Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Haziran '08

 
Kategori
Bilim
 

Atatürk Devrimi travma yarattı mı?

Atatürk ya da Türk Devrimi'nin Uygulama Yöntemi

"Devrim"
ya da toplumsal değişmenin yarattığı yeni ortamın koşulları, bu koşulların uyum sorununu da beraberinde getirir. Çünkü değişimim, birey ve toplum tarafından istenerek mi, yoksa onlara zorla kabul ettirilerek mi gerçekleştirildiği önemlidir.

"Evrim" türü değişmelerde, uyumsuzluklardan doğan tepkilere "demokratik" yollarla çözüm getirilebilir. Ancak
"devrim" niteliğindeki değişmelerde bu mümkün değildir.

Çünkü her devrim olayının kendine özgü yasaları vardır. Devrim, toplumun genel yararı için yapıldığından(Her zaman böyle olmayabilir) uyumsuzlukların, genelde, devrime karşı olanlar tarafından gösterildiği düşünülür. Bu nedenle de "devrim yasaları", genellikle devrime karşı olanlara yönelik olarak çıkarılır. Bu durum, devrim türü değişmenin zorlayıcı yanını ortaya çıkarır.

Bakın, M.Kemal Atatürk bu konuda ne diyor (1) : "Elime büyük bir yetki ve kudret geçerse, ben sosyal hayatımızda arzu edilen inkılabı bir anda 'coup(darbe)' ile uygulayacağımı zannederim."

M.Kemal Atatürk, inkılabı yani devrimi " Var olan müesseseleri zorla değiştirmek"(2) olarak görmektedir.

Görüldüğü gibi Atatürk'ün devrim anlayışında genelde biz zorlama düşüşüncesi vardır. Bunun en açık örneği de, Saltanatı kaldırılması sırasında Büyük Millet Meclisi'nde takındığı tavırdır.

x x x

Bloğuma, burada biraz ara verip, konu ile ilgili bir şeyler yazmak istiyorum.

Tarihi gerçekleri, işinize geldiği gibi değiştirip aktaramazsınız. Bunu yapanlar, "toplumu biçimlendirme ve yönlendirme" görevi almış tarihçilerdir. Bunlardan bazıları, Erzurum Kongresi'nde alınan kararları dayanak yaparak, daha o günlerde Saltanıtın zaten, işlevini yitirdiğini ve etkisiz kaldığını söyleyerler.

Aslında durum böyle değildir. Erzurum Kongresinde alınan en önemli karar, özetle, "Osmanlı Hükümeti, vatanın bağımsızlığını koruyamazsa geçici bir hükümet kurulacaktır". Bu karar, Osmanlı Hükümeti'nin ya da Saltanatın yok sayılması anlamına gelmez.

Eğer öyle olsaydı, M.Kemal Atatürk, "Büyük Millet Meclisi'nin, Hilafet ve Saltanatın ülke ve ulusun kurtarılması ve bağımsızlığından ibaret olan amacına erişinceye kadar toplanacağını" öngören 5 Eylül 1920 tarihli anayasal bir nitelik gösteren Nisab-ı Müzakere Kanunu(Görüşme Çoğunluğu Yasası)'nu(3) kabul eder miydi? Kabul edilen bu yasa, açıkça şunu diyordu: Hilafet ve Slatanat, ülke ve ulus düşmandan kurtulunca Büyük Millet Meclisi'nin görevi bitecek ve dağılacaktır.

Belki bu nedenledir ki, Kurtuluş Savaşı boyunca Osmanlı(İstanbul) Hükümeti ile Anadolu Hükümeti arasında iletişim devam etmiştir. Tarihi bilenler ve NUTUK'u hikaye gibi okumayanlar bilirler ki, Nutuk'un belgeler bölümünde ve Meclis tutanaklarında, iki hükümet arasındaki karşılıklı yazışmaların yüzlercesini mevcuttur.

Tarih, hamasi cümleler ile süslenerek yazılmaz. Bu tür tarih yazımı, 12 Eylül sürecinde de görülmüştür. Hemem hemen, neredeyse haftada bir piyasaya Atatürk'le ilgili kitaplar çıkardı. Bunlar, 12 Eylül'ün şakşakçılığını yapanlar tarafından yazılırdı. Ayrıca, şunu da belirteyim ki, bu kitaplar Atattürk'ü muhafazakar sağ görüşe yaslandıran kitaplardı. Ben, bunları, o günlerde "12 Eylül Atatürkçüleri" diye isimlendirmiştim.

Eğer, Saltanat, Erzurum Kongresi'nde yok sayılmış olsaydı, Saltanat'ın kaldırılması aşağıda aktardığım gibi sarsıcı ve ürkütücü olur muydu?

x x x

Devam edelim...

M.Kemal Atatürk, 1Kasım 1922 günü Büyük Millet Meclisi'nde, Osmanlı egemenliğinin -padişahlığın ya da saltanatın- kaldırılmasıyla ilgili önerge görüşülürken, önergeye karşı olanları susturmak ya da en azından inandırmak için, bir sıra üzerine çıkarak, yüksek bir sesle şunları söylemiştir(4):

Egemenlik ve Saltanat, hiç kimse tarafından hiç kimseye bilim gereğidir diye; görüşmeyle, tartışmayla verilmez.Egemenlik ve saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, Türk ulusunun egemenlik ve saltanatına zorla el koymuşlardır... Şimdi de Türk ulusu, egemenliğini ve saltanatını, isyan ederek, eylemli olarak eline almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir.... Burada toplananlar, Meclis ve herkes sorunu doğal görürse, sanırım uygun olur. Yoksa, yine gerçek, yöntemine göre saptanacaktır; AMA, BELKİ BİRTAKIM KAFALAR KESİLECEKTİR.

Buna rağmen Atatürk, tüm değişim eylemlerinde, genelde, zor kullanma yanlısı ve salt baskıcı olmamaıştır. Ancak, zorunlu durumlarda da örneğini verdiğim gibi, korkutucu ve ürkütücü olmaktan da çekinmemiştir.

Kimi kez açıkça, kimi kez kapalı olarak Atatürk'ün değişim eylemlerinin, bir diktatörün keyfine göre kararlaştırıldığı ve ansızın ortaya çıkarıldığı söylenir(5). Bu söylentiye, Atatürk'ün giriştiği giriştiği yeniliklerin hiçbirinde halkın oyuna başvurmaması dayanak yapılmış olabilir. Ancak, halkın yüzyıllardır, kötü telkinler altında kendi çıkarlarından habersiz hale getirilmiş olduğu da unutulmamalıdır(6).

İşte bu nedenledir ki, Atatürk, önemli kararların bütün gereklerini ve zorunluluklarını ilk günden belirtmenin ve ifade etmenin isabetli olmayacağını düşünmüş ve uygulamalarını birtakım evrelere ayırmıştır. Ulusun duygu ve düşüncelerini hazırlamak(Bir anlamda, değişmelerin şok etkisini, yani son günlerin deyişi ile "taravma" etkisini kırmak için), aşama aşama yürüyerek hedefe varmak istemiştir.

Örneğin, Atatürk, yazı değişikliğini İkinci Meşrutiyet yıllarında düşünmesine, Erzurum Kongresi'nde dile getirmesine rağmen ancak 1928 yılında gerçekleştirmiştir.

Saltanatın 1922'de kaldırılmasına rağmen, Hilafet kurumuna 1924 yılına kadar dokunulmamıştır. 1923 yılında ilan edilen Cumhuriyet, bir süre Halifelik makamı ile birlikte yürümüştür.

1924 Anayasası'nın hazırlanmasından önce bir gazetecinin kendisine(Atatürk'e) sorduğu "Yeni hükümetin dini olacak mı?" sorusuna, "laik hükümet" teriminden dinsizlik anlamı çıkarmaya eğilimli olanlara ve bundan yararlanmak isteyenlere fırsat vermemek için, "Hayır" diyememiş ve Anayasa'nın ikinci maddesinin başına "Türkiye Devleti'nin dini, Din-i İslam'dır" cümlesinin konulmasına göz yummuştur(7).

Atatürk'ün Devrimleri uygulama yöntemi içinde bu gibi yüzlerce örnek bulunabilir.

Atatürk, bireylerin ve toplumun, geleneklerine, düşünce ve ruhsal yapısına aykırı olabilecek değişmelerden ürkebileceğini düşünerek (Yine, son günlerin deyişi ile, "travma"yı yaşamaması için) her değişim eylemini zamanı geldikçe uygulamaya geçirmiştir. Böylece, değişmelere karşı ilk anda doğabilecek tepkileri de en aza indirmiştir.

Sonuç:

Her devrimin kendine özgü yöntemi, ağır yasaları ve yaptırımları vardır. Bunlar, devrimin yöntemini uygulama sürecin içinde kendini gösterir.

Ancak; Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen Türk Devrimi'nin amacı, felsefesi, toplumsal özü ve uygulama yöntemi incelendiğinde, diğer devrimlerden, kendine özgüözgü bir farklılığı olduğu görülür. En önemli farkların başında da, her devrimin birey ve toplum üzerinde yarattığı "şok" ya da son günlerin deyişi ile "travma" etkisini en aza indirme özelliğidir.

Bu blog, onun bunun hoşuna gitsin ya da ötekinin berikinin düşüncesini yersin diye yazılmamıştır. Tarih yazımının ve aktarımının genel kuralına uygun olarak objektif bir bakış açısıyla yazılmıştır.



cdenizkent


________________________________

(1) Afet İnan, M.Kemal Atatürk'ün Viyana Karlsbat Hatıraları, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayını, 1970, s.32

(2) Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1984, s.259

(3) Ahmet Mumcu, Türk Devrimi'nin Temelleri ve Gelişimi, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1988, s.44

(4) Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev. Cilt II(1920-1927), 2.b., Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayını, 1987, s.921

(5) Niyazi Berkes, Teokrasi ve Laiklik, İstanbul: Adam Yayıncılık, 1984, s.24

(6) Yaşar Nabi Nayır, Tek Yol Atatürk Yolu, 5.b. İstanbul: Varlık Yayınları, 1981, s.13

(7) Mustafa Kemal Atatürk, A.g.y., s.1195









 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..