmuş. . Avrupa’da ki psikoloji otoriteleri özellikle Viyana  Psikanaliz Birliği bu eski rahibin çalışmalarını “deli saçması” bulup onaylamayınca, Hellingersoluğu Amerika’da almış  Amerika'da Arthur Janov'dan 9 ay boyunca Ağlama Terapisi/Primal Terapiyi eğitimi almış. Yüzün üstünde kitap yazmış. Hellinger,  “Aile takımyıldızları” dediği yöntemle, ailenin ve atalarının kişinin fiziksel durumu, duyguları, karakteri hatta kaderini değiştirdiğine inanmış. Hellinger’in uygulamaları farklı ekollere ayrılarak bizim Zeytin ağacına kadar uzanmış anlayacağınız. 16 Aralık 1925’de doğan Hellinger, 19 Eylül 2019’a kadar yaşadı. Öğretilerini yaymak için yeterli süresi olmuştur değil mi?

“Hocam Aile Dizimi Caiz midir?” gibi soruların yakında sorulacağından eminim. Bu konudaki fikrimi de kendime saklayacağım. Zeytin Ağacı dizisinde kutsal kitap gibi izleyicinin gözüne sokulan Mark Wolynn'in kitabı Seninle Başlamadı ve Anne Ancelin Schützemberger’in Psikosoybilim’ini meraklılara tavsiye ederim. Ancak bir şartla, ilgilendiğiniz konuyu ve öğretiyi asla tek kaynaktan okumayın. Burada konumuz madem  “psikolojide epigenetik, psiko-soybilim” siz de bu alanda yazılmış, olumlu, olumsuz tüm yanlarını görebileceğiniz farklı bakış açılarına da bakın ve sonunda kendi terkibinizi bulun. Yoksa birileri, bizim “gelmişimizi, geçmişimize, yedi sülalemizi” ipe mi diziyor, bizimle dalga mı geçiyor yoksa bizi iyi mi ediyor nereden bileceğiz? İsterseniz atalarınızın ruhuna lokma döktürün ama asla şarlatanlara, üfürükçülere, sahte numaralarla arayıp soranlara sırlarınızı ve paranızı kaptırmayın. Bu duygu tüccarı sahtekârların sayıları her gün daha da artıyor ona göre. “Annenizin kızlık soyadını” her sorana söylemeyin. Yoksa görürsünüz ebenizin örekesini. (“Ebenin Örekesi”  hatta “Vehbi’nin Kerrakesi” ne, diye sorsanız da artık bir şey söylemeyeceğim. Bir zahmet bilenler bilmeyenlere anlatsın. Bende gidip Sümbülzâde Vehbi’nin ruhuna lokma döktüreyim, sevaptır.)



[1].Nesrin Duman, “Bert Hellinger ve Aile Dizimi Terapisi”, Cyprus Turkish Journal of Psychiatry- Psychology Vol.2 Issue.2

 

 
Toplam blog
: 96
: 1137
Kayıt tarihi
: 28.03.07
 
 

 Hacettepe Üniversitesi mezunu, nörobilimden psikolojiye disiplinlerarası eğitime hevesli bir Türko..