Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '08

 
Kategori
Siyaset
 

Atatürk'ü anlamak 3

Atatürk'ü anlamak 3
 

Atatürk’ü Anlamak ve Anlatmak

Bu çalışma, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan sonra, Yüce Atatürk’ün yaşadığı yıllarda doğan ve kısa bir süre onunla birlikte vatanın bağımsız, özgür ve saygın havasını teneffüs eden ve milletin ümit dolu sıcaklığını duyanların kendilerinden sonra gelen ve gelecek olan Türk nesillerine karşı yerine getirmek zorunda bulundukları bir görevin gerçekleştirilmesi çaba ve sorumluluğunu taşımaktadır.

Cumhuriyetin İlk Nesilleri

Bugün yaşları yetmiş ve yetmişin üstünde olanlar:

Türk İnkılâbının önemli aşamalarının tamamlandığı bir dönemde doğdular. Bütün iktisadi sıkıntılara ve çeşitli yokluklara rağmen toplumda sevginin, saygının, dayanışmanın ülkede huzur ve güvenin ve Türklük çoşkusunun egemen olduğu bir ortamda hayata gözlerini açtılar.

Milli hududlarla çevrili, içerisinde bölücü ve yıkıcı unsurları etkisiz kılınmış, iç çekişmelerden ve dış müdahelelerden kurtulmuş yeni bir vatan üzerinde tarihi varlık alanına çıktılar.

Varlığını, namusunu, topraklarını düşman işgalinden, iradesini ve egemenliğini asırlarca süren baskı ve zulümlerden kurtarmak için Mustafa Kemal Paşa’sının öncülüğünde ve liderliğinde başlattığı millet mücadelesini başarılarla ve zaferlerle sonuçlandırmış ve bütün dünyaya kabul ettirmiş bir milletin, Türk Milleti’nin çocukları olarak ilk adımlarını attılar.

Yapılan inkılâplarla ümmet düşünce ve hayat tarzından uzaklaşarak millet düzeyine ulaşmış, kendi tarihine, öz diline, kültürüne, benliğine sahip olmuş yeni toplumda millet analarının, millet babalarının evlatları olmanın sağladığı özgüvenle yaşamaya başladılar.

Varoluş nedenini binlerce yıllık tarihi ve kültür mirasından, inanç ve değerlerinden alan, millet iradesine ve egemenliğine dayanan tam bağımsız, yeni, milli, laik, çağdaş ve ileri bir devletin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşları bulunmanın gururu, onuru, kıvancı içinde ilk gençlik yıllarına girdiler.

Cumhuriyetin ikinci ve üçüncü nesilleri şeklinde tanımlanabilecek bu gençler; her alanda yapılan devrimlerin toplumun hukuk düzeninde, siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel, eğitim ve teknolojik hayatında meydana getirdiği olağanüstü değişimlere, yıllarca süren harpler, çatışmalar sonunda acılarla kıvranan, yoksul ve yorgun bir halkın yeniden dirilişine, ülkenin demirağlarla örülüşüne, okulların, fabrikaların açılışına kısaca vatanın bayındırlığa, milletin kalkınma ve refaha doğru hamle ve girişimlerine tanık oldular. Büyük ümitler ve beklentilerle bu kutsal ve sonsuz görünen enerjiye katıldılar. Ata’nın gösterdiği hedefe doğru hızla koşmaya başladılar.

Yüce Atatürk, bu tarihi süreci şu sözlerle özetliyordu: “Uçurumun kenarında yıkık bir ülke... Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar... Yıllarca süren savaş... Ondan sonra, içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler... İşte Türk genel devriminin kısa bir özeti...” (1935)

Büyük çoğunluğu tarlada, fabrikada, tezgâhda, meslek, sanat ve hizmet alanlarında çalışmaya başlayan, küçük bir bölümü ancak ilk, orta ve yüksek öğretime katılma ve devam edebilme şansına ve imkânına sahip olabilen bu yarı çocuk, yarı genç nesiller başta Yüce Atatürk’ün olmak üzere bütün milletin ümitlerini temsil ediyorlardı.

Toplum gelecekle ilgili her atılımı, her oluşumu ve her ileri girişimi de onlardan bekliyordu. İnsanlık tarihinde hiçbir lider ve hiçbir toplum başarıya ulaştırdıkları kurtuluş hareketlerinin ve devrimlerinin sonuçlarını bu kadar kısa bir süre içinde genç nesillerine bırakmayı düşünmemiş, bırakma güvenini duymamıştı.

Yüce Atatürk, 1924 yılında: “Gençler; cesaretimizi güçlendiren ve devam ettiren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile, insanlığın üstün niteliklerinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli sembolü olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz...” sözleriyle duygularını açıklıyor, gençliğe olan güvenini belirtiyor ve gençlikten beklentilerini ortaya koyuyordu.

Atatürk, 1927 de “Nutku”nu: “Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen milli felâketlerin doğurduğu uyanıklığın ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu Türk gençliğine emanet ediyorum.” şeklinde bitiriyor ve bilinen “Gençliğe Hitabe”si ile tamamlıyordu.

Görev ve Sorumluluklar

Cumhuriyetin ilk nesillerinin hayatlarını ve kaderlerini üstlendikleri üç önemli görev ve sorumluluk yönlendirdi. Düşünce ve hayat tarzları büyük ölçüde bu görev ve sorumlulukların etkisi altında gelişti. Aralarındaki güç ve rekabet mücadeleleri görev ve sorumluluklarına verdikleri önem, gösterdikleri özen ve seçip, tanıdıkları öncelikler oranında arttı veya azaldı. Bu durum zaman, zaman ülkenin kalkınmasını engelledi, milletin kan ve kaynak kaybetmesine neden oldu.

Bu nesiller görev ve sorumluluklarını doğru bir şekilde algılamaları, anlamaları ve gereklerini yerine getirmeleri ölçüsünde başarılı oldular. Aksine bir tutum, davranış ve yaklaşım sergilediklerinde, başka görev ve sorumluluklar üstlenenlere boş alanlar bıraktılar. Milli varlığı, vatanın bütünlüğünü ve rejimi tehdit eden, yok etmek isteyenlerle karşılaştılar. Hayatları süresince cumhuriyetin gücünü sınayan ve her defasında üstlendikleri görev ve sorumluluklarda boşluk, güçsüzlük arayan hasım kuvvetlerle mücadele ettiler.

Sonuçta; Cumhuriyetin ilk nesilleri ülke bütünlüğünü korudular. Millet varlığına gereken önem ve özeni gösterdiler. Milli birliği ağır bedeller karşılığında da olsa devam ettirdiler. Uluslararası ilişkilerde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin onur ve saygınlığını korudular. Millet varlığının bir parçası olan ve cumhuriyeti kollama ve koruma görev ve sorumluluğunu bütün zamanlarda yerine getiren Türk Silahlı Kuvvetlerini devamlı güçlü tutmayı başardılar. Bu sayede vatana yönelen dış ve iç tehdit ve tehlikeleri önlediler. Ancak üstlendikleri görev ve sorumlulukları bütün özellikleri, anlam ve kapsamıyla tam ve gereği şekilde yerine getiremediler. Yaşayan ve doğmamış olan Türk nesillerine devretmek zorunda kaldılar.

Cumhuriyetin ilk nesillerinin, kısa bir süre de olsa, Atatürk’le birlikte yaşayanların görev ve sorumlulukları şunlardı:

1- Atatürk’ü anlamak ve O’nun emellerini gerçekleştirmek.

2- “Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri düzeyine çıkarmak, milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılmak, milli kültürümüzü çağdaş medeniyet düzeyinin üstüne çıkarmak.”

3- Öğretim ve eğitimden çeşitli nedenlerle yoksun kalan, sayıları onbinleri, yüzbinleri bulan, cumhuriyet nesillerinin sosyal, iktisadi, kültürel alanda gelişmelerini, sosyal güvenliklerini sağlayacak imkânlar, fırsatlar, kaynaklar hazırlamak ve bu yolda toplumda dayanışma ve adaleti gerçekleştirmek.

Zaman içinde bütün cumhuriyet nesillerinin görev ve sorumluluğu özelliğine sahip olacak bu görevlerden birincisi, bir anlamda Atatürk’ün en içten dileğini yansıtıyordu ve en önemlisi, en kapsamlısı ve diğer sorumlulukları yerine getirme güç ve imkânını verecek niteliğe sahip bulunuyordu.

Yüce Atatürk, 1937 yılında, bu nesillere: “Gençler; benim gelecekteki emellerimi üstlenen gençler... Birgün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnunum ve mutluyum. Buna cidden sevinmekteyim. Fakat beraber yaşadığımız müddetçe benim hedefime yürümenizi talep etmek, meşru bir hakkım olarak tanınmalıdır...” şeklinde sesleniyor ve sonsuzluk sürecine başlamadan yaklaşık bir yıl önce, bir anlamda, Türk Gençliğine milli ve ebedi vasiyetini yapıyordu.

İkinci görev, yaşayan ve doğmamış olan Türk çocuklarının ve cumhuriyet nesillerinin milli hedefleri niteliğini taşıyordu. Bu niteliği koruyarak zamanımıza kadar devam etti ve geleceğe yöneldi. Üçüncü görev, başlangıçta dar kapsamlıydı ve küçük bir gençlik kesiminin, çağdaşlarına olan borçları şeklinde anlaşılıyordu. Cumhuriyetin ilk nesilleri içinde eğitim ve öğretim fırsatını elde edenlerin, bunlardan yoksun kalanlara karşı milli ve vicdani bir yükümlülüğü gibi algılanıyordu. Ancak daha sonra bütün okumuş nesillerin bir vatan ve millet borcu durumuna geldi. Zamanımızda ise, önemli ve çözümü beklenen gerçek sorunlar dizisinin başlarında yer aldı.

Atatürk’ü Anlamak

Kısa bir süre de olsa Atatürk ile beraber yaşamak mutluluğunu paylaşan cumhuriyetin ilk nesillerinin dünyaları tek bir güç kaynağına bağlanmış görünüyordu. Düşüncelerini, hayallerini, ümitlerini, davranışlarını bu güç kaynağı yönlendiriyordu. Yaşadıkları ortamlarda bütün ilişkiler güzeldi, insancıldı, geleceğe yönelikdi. Hiçbir konuda, hiçbir durumda, hiçbir ilişki ve girişimde güvenlik kaygı ve korkuları yoktu. Genç, ihtiyar, kadın, erkek başları dik, gözleri ışıl ışıl, çevreleriyle ilgili, adımları ölçülü ve sertti. Köyde, kentte, evde, tarlada, fabrikada, okulda, tüm kamu hizmetlerinde, asker ocağında özgüvene dayanan sevgi, saygı, özveri, dayanışma ve kendine özgü bir bağlılık, düzen, disiplin ve durmak bilmeyen çaba ve çalışma vardı. Başta Cumhuriyetin merkezi, başkenti Ankara olmak üzere, işgalden kurtulmuş bütün bölge ve şehirlerde, köy ve kasabalarda hummalı bayındırlık faaliyetleri hızla devam ediyordu. Yıkıntılar ve yangın yerleri bir kaç yıl içinde olağanüstü çabalarla çağdaş bir yapılaşmaya kavuşuyordu. Yeni vatan demiryolları, köy ve şehir kara yolları, fabrika ve okul yapımlarıyla şantiyeyi andırıyordu. Bütün bu toplumsal hayatın ilişkileri, etkileşimleri, oluşumları bir enerji kaynağından besleniyordu. Birleştirici, toparlayıcı, harekete geçirici, güven verici ve hiç tükenmeyecek kabul edilen bu enerji kaynağı Atatürk’dü. Onun düşünceleri, açıkladığı fikirleri, ilkeleri, davranışları ve eylemleriydi. Atatürk, bu kurucu, yapıcı, geliştirici ve daima ileriye, çağdaşlaşmaya yönelen enerjiyi milletten, milletin vicdanından, inançlarından, çıkarlarından ve özlemlerinden alıyor; topluyor ve bir güç oluşturarak tekrar millete yansıtıyordu. Atatürk gerçeğinin en önemli özelliği de buydu.

Türk Millet Mücadelesine katılanlar, yeni vatanın, yeni toplumun, yeni devletin kuruluşunda kanları, emekleri, özverileriyle rol alanlar ve cumhuriyetin ilk nesilleri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Türklük, Türk Tarihi ve Türkiye açısından aşağıdaki şekilde anladılar. Bu anlayış daha sonra Atatürk gerçeğini açıklamada ilk ve temel bir bilgi kaynağı ve yaklaşımı oldu.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türklüğün ve Türk tarihinin en acı günlerinde geldi. Yok edilmek istenen bir milleti tarihi, dili, bütün özellikleri ve nitelikleriyle yeniden tarihi varlık alanına çıkardı. Türklüğe tarihin en onurlu, en saygın ve en yüksel devirlerini açtı. Türklük düşüncesine ve hayat tarzına sonsuz ve geleceğe yönelik ivme kazandırdı. Türk Milletinin bağımsızlığını, özgürlüğünü, özgüvenini sağladı. Ona yüksek bir insan toplumu olma aşkını ve şuurunu aşıladı. Yeni, milli, laik, çağdaş, ileri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurdu. Yeni bir hukuk düzeni içerisinde toplumun siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel hayatında yaptığı inkılâplarla sayısız özveriler ve kan pahasına elde edilenlerin korunmasını, geliştirilmesini, devamını gerçekleştirdi. Uluslararası toplumda ve ilişkilerde eşitliğe, barışa, milli egemenliğe ve insan haklarına, andlaşmalara uymaya ve karşılıklı saygıya ve anlayışa verdiği önem ve gösterdiği özenle yeni devleti dostluğu aranan ve vazgeçilmez olan bir konuma ulaştırdı.

Hayatı uzun veya kısa sürelerle O’nunla birlikte paylaşanlar Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü kronolojik olarak şu şekilde algıladılar, anladılar, tanımladılar, zaman, zamanda örnek aldılar:

Mustafa Kemal; Harbiye’deki öğrencilik yıllarında, arkadaşları arasında takım ruhunu geliştirmeye çalışan, cesur, atılgan ve heyecanlı bir haklar ve özgürlükler savaşçısıydı. Sürüldüğü Şam’da ilk defa karşı kaşıya geldiği Türk ve Türklük sorunlarının çözümünde akla, bilgiye, gerçeklere ve özveriye öncelik veren bir Türk Milliyetçisi oldu. Selânik’de ordunun kesinlikle siyaset dışı kalmasını ve siyasi hayata katılmamasını savunan bu nedenlede en yakın arkadaşlarından ve girdiği örgütlerden uzaklaşan öngörü sahibi gerçek bir asker özelliğine kavuştu. 31 Mart irtica olayında ordunun ciddi iç tehditlerle nasıl mücadele edeceği ve neler yapabileceği konularında ilk deneyimleri değerlendiren genç bir kurmay subaydı. Devletin topraklarına ve egemenlik alanlarına istilacı kuvvetlerin saldırılarını önlemek için mekân ve imkân şartlarına aldırmaksızın Trablusgarp ve Bingazi boğuşma alanlarına koşan bir asker mücahiddi. Bütün uyarılarına rağmen İmparatorluğun Büyük Harbe girmesi ve orduların harekete başlaması sırasında Sofya’daki rahat ateşelik görevini kendisine yakıştıramayan ve bir birlik başında muharebe meydanlarında bulunmak için görev isteyen vatansever, atandığı yer dahi bilinmeyen, kuruluş halindeki 19 ncu Tümenin kahraman birlikleriyle Arıburnu’na çıkan üstün düşman kuvvetlerini durduran ve Anafartalar da hezimete uğratan Komutan ve Çanakkale destanlarına geçen milletin Sarı Paşasıydı. Kısa bir süre sonra Doğu Cephesi’nde birliklerini en olumsuz konuşlandırma şartlarından kurtararak, Rusların son taarruz ve ümitlerini kırıp, vatan topraklarından çekilmelerini sağlayan özgüven ve kararlılık sahibi Ordu Komutanıydı. Yabancı bir devletin askeri şahıslarının ve birliklerinin bir ülkenin ordularından görev almasının ve o ülke topraklarında bulunmalarının ancak kendi çıkarları doğrultusunda o ülkeyi ve o ülke evlatlarını felâkete sürükleyeceğini açıklıyarak, Filistin Cephesi’nde Alman Komutanının emrinde çalışamayacağını bildirip, bütün geçmişini, meslek ve kazanımlarını tehlikeye atan örnek bir Türk, vatansever bir asker ve lider komutandı. Daha sonra aynı cephede Türk ordularını bugünkü milli sınırları belirleyecek şekilde toplayıp en az kayıpla, bu sınırlar içerisine çekerek yok olmaktan kurtaran Ordular Grubu Komutanı idi.

Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu ittifakın Dünya Harbi’nde yenildiği, Osmanlı ordusunun her tarafta zedelendiği, dağıtılıp, silahlarının alındığı, şartları ağır bir mütarekenin imzalandığı, uzun harp yılları içinde milletin yorgun, fakir ve ümitsiz düştüğü, İstanbul başta olmak üzere Adana, Urfa, Maraş, Gaziantep, Antalya, Konya, Zonguldak, Samsun ve nihayet İzmir ve çevresinin işgale, Anadolu’nun taksimine girişildiği, devletin iletişim, ulaştırma araçlarının ve yönetiminin işgal kuvvetlerinin denetimi altına alındığı, memleketin her tarafında hristiyan unsurların gizli, açık şekilde emellerini ve amaçlarını gerçekleştirmeye ve devletin bir an önce çökmesine çalıştıkları ve bütün bunlardan daha tehlikeli ve acısı milleti ve ülkeyi harbe sokanların kendi hayatlarını kurtarmak için kaçtıkları, düşman etkinliği altındaki padişahın, sadrazamın ve hükûmetinin aciz, onursuz, korkak bir şekilde işgal kuvvetleriyle işbirliği yaptıkları, aydınların çoğunun ve etkin kamuoyunun kurtuluş için yabancı bir veya iki devletin mandasını arayıp, talep ettikleri bir dönemde Türk milletinin onuruna, gururuna, vatan sevgisine ve yeteneklerine güvenen ve böyle bir milletin esir yaşamaktansa ölmesini yeğliyen bu nedenle “Ya İstiklâl, Ya Ölüm” paralosıyla ortaya çıkarak tek karar ve çözümün “Milli Egemenliğe Dayanan, Kayıtsız Şartsız, Bağımsız Yeni Bir Türk Devleti Kurmak” görüş ve sırrını taşıyan bir ışık, bir ruh, bir bayrak oldu. Milli vicdanın yüksek iradesine bağlı olarak milleti hür ve bağımsız, vatanı kurtulmuş ve dokunulmaz görünceye kadar çalışmak yemini ile İstanbul’u terkederek Samsun’a çıkan Türk Millet Mücadelesinin öncüsüydü.

“Vatanın bütünlüğünün, milletin bağımsızlığının tehlikede olduğunu, milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararının kurtaracağını” ilan eden “Devlet ve milletin mukadderatında milli irade söz sahibi ve hakimdir. Ordu, bu milli iradeye tabii ve onun hizmetindedir.” diyen, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile Türk Millet ve Kurtuluş Mücadelesini “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” çatısı altında örgütleyerek, haklı ve hukuki zeminlerde harekete geçiren meşru ihtilâlci bir liderdi. Millet iradesinin milletin mukadderatına egemen olmasını Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kurarak gerçekleştiren, yeni devletin temellerini, millet ordularını oluşturup iç ve dış düşmanlarla silahlı mücadeleye hazırlıyan ve bu mücadeleyi başlatan kurucu bir sivil kumandandı. İnönü’de milletin makûs talihini yenen, bütün olumsuzluklara rağmen yoktan varedilen birlikleriyle Türk’ün varlığını muharebe meydanlarında, kan ve ateş deryasında kanıtlıyan, bu birlik komutanlarını yönlendiren ve yöneten Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Başkanıydı.

Türk’ü yok etmeyi, Türk Atayurdu Anadolu’yu ele geçirmeyi amaçlayan güçleri ve Avrupa karşısında ikiyüz yıla yakın bir geri çekilmeyi Sakarya’da durduran, tarihe Sakarya Zaferini yazdıran ve Türk’ü dünya karşısında yeniden onura ve saygınlığa kavuşturan Gazi Başkumandandı. Zaferlerle vatanı kazanan, barışla Türk Milletinin varlığını, bağımsızlığını, dünyaya tanıtıp, kabul ettiren bir kurtarıcıydı. Yeni, milli, laik, ileri, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusuydu. Millet içinde, milletle birlikte yaptığı inkılâplarla zaferi, yeni vatanı, yeni toplumu, yeni devleti ebediyen güvenceye alan büyük ve eşsiz inkılâpçıydı. Türk’e tarih, Türk’e dil, Türk’e töre, Türk’e güven, Türk’e yükselme, Türk’e ilerleme aşkı veren, Türk’ü bilmeden anlaşılamayan Yüce Türk, Atatürk’dü.

Atatürk, bütün bu sıfat ve özelliklerinin ötesinde bir vatandaştı. Eseri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti idi. Düşünceleri, fikirleri, tutumları, davranışları, uyguladıkları, idealleri içinde olupta uygulayamadıkları yaşadığı zaman kesitinde ve uzun bir süre “Kemalizm” daha sonra “Atatürk’çü Düşünce” adı altında toplanmaya, tanımlanmaya, sistemleştirilip açıklanmaya, işlenmeye çalışılacaktı. Fakat, bütün bu uğraşıların dışında, Atatürk, milli bir ruh, milli bir ışık, milli bir enerji olarak düşünceleri, yaptıkları, ülküsü, hedefleri, yapamadıklarıyla ebediyen Türk Milletinin vicdanında, ruhunda, benliğinde yaşayacak, düşünce ve hayat tarzını yönlendirecek, Türk Milleti varoldukça, Atatürk yaşayacak; Atatürk’çü düşünce ve hayat tarzı var olup, devam ettikçe, Türk Milleti tüm güç ve yetenekleriyle ve özellikleriyle devam edecekti.

Cumhuriyetin ilk nesilleri onunla beraberken bunları anlıyorlar, duyuyorlar, yaşıyorlardı.

Atatürk’ü Anlatmak

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün davasını, ülküsünü, hedeflerini, ilkelerini, düşüncelerini, tutumlarını, davranış ve eylemlerini geleceğin Türk çocuklarına anlatmak görevi öncelikle O’nun kurtuluş mücadelesi ve inkılâp hareketleri arkadaşlarının ve cumhuriyetin ilk nesilerinin üstlendikleri kutsal ve milli bir sorumluluktu. Bu sorumluluk, Atatürk’ü anlatmakla eş zamanlı olarak, Türk Milleti’nin tarihini, kültürünü, özelliklerini, niteliklerini, bağımsızlık ve hürriyetleri için neleri yapabildiğini doğru ve gerçek kaynaklara dayanarak, bir bütünlük içerisinde, gelecek nesillere aktarmayı da kapsamına alıyordu. Türk Milleti anlaşılmadan Atatürk’ü; Atatürk’ü anlamadan Türk Milletini yeterince açıklamak zordu ve hatta imkânsızdı. Çünkü Türk Milleti kendi bağrından çıkardığı o yüce varlıkla özdeşleşmiş, Gazi Mustafa Kemal ise, millet davası, millet ülküsü, millet çıkarları, millet hedefleri, millet politikaları, millet özlemleri ve beklentileriyle yaşayarak ve yalnız ona hizmet ederek ATATÜRK olmuştu.

Bu vatansever mücahitler ve inkılâpçılar fani hayatlarını Atatürk’le paylaştıkları zaman kesitinde açıklanan görevlerini, özellikle, son yirmi yıl içerisinde (1918-1938) meydana gelen olayların, oluşumların, yapılan eylemlerin açıklanmasıyla hududlu bir şekilde yerine getirmeye çalıştılar. Bu süre içinde Türk Milletinin çektiği acıları, üzüntüleri, yoklukları, yıkımları, karşı karşıya kaldığı düşmanlıkları, girişilen mücadeleleri, katlanılan özverileri, kazanılan başarı ve zaferleri, yapılan devrimleri, ulaşılan olağanüstü sonuç ve gelişmeleri ve bütün bunların içinde yer alan, öncülüğü ve liderliğiyle rol oynayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü genç nesillere anlattılar.

“İnkılâp Tarihi Konferansları” - “Türk İnkılâp Tarihi Dersleri” - Türk Ocakları’nda ve daha sonra Halkevleri’nde, Halk Odaları’nda yapılan çalışmalar ve benzerleri, bu dönemin gençleri ve halkı bilgilendirme ve aydınlatma faaliyetleriydi. “Türk Tarihi” ve “Türk Dili” - “Türk Kültürünün çeşitli alanları” başta müzik, folklör, sahne ve plastik sanatları olmak üzere yapılan araştırmalar devam ediyordu. Atatürk’ün düşünceleri ve emelleri tümüyle bu anlatımlar içinde yer alıyor, yapılan çalışmalara, faaliyetlere ve araştırmalara yön veriyordu. “Kemalizm” - “İnkılâbın Ruhu” - “İnkılâbın İdeolojisi” ve benzeri başlıklı eserler, yerli ve yabancı yazarların Gazi Mustafa Kemal’i konu alan monografileri, özdeyişler ve bibliyografya denemeleri de bu dönemde görülmeye başlamışdı. İlk ve orta öğretimde okunmak üzere hazırlanan “Alfabe”ler, “Türkçe” ve “Tarih” kitapları ve özellikle liseler için “Tarih” ve “Bakalorya imtihanları özetleri” adlı eserler ve “Tarih I-IV.” dört ciltlik tarih, Cumhuriyetin ilk nesillerini Türk Tarihi, Türk Kültürü, Milli Mücadele, İstiklâl Harbi, Zafer ve Barış evleri, yeni devletin kuruluşu, inkılâplar konusunda bilgilendiren, aydınlatan, yönlendiren, ciddi, bilimsel çalışmalardı. Gerçekte Gazi Mustafa Kemal Atatürk, sağlığında, her millet ve memleket sorununda olduğu gibi Atatürk’ü Anlatmak konusunda da ilk öncü olmuş, en etkin görevi kendisi üstlenmiş ve yerine getirmişti. Nutukları, konuşmaları, bildirileri, yazıları, bütün özellikleri ile kayda geçmiş, belgelenmiş emirleri, görüşmeleri, davranış ve eylemleriyle geleceğin nesillerine ve tüm dünyaya “Atatürkçü Düşünceyi” kesin ve açık bir şekilde aktarmış, kurduğu cumhuriyeti olduğu gibi bunu da Türk gençliğine emanet ederek aramızdan ayrılmıştır.

Türk Milletine olduğu kadar bütün mazlum ve bağımsızlığı, hürriyetleri çeşitli nedenlerle yabancı güçler ve hatta bu güçlerle işbirliğinde bulunan yerli yöneticiler tarafından kısıtlanmış, yok edilmiş toplumlar içinde mücadele esas ve türlerini, kurtuluş ilkelerini, başarı ve zaferler için gereken azim ve kararlılığı, maddi ve manevi güçleri açıklıyan, Türk Millet Mücadelesini, İstiklâl Harbini, zaferi, barışı ve yeni devletin kuruluşu ile inkılâpları kapsayan ve elde edilen en önemli sonucun Türk gençliğine emanet edildiğini belirten, her yönden bir şaheser sayılan “Nutuk” adlı eseriyle “Atatürk”, Türk Milletini ve Gazi Mustafa Kemal’i yaşayan ve doğmamış olan nesillere anlatma görevinde, ilk ve en güçlü belgesel kaynağı hazırladı. 1927 Yılında Cumhuriyet Halk Partisi Kongresi’nde yaptığı 36 saat süren ve ilk defa okunan bu eser çeşitli tarihlerde ve şekillerde basılıp, yayınlandı. 1930 larda üç cilt olarak yeniden basıldı. Üçüncü cilt, “Nutkun” bir ve ikinci ciltlerinde açıklanan önemli olayların ve Gazi’nin çok yönlü mücadelesinin belgelerini kapsıyordu.

Gazi Mustafa Kemal, ilk baskı ve yayımı sırasında “Nutku” kendi maddi imkânlarıyla fransızca-ingilizce ve almancaya çevirterek yayınladı. Bu suretle eser dünyanın etkin kamuoyuna da sunulmuş oldu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün; 19 Mayıs 1919-10 Kasım 1938 tarihleri arasında geçen zaman süreci içinde, Üçüncü Ordu Müfettişi, bir millet ferdi olarak katıldığı, “Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” Başkanı, “Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” Heyeti Temsiliye Başkanı, Sivas Kongresi’nden sonra “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” Heyeti Temsiliye Başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Gazi Başkumandan ve Cumhurbaşkanı ünvan ve sıfatlarıyla yaptığı yazışmalar, açıkladığı bildiriler, Meclis Açış konuşmaları ve Meclis’te çeşitli konularda belirttiği görüşleri, demeçleri, yerli ve yabancı basın mensupları ve devlet adamlarıyla görüşmeleri ve nihayet yurtiçi gezilerindeki çeşitli etkinlikleri bir milletin varoluşunun, bir devletin kuruluşunun ve bunların güvence altında devam etmesi, gelişmesi ebedi kılınması için gereken fikri ve bilgi yığınağının, Atatürk’çü Düşüncenin, yaşayan ve doğmamış olan Türk nesillerine anlatımını, intikalini sağlamaktadırlar. Bütün bunlar arşivlerde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açık-gizli tutanaklarında, zamanın yerli ve yabancı gazetelerinde, ajans bültenlerinde ve benzeri kaynaklarda yer almakta ve korunmaktadırlar.

Yüce Atatürk, 1929 da: “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir...” diyerek “Atatürk’ü Anlamak”tan anlaşılması gereken temel özelliğe değiniyordu.

Yüce Atatürk, 1931 yılında: “İki Mustafa Kemal vardır; biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, O’nu “ben” kelimesiyle ifade edemem. O, ben değil, bizdir. O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben onların rüyasını temsil ediyorum. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur...” sözleriyle de “Atatürk’ü Anlatmak”dan gerçek amacının ne olması gerektiğini açıklıyordu.

Sonsuzluk Sürecinde

ATATÜRK’ü Anlamak ve Anlatmak

10 Kasım 1938 günü etten ve kemikten olan Mustafa Kemal öldü. Yaratılan her canlı gibi O’da doğdu, yaşadı ve öldü. Sonsuzluk sürecine başladı. 62 Yıldır Türk Milleti Mustafa Kemalsiz, Atatürk’le yaşıyor. Ebediyete kadar da O’nunla yaşayacak.

ATATÜRK, Türk Milletine özgüven verdi. Eseri, yeni, milli, laik, çağdaş, ileri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. İnkılâplarıyla yeni bir Türk çağı açtı. Türklüğe ve Türk Dünyasına sahibi olduğu binlerce yıllık tarihini ve kültürünün olağanüstü değerini gösterdi. Diline, örfüne, kültürüne, töresine bağlılığın ve bunları koruyup, geliştirmenin inanılmaz gücüne işaret etti. Bağımsız ve özgür bir hayatı kazanmanın, onurlu ve saygın bir millet olmanın ilk örneğini ortaya koydu.

ATATÜRK, en değerli ve en önemli mirası olarak, Türk çocuklarına milleti sevmek, millete inanmak, millete güvenmek, milletle gururlanmak, milletle sevinmek, milletle kaygılanmak, millete hizmet etmek ve gereğinde millet uğruna feda olmak dersini verdi. Hayatın bütün olaylarına, oluşumlarına, gelişmelerine müsbet ilim yöntemiyle yaklaşmalarını, bilgili ve bilgi üreten vatandaşlar olarak yaşamalarını önerdi. Türk olarak doğmanın ötesinde, Türk gibi düşünmenin ve yaşamanın gereğini, gücünü ve erdemini öğretti. Gazi Mustafa Kemal yaşarken milletinin içten sevgisine, bütün varlığını onun uğrunda ortaya koyabilecek bağlılığına, iradesini ve mukadderatını O’na teslim edecek güvenine, korkusuz ve çıkarsız saygısına sahip oldu. Sonsuzluk sürecinde Atatürk, açıkladığı düşünceleri, ilkeleri, gösterdiği hedefleri, her alanda izlediği politikaları ve bıraktığı emanetleriyle milleti ve insanlık dünyası için hergün daha fazla aranan, anlaşılmaya, anlatılmaya çalışılan ve boşluğu duyulan bir lider, bir ruh, bir enerji konumunu korudu.

O’nun ölümünden kısa bir süre önce gençlik, 23 Nisan 1938 tarihinde Ulu Önder, Kurtarıcı, Büyük Atatürk uğrunda ebedi andını içti:

“Ey varlığımızı yaratan, yapan sevgili Atatürk !..

Açtığın yolda, gösterdiğin kutsal amaçta hiç durmadan yürüyeceğimize ve bu uğurda kanımızı güle güle akıtacağımıza söz veririz.” diyordu.

Atatürk, gençliğin bu andını Dolmabahçe Sarayı’nda hasta odasında, hemen hergün, Boğaz’dan geçen gemilerde, kendisini selâmlıyan gençlerin ağzından dinleyerek fani hayata gözlerini yumdu.

1938 Yılının acılarla dolu, matemli 11 Kasım akşamı Taksim meydanını dolduran binlerce Türk çocuğunun ağzından şu and fışkırıyor, dalga, dalga bütün ülkeyi sarıyor, dünyayı etkiliyordu.

“Biz, Türk gençliği, Ata’sının bıraktığı mirasa, O’nun Cumhuriyetine, O’nun İnkılâplarına, O’nun kudretli ve kuvvetli rejimine daima sadık, toprağına kanımızı, istiklâline canımızı vermeye şerefimiz, gençliğimiz, namusumuz ve Türklüğümüz namına bu yüce abidenin önünde söz verip and içiyoruz...”

Bugün bütün dünya, dost ve düşman herkes o günlerde içilen andların, verilen sözlerin nesilden, nesile aktarılıp, tazelenerek, büyük bir sadakat, özveri ve kararlılıkla yerine getirildiğini görüyor. Türk’e, Yüce Atatürk’e bağrından çıktığı aziz milletine ve eseri olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, ilke ve inkılâplarına yapılan sürekli saldırıların ve durmak bilmeyen sınamaların sonuçsuz kaldığına tanık oluyor. Ancak hiçbir zaman Türk çocuklarındaki, Türk ailelerindeki bu tılsımlı karşı koyma gücünü çözemiyor. Atatürk’ün, millet, milletin Atatürk olduğunu anlamıyor.

Durum

Bugün, “Atatürk’ü Anlamak ve Anlatmak” görev ve sorumluluğumuzu yerine getirip, getiremediğimiz konusunda durum nedir ?

Bu soruya doğru cevabı verebilmek için başta cumhuriyetin yaşayan ilk nesilleri olmak üzere ülkenin aydın kamuoyunu temsil eden her Türk vatandaşının kendisine şu iki soruyu sorup, cevaplandırması gerekmektedir.

Yüce Atatürk’ün sonsuzluk sürecine başlamasından sonra:

1- Atatürk’ün davası, ülküsü, milletinin çıkarları ve ona gösterdiği hedefleri, izlediği politikaları, uyguladığı stratejileri konularında ve düşünceleri, ilkeleri, memleket ve millet sorunları karşısında tutumları, davranışları, yaptıkları, yapmak istedikleri hakkında cumhuriyetin yeni nesillerini gerektiği şekilde aydınlatabildik mi ? Onları yeterli bilgilerle donattık mı ?

2- Cumhuriyetin yaşayan ve doğmamış olan nesillerine, Yüce Atatürk’ü anlamaları ve anlatabilmeleri için, hemen ve kolaylıkla ulaşabilecekleri, rahatlıkla görüp, okuyabilecekleri ve anlayabilecekleri temel bilgileri, kaynakları hazırladık mı ? Ve bunları onların hizmetine sunabildik mi ?

İşte bu sorulara en içten ve bütün gönül rahatlığı ile olumlu cevaplar verebiliyorsak görevimizi yapmış, aksi halde sorumluluğumuzu yerine getirememiş sayılmalıyız.

Atatürk’ü Anlama ve Anlatmada

Bilgi Kaynaklarını Hazırlama Görevi

Gazi Mustafa Kemal’i ölümünden sonra, cumhuriyetin genç ve doğmamış nesillerine Atatürk’ü anlamaları ve anlatabilmeleri için hemen ve kolaylıkla ulaşabilecekleri, rahatlıkla okuyup, anlayabilecekleri temel bilgi kaynaklarını hazırlayıp, sunma görevimizi yerine getirebildik mi ? Kısaca, “Atatürk’çü Düşünce” başlığı altında toplanacak bilgilerle, genç nesillerin doğrudan bağ ve bağlantı kurabilecekleri O’nunla ilgili kaynakları, belgeleri hazırlama ve sunma görevimizi tam olarak yapabildik mi ?

Yüce Atatürk’ün sonsuzluk sürecine başlamasından günümüze 62 yıl geçti. Bu süre içinde tonlarca kağıt, onbinlerce kilo mürekkep tüketerek ve hiçbir ölçüye sığmayacak alınteri, fikri emek, göz nuru vererek sayıları binleri geçen eserler, makaleler yazdık, yayınladık. Araştırmalar, incelemeler yaptık. Süreli yayınlar çıkardık. Boy, boy resimli kitaplar, albümler, afişler, posterler, broşürler, sempozyumlar, konferanslar, seminerler düzenledik.

Bütün bu çabalara ve çoğunluğu ile büyük bir sevgi ve bağlılıkla gönülden yapılan çalışmalara, özveri ve inançla dolu faaliyetlere rağmen, bugüne kadar:

1- Atatürk tarafından doğrudan ve dolaylı olarak oluşturulmuş ve onunla ilgili tüm özgün belge ve kaynakları bir araya toplayarak tasnif edip değerlendiren ve elektronik ortama da aktarılarak gençlerin ve dünyanın hizmetine sunulmuş bir Atatürk Arşivi kuramadık.

2- O yüce varlığın yazdıklarından, yazdırdıklarından ve hakkında yazılmış, yerli ve yabancı eserlerden, süreli yayınlardan, harita ve paftalardan, albüm ve resimlerden, görüntü ve ses kayıtlarından ve benzeri kaynaklardan meydana getirilmiş bir Atatürk kütüphanesi açamadık.

3- Türk İnkılâbını bütün anlam ve kapsamıyla gözler önüne serecek bir İnkılâp Tarihi Müzesi ortaya koyamadık.

4- Yüce Atatürk’ün “Nutuk” adlı üç ciltlik şaheserine gereken ilgi ve özeni gösteremedik. Çoğunlukla okumadık, anlamadık. Öz ve ruhuna dokunmadan, aşırılıklara kaçmadan genç nesillerin anlayabilecekleri sözcükler, deyimler, kavramlar kullanarak ne işleyebildik ne de bu yönde yapılanları özendirdik, destekledik. Dünyanın etkin kamuoylarının yararlanacakları şekilde yabancı dillere çevirip yayınlayamadık. Dahası son yirmi yıl içinde ihtiyacı karşılayacak kadar dahi basılıp, okumak isteyenlerin ve gençlerin hizmetine sunamadık.

5- Atatürk’ü çok sevdik. O’na içten bağlandık. O’nun için ağladık, ağıtlar yaktık. Şiirler, destanlar yazdık. Besteler yaptık. Filmler çektik. Trenler gezdirdik. Anıtlar ve heykeller diktik. O’nun yokluğunu, eksikliğini bütün zamanlarda ve milli varlığımızı ilgilendiren bütün olaylarda, eylemlerde hissettik. Varlığımızın, Türklüğümüzün devamının, güçlenerek gelişmesinin, bekâsının, O’nun ilkelerine, inkılâplarına bağlı olduğuna inandık. Gösterdiği hedeflere duraksamadan yürümeyi ve çağdaşlaşma ülküsünün önüne çıkan ve çıkacak olan bütün engelleri aşmayı öğrendik.

Ancak, Atatürk’ün düşüncelerini, fikirlerini, ilke ve hedeflerini, kısaca “Atatürkçü Düşünceyi” kapsamına alan kaynakları genç nesillerin yararına sunmak için gözümüzün önünde, elimizin altında duran ve çok az bir emekle ulaşabileceğimiz doğru ve gerçek belge hazinelerine gereken ilgi ve duyarlılığı gösteremedik. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başta “Nutku” olmak üzere Türk harflerine çevrilmiş “Söylev ve Demeçlerini” - “Tamim, Telgraf ve Beyannamelerini” - “Türkiye Büyük Millet Meclisi Açık ve Gizli Oturum Tutanaklarını” Cumhurbaşkanlığındaki “Atatürk Arşivindeki Belgelerini” - Stratejik Etüdler ve Harp Tarihi Dairesi’ndeki “Milli Mücadele ve İstiklâl Harbi Belgelerini” - Milli Mücadele, İstiklâl Harbi ve Cumhuriyetin ilk onbeş yılı içinde basında, ajanslarda, “Ayın Tarihinde” yer alan konuşmalarını, demeçlerini, görüşlerini birçok anılarda, eserlerde yeralan özdeyişlerini, düşüncelerini, öz ve ruhlarına dokunmadan, üslubuna özen göstererek gençlerin kolaylıkla okuyup, anlayabilecekleri türkçe sözcükler, deyimler ve kavramlarla işleyip hazırlıyamadık. Her sayfasında O yüce varlığın yer aldığı “Atatürk ve Türk Devrimi Kronolojisi”ni, benzeri çalışmaları, çok değerli biyografik araştırmaları, “Tarihi Belge Yayınlarını” - otuz yılı aşan bir süre belirtilen görevi yerine getirmeye çalışan ve her sayısında, başyazarı ATATÜRK olan “Belgelerle Türk Tarihi Dergisi”nin hazırlayıp sunduğu belgeleri yeterli ilgiden, gereken özen ve destekten yoksun bıraktık.

Ne yaptık?

“Atatürkçü Düşünceyi” genel olarak ikinci, üçüncü elden, hatıralardan, söylenenlerden, gerçek ve doğru olmayan kaynaklara dayanan eserlerden, çıkarlarını ve tutkularını O yüce varlığın ismi arkasına sığınarak tatmine çalışanların yazılarından, kendilerini “Atatürkçü” ilan edip, Atatürk’ü-milletten, milleti-Atatürk’ten soyutlamaya çalışan sözde bir kısım aydınların kitaplarından, makalelerinden, söyleşilerinden öğrenmeye alıştık. Son zamanlarda Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili herşeyi yabancıların görüşlerine, değerlendirmelerine, yazdıklarına ve eserlerine öncelik vererek ve onları kaynak göstererek anlamaya, anlatmaya başladık. O kadar ki, bu tutum ve davranışlarımızla genç nesillerin, karşısına yeni bir sözde “Atatürkçü aydın” tipi çıkardık. Bunları da her vasıta ve imkânı kullanarak özendirdik. Yaptıklarını yaydık. Ve yaptıklarımızla övündük.

EY YÜCE TÜRK, ATATÜRK

Seni tanımak, seni tanıtmak, seni anlamak, seni anlatmak, seninle yaşamak ve sana ulaşmak için bu kadar uğraşa, çabaya, emeğe, külfete gerek var mı ?

Senin erdemin, özverin, kahramanlığın, uğruna herşeyini adadığın ve hayatını verdiğin davan, ülkün, milletin için ortaya koyduğun hedeflerin, ilkelerin, emellerin, insan onuru, saygınlığı, özgürlüğü için açıkladığın görüşlerin, insanlığın barış, mutluluk ve refahı doğrultusunda önerdiğin düşüncelerin, tutumların, davranışların, yaptıkların ve yapmak istediklerin, bağımsızlıklarını, hürriyetlerini sağladığın, onlara milli hududları içerisinde bir vatan, çağdaş, ileri, laik bir devlet, bir tarih, bir dil, saygınlık ve özgüven verdiğin millet evlatlarının kalplerinde ve zihinlerinde yazılı değil mi ?

Gerçekte Türk’e düşman olan, Türk’ü güçsüz, etkinsiz kılmak isteyen, yok etmeye çalışan rakiplerinin, hasımlarının ve tutkuları, çıkarları uğruna seni inkâra kalkışanların, durmak bilmez sınamalarla etkinliğini ölçmek isteyenlerin karşısında senin düşüncelerini öğrenmek ve seni anlamak ve anlatmak isteyenlerin vicdanlarının sesini dinlemeleri yetişmiyor mu ?

EY YÜCE ATATÜRK,

Sonsuzluk sürecine başladığının bu yetmişinci yılında sana yaşadığın günlerden daha çok ihtiyacımız olduğunu duymuyor musun ?.. Seni milletinden, milleti senden koparmak isteyenlerin karşısında bütün evlatlarınla birlikte, yeni Sakarya Zaferleri yapmamızı mı bekliyorsun ?

SANA SELAM, SANA SAYGI, SANA ŞÜKRAN VE SANA MİNNET AZİZ ATAM.

* "E.Z.ÖKTE- Atattürk'ü anlamak ve Anlatmak"

 
Toplam blog
: 92
: 956
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Ülkemin içinde bulunduğu ve gitmekte olduğu yerden rahatsızım. Atatürk ilke ve devrimleri doğrult..