Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '08

 
Kategori
Etkinlikler / Festivaller
 

Atalet çöktü, ben de Uni-Rock’a gittim !

Atalet çöktü, ben de Uni-Rock’a gittim !
 

Nicedir atalet çöktü üstüme; ağır, ağır, amaçsızlığımın esiri düşünsüzlüğümden temelli bir durgunluk hali. Depresyona girdim gireceğim zaar... Nereden konsülte ettirdin de, üstüne bir de tehşis kondurdun diyecek olanlara kısa ve net bir cevabım var. Üretemiyorum, artı sürekli uyumak istiyorum sebepli sebepsiz ki, naçizane bendenizi tanıyanlar bilir, gece 04:00’den önce yatamam, sabah da 08:30’dan sonraya kalamam. Çok nadir, istisnaya şükürler, arasıra 9:00’a sarkar mütevazı uykum.

Deprosyonik bir metro çocuğu olmadan acil çözüm üretmek lazım gelir dediğim ve soluğu özellikle bu sene sayıları oldukça artmış bulunan festivallerden birinde almaya karar verdiğim anda telefonum neşeli ama sabırsızca çalmaya başladı. Arayan Edirne’de yaşayan ve sayesinde tüm Edirne'lilere sempati duyduğum, dünyalar şekeri dostum Bahar'dı. Haftasonu için İstanbul'da olacağını biliyordum lakin akşama döneceği için normalde görüşme şansımız olamayacaktı. O ise telefonun diğer ucundan "programın aynı mı, geliyorum ben müsaitsen" diyerek bir anda süprizlerin en büyüğünü yaptı.

Mutlu bir şekilde telefonu kapattım, festivalleşme ve amatör festivalci ruhumu takınarak evime 5 dakikalık mesafedeki Park Orman'da organize edilmiş ve kapsamı ile diğerlerine nazaran biraz daha fazla olan Uni-Rock Open Air Festival alanına vardım. Organizatörlere şayet bir konuda minnettar kalmam gerekiyorsa o da, motosikletli festivalcilere ayrı bir yer ayırmış olmaları ve sıra beklemeden, sayıları ancak onu bulan motorların arasına çocuğu kolayca yerleştirmem olurdu. Üstelik kampçıların ve arabası ile gelmiş olan diğer festival insanlarının aksine bizler otoparka 10 YTL ödemedik bu da çok rahatlatıcıydı :)

Rock Müziğin en popüler olduğu ama herkesce Satanist olarak bilindiği yıllarda biz Metalcilerin ( amiane tabiri ile ) ki - biz Rocker kelimesini tercih ederdik ve hala ederiz- en büyük sıkıntısı ülkemizde o dönemde çok fazla Rock festivali yahut konseri düzenlenmemesiydi. Bizler rock camiasının ikinci kuşağı olmamıza rağmen, bu dertten muzdaripsek 70’lerdeki abilerimizi düşünemiyorum. Madem sevdiğim gruplar konsere gelmiyor o zaman biz kendi konserimizi veririz deyip, her Rocker illa üniversite çağında en az bir gruba dahil olmuş ve enstrüman çalıp sahneye çıkmıştır.

Rock festivallerine olan hasret konusunda haklı olduğumu ancak festival alanlarına geldiğinizde daha iyi anlarsınız; çünkü 18-19 yaşındaki bebeler arasında 30’lu yaşlarını yaşayan, kafasındaki saçların yarısı dökülmüş olmasına rağmen hala saçı belinde ama yılların verdiği vakurlukla fanatik siyah grup t-shirtü giyme sevdasından vazgeçmiş, altında bol bir jean yahut bermuda ayakta varsa hala postal yoksa sandalet, pantolon üstünden yer çekimine yenik düşmüş sarkan göbekleri ile yaşıtım Rockerlar hemen dikkatinizi çeker. Onlar çok mutlu, huzurlu, huşu içinde sevdikleri şarkıları dinlerken, ellerinde biraları mütebessim tavırları ile, günümüz rock severleri sevgi ile selamlarlar. Genelde bizler “eski rocker” “yaşlı kurt” yahut “çakal” olarak biliniriz, ben bu dostlarımın yanından geçerken özellikle durur ve bağırarak o efsanevi cümleyi sarf ederim “kim kaldı eski rockerlardan”

Bir yandan Malt’ın enfes şarkılarını dinliyor, bir yandan da benden önce festival alanına konuşlanmış arkadaşlarımla sohbet edip, eski günleri yad ediyordum ki telefon çaldı. Arayan Bahardı ve buluşma noktasına varmak üzere olduğunu söyledi, uçarak Beşiktaş İskelesine vardım ve birlikte hiç duraksamadan Park Orman'a geri döndük. Motorları çok sevdiğini yeni öğrendiğim Bahar'ın geldiği orginizasyonun bir Rock Festivali olduğunu öğrenince heyecanı bir kat daha artmıştı. Hep bir Rock Festivaline gitmek istemiş ama Edirne’de ne rock konseri ne de doğru düzgün konser, tiyatro, festival düzenlenmemesi nedeni ile isteğini gerçekleştirememişti. Bu nedenle yakaladığı fırsat vesilesi ile İstanbul'da kaldığına çok memnundu. Kamp alanına dahil edildiğimizi imgeleyen bilekliklerimizi takıp, yavaş yavaş sırası gelen Orphaned Land’i dinlemek üzere konser sahnesine yürümeye başladık.

Uni-Rock; aslında üniversitelerin yaz tatiline girmesini fırsat bilip, mekandaki havuzu da bahane sayacak öğrenci kısmına tatil havası yaratmak maksadı ile düzenlenmiş bir aktivite olarak karşımıza çıkıyor. Tabii ki ülkemiz ve müzik severler adına hoş birşey böyle organizasyonların sayılarıın artması zira, amacını ve çıkış noktasını birazcık aşmış enteresan bir festivaldi bu. Hedef kitle (ki genelde fakir diye adlandırılırlar) öğrencilerdi. Organizatör firma ya çok misyoner bir görüşe sahipti ve bu yüzden çocukların içki içmesine engel olmak için içki fiyatlarını bu kadar yüksek tutmuştu, ya da bu çocuklarla açık açık alay ediyordu. Bira 6 YTL’lik rekor bir fiyata sahipti ve üstelik bu para karşılığında bodur yani 33’lük bira veriliyordu. Çocukların dışarıdan içki sokmalarını engellemek içinse çok dahiyane bir uygulama devreye sokulmuştu. “ Her kim ki festival alanını terk edeee, yeniden geri dönmek için bir gün sonra öğlen saat 12 00’yi bekleyeee”... Yani bu kapı dışarı edilmek anlamına geliyordu ki, çocukların tüm eşyası, çadırı ve uyku tulumları içerideki kamp alanındaydı.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, doğru seçilen ve yüksek sahne performansına sahip gruplar sayesinde organizasyon görülmeye değerdi. İsveçli samimi Opeth yaptığı espiriler ve muhteşem şovları ile tüm izleyenleri büyüledi. Zira benim mekana gitmemin tek bir sebebi vardı. Gerek üslendiği misyonla, gerekse rock soundu olarak arzu ettiğim ve benimsediğim müziğe en yakın grup olarak gördüğüm Orphaned Land'i izlemek...

Ortadoğu barışının en önemli ve samimi elçilerinden biri olarak görüyorum kendilerini çünkü sözde barış çığırtkanlığı yapan ama coğrafyayla hiç bir ilgisi bulunmayan samimiyetsiz kişilerin aksine, bu grup elemanları İsrail'de doğup, büyümüşler ve hala orada yaşamaktalar. Yaptıkları albümlerde, Kur'an ayetlerine, İncil'den Tevrat'a alıntılara yer veriyor, Arapça, Farsça, İbranice gibi toplamda 6-7 dilde şarkı seslendiriyorlar.

Tanrının tek olduğuna değiyor ve tüm din ve inançlara, halklara olan saygılarını dile getiriyorlar. Sık sık barışın önemine değiniyor şarkılarında yer veriyorlar, inancın önemini vurgulayıp, kendini bulmak için tanrıyı anlamanın yol tutulması gerektiğini savunuyorlar, yeri geldiğinde camiide, yeri geldiğinde kilisede barış ve insanlık için dua ediyorlar. Darbukadan, kanuna, neye bağlamaya kadar birçok yerel enstrümanla “Oryantel Rock” diye tabir ettiğimiz kendilerine has bir tarz ile sevenlerine ulaşıyorlar.

Bu grubu en özel kılan şey ise; Türkiye’ye ve Anadolu kültürüne ve insanına duydukları sevgi ve saygı... Onlar için bu topraklar barışın tüm dünyada yeşerebileceğinin canlı kanıtı. Türk’ü, Kürdü, Ermenisi, Yahudisi, Rumu, Lazı, Çerkezi; din, dil, ırk gözetmeden, herbiri bir diğerinin yaşam alanına ve geleneklerine saygı göstererek bin yıldır, barış, huzur ve uyum içerisinde yaşıyor. Bu da grubun savunuculuğunu yaptığı fikre gurur kaynağı ve feyz oluyor. Erkin Koray’ı dinliyorlar, her konserlerinde Estarabim’i muhteşem bir Türkçe ile söylüyorlar, İbrahim Tatlıses’i, Bülent Ersoy’u dinleyip, şarkılarının Rock versiyonlarını sahneye koyuyorlar. Her şeyden ötesi bu toprakları ve insanını o kadar çok seviyorlar ki, gözlerindeki tüm samimiyetlikleri ile “bu ülke bizim ikinci evimiz” diyorlar. Bunun en büyük kanıtı da kendi ülkeri dışında verdikleri ilk konserin Türkiye’de olmasıdır bence, ilk yurt dışı deneyimlerini Türk kardeşleri ile paylaşmak istemelerin de görüyorsunuz cana yakınlıklarını.

Sahnede şarkı söylerlerken, İstanbul'da olmalarının verdiği rahatlık ve huzuru, gözlerindeki sevinçte izleyebiliyorsunuz. Sürekli “seviyorum Türkiye” demek istiyorlar ve bu hislerini beden dilleri ile bir güzel dile getiriyorlar zaten. Bana konser esnasında bu düşüncelerimde ne kadar haklı olduğumu kanıtlayan Bahar oldu. Kendisi sadece ilk defa bir rock festivalinde bulunmuyor, bu eşsiz grubu da hayatında ilk defa dinliyordu. Oldukça sert ama kıvrak bir sounda sahip olmalarına rağmen, enerjilerinden ve sempatik tavırlarında öyle etkilenmişti ki, her “seviyorum Türkiye” dediklerinde tüylerinin diken diken olduğunu görebiliyordum ve bunun üstüne bana durmadan, “ben çok sevdim bu müziği ve adamları” diyordu yüzünde eşsiz bir gülümseme ile. Bu cana yakın dostları, üstlendikleri ulvi görevlerinden ötürü kutluyor, en yakın zamanda yeniden ülkemizde sahne almalarını diliyorum.

Malt’a, Pentagram’a ve tabii ki Tastament’e de sahnede gösterdikleri muhteşem performans ve güzel şovlarından ötürü teşekkürü bir borç biliyorum. Özellikle senelerin kendilerinde çok şeyler götürmüş olabileceğini düşündüğüm Tastament üyelerinin vakur, dimdik ayaktaki ve gürütülcü tavırlarının devamını gördüğüm için çok mutluyum. Rock müziğin tüm dünyada öldüğü iddia edildi. 2000’li yıllarda bu kadar coşkulu konserler veriliyor mudur bilmiyorum ama bunu hala gururla söylüyorum “Rock bu ülke topraklarında ölmedi”. Bunun en güzel kanıtı ise, ülkemize konser vermeye gelen grup elemanlarının karşılaştıkları ilgiden ötürü verdikleri tepkilerdi. Biz böyle bir kalabalık, bu kadar katılımcı ve coşkulu bir seyirci görmedik diyorlar hepsi. Ama sanırım bunu en temel sebebi bizlerin rock konserlerine hala aç olmamız, Avrupalılarınsa tıka basa doygun olması.

Farkındayım yazı yarım kalıyor ama malesef festivalin üçüncü gününde yer alamadım ama onun yerine Efes Pilsen One Love Festival’e müdahil olup enfes bir müzik ziyafeti dinledim bunu da ikinci bir yazı ile sizlerle paylaşacağım. Saygılar, sevgiler...

 
Toplam blog
: 58
: 795
Kayıt tarihi
: 14.01.08
 
 

1978'de dünyaya gelmişim şirin bir anne babanın ilk erkek evladı olarak. Istanbul'a göçmüşüz sonra k..