- Kategori
- Güncel
Atatürk tarihçilerin olsun, Mustafa bizim !
Mustafa Kemal’in dehası, savaşlar, zaferler, devrimler, Ataşe, Gazi, Başkomutan, Paşa, lider, Ulu Önder ve tabi Atatürk…
Selanik, Manastır, kargalar, balolar, ziyafet sofraları, rakı, sigara, Ankara, enginar, Safiye Ayla, Ülkü, Latife, Fikriye, Zübeyde, zeybek…
Evet evet evet, hepsine evet.
Evet ama kimdi bu dahi? Nasıl biri, CERN’de çalışan tüm üstün nitelikli personelin, hem de ellerindeki devasa olanaklarla, ömürleri boyunca uğraşıp da beceremeyeceklerini sığdırdı o kısa hayata, bu bir muamma…
Uzaylı mıydı? Ancak böyle açıklanabilir gibime geliyor. Ama aksi ispatlanmadığı sürece O da bir ademoğlu nihayetine.
İşte bu noktada merak ediyorum. Hem de deli gibi.
Kimdi bu adam? Nasıl bir kişilik, nasıl bir geçmiş, nasıl bir aile yapısı, bunlardan çıkan nasıl bir vizyon ?
Sofya’da askeri ataşeyken operaya ilk gidiş hikayesi mesela. Kim hayatında ilk kez operayla karşılaştığında gördükleri üzerine bunca düşünür, bu sanat dalını hemen algılar, insanlarla, hayatla olan ilişkisini ve sosyolojik sonuçlarını bir gecede anlamaya kalkar? Bununla da yetinmeyip kendi toplumuyla, olanaklarıyla, bakış açılarıyla ilişkisini kurar? Kurmakla da kalmayıp, bunun yaşanmışlıklara, hatta savaşa olan yansımalarını çözümleyip Bulgarların nasıl olup da Çatalca’ya kadar dayandığının nedenini üzerine kafa yorar ? Ve de bulur… “Çünkü onların operası var!”
Hadi buyurun, buradan yakın!
Çorak Ankara’yı gözünüzün önüne getirin mesela. Sonra da çöldeki vaha gibi yeşim taşı Atatürk Orman Çiftliği’ni. Kim bilir nasıl da yemyeşil düşünmüştü Ankara’yı…
Yanındakiler nasıl anlasınlar? Bugün bile kaç kişi algılayabiliyor bu bakış açısını?
Bu durumda nasıl hissediyordu acaba kendini Mustafa?
Bir düşünsenize; bir şeyler görüyor, düşünüyor, çözümlüyorsunuz. Herkes gibi. Ama kimse sizi anlamıyor. Nasıl bir yalnızlık, nasıl bir çöküntü, nasıl da depresyon tetikleyici bir durum…
Ama hayır işte. Tarih “çılgın dehalar”la dolu. Hiçbirisi anlaşılmamış, içinde bulundukları toplumun ötesinde olmaya mahkum edilmiş, sonları hiç de “hayırlı” olmayan, en iyisi ise ancak kendi yolunda ilerlemeyi becermiş ama bu yolda enerjileri ancak kişisel yeteneklerini yüceltmeye yetmiş, dolayısıyla da kitleleri peşinden sürükleme gücünü bulamamış dahiler.
Oysa Mustafa, bu anlaşılmamışlık, bu yalnızlık içinde bile “yürümüş gitmiş”. Yürümekle kalmamış bir de yürütmüş.
Böyle bir kişiliği tanımaya çalışmayı kim istemez?
Mesela bu adam benim çevremde olsaydı, aman allahım deliler gibi aşık olmak işten bile değil. İyi ki de değil! Karizmayı düşünsenize. Bir toplulukta bakışlarınızın bir an bile birleşmesi için kim bilir neler verebileceğiniz, bir dans için en hayati toplantınızı bile kolaylıkla harcayabileceğiniz, bir sohbet için kocanızı bile unutabileceğiniz yoğunlukta bir güç kaynağı. Üstelik de yakışıklı…
Sevgilisi olmak için ayılıp bayılacağınız biri. Ama sanki kocanız olması için değil! Nasıl ayak uydurulabilir ki? Nasıl dengeli, eşit bir paylaşım yaşanabilir ki? Kocanıza aşık tüm diğer kadınlar da cabası. Mutsuz olmanız ve de mutsuz etmeniz işten bile değil. Zaten öyle biri de olamamış hayatında. Olması gerektiğini de düşünmüyorum açıkçası.
Bu adamı insan nasıl merak etmez ki? Bütün “şöhretlerin” hayatını merak ederken, burunlarına her fırsatta mikrofon dayayıp aslında bizi hiç de ilgilendirmesi gerekmeyen acayiplikleri sorgularken, Mustafa nasıl merak konusu olmaz ki?
Mesela şu an hayatta olsaydı akşam haberlerini dinlerken nasıl reaksiyon verirdi? Küfür mü ederdi, “zap” mı yapardı? “Sivil Büyükanıt” FB maçı izlerken nasıl ayağa fırladı görüntüsü bu akşam bunca izleyici bulurken, O’nun hangi takımı tuttuğunu öğrenmek için can atmaz mıydınız? Bir “talk show” programında yorumlarını dinlemek muhteşem olurdu elbette ama Çökertme türküsünü söylese reytingler tavan yapmaz mıydı?
Niye bunca sene kopardınız O’nu bizden?
Neden uzaylı muamelesi yaptınız? Tamam, bana göre uzaylı ama ben kimim ki? Hem benim uzaylıya bakışım başka. Ben uzaylıyı da tanımak, anlamaya çalışmak isterim. Sizin gibi “hafif korkuyla karışık” ve “ulaşılmaz” muamelesi yapmam. Sizin ise yıllar boyunca yaptığınız bu.
Daha minnacıkken bize O’ndan bahsedip, bizi O’nunla büyüttünüz. Ama bu “O” sizin istediğiniz “o” oldu hep.
Bizlerden O’na hayran olmamızı, saygı duymamızı istediniz. Yaptık da. Siz istemeseniz bile, elimizdeki kısıtlı verilerle bile hayranlık ve saygı en doğalıydı zaten.
Ama mesela O’nu örnek almamızı isteyemediniz. İsteyemezdiniz ki. Uzaylı ya! Ulaşılmaz ya! “O’ndan, bizim gösterdiğimiz yönlerinden ders alın, fikirlerinin peşinde gidin” dediniz. Ama O’nu tanımamıza, anlamaya çalışmamıza izin vermediniz. Ezbere örnek alınmaz ki.
Hiçbir çocuk O’nun nasıl biri olduğunu tam olarak bilemediği için, hayaller kurmak, vizyon edinmek, amacına ulaşmak, istediklerini başarmak konusunda O’nu örnek almaya cesaret edemedi…
Daha da acısı; buna izin verdiğiniz, O’nu “insan” olmaktan öte “ulaşılmaz bir uzaylı” yaptığınız için, ileri geri konuşmalara ortam yaratan da sizlersiniz.
O’nu tanımalı, bilmeliyiz ki, mesela Meclis’in açılış gününü neden çocuk bayramı yaptığını anlayabilelim.
Ben Mustafa’yla artık tanışmak istiyorum. Atatürk’ü ise tarihçiler nasıl olsa bize anlatırlar, anlatıyorlar, anlatacaklar.
Mustafa nasıl biriydi, neler yaşadı, neler hissetti, nelere üzüldü sevindi, bütün bunların sonucunda nasıl Atatürk oldu, elinizde ne bilgi varsa öğrenmek istiyorum.
Bunun için açılan ilk popüler kapıdan içeri adımımı atacağım. “Mustafa” ekibine teşekkürler.
Umarım devamı da gelir.