Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ocak '09

 
Kategori
Güncel
 

Atilla Olgaç sadece içindeki "kılıç kurdu" nu değil Ergenekon'un sınırlarını da açıklamış oldu!

Atilla Olgaç sadece içindeki "kılıç kurdu" nu değil Ergenekon'un sınırlarını da açıklamış oldu!
 

Milliyet internet gazetesinden


Hüssrev Ağa koltuğunda rahat ve kendinden emin bir şekilde oturmuş Baron'la ileri-geri konuşmaktadır. Bir anda sesi kesilir ve bakışları matlaşır...

Hüsrev ağa'nın konuşmasından rahatsız olan "Kılıç"ın sigortaları atmış, daha önce defalarca kullandığı kılıcını çekmiş ve Hüsrev Ağa'nın koltuğunun arkasından kılıcını saplamış, kılıcın ucu Hüsrev Ağa'nın karnından dışarı çıkmıştı...

Ekran karşısındaki bizler iliklerimize kadar ürperirken Kılıç'ta en ufak bir değişim olmamıştı. Kahvaltı ya da tuvalet gibi sıradan bir iş yapmıştı sanki. Hatta için için bir tatmin duygusu yaşıyor gibiydi!

Atilla Olgaç bir aktördü ama "Kılıç" rolünü gerçek gibi oynamıştı. Yoksa Kılıç, Atilla Olgaç'ı mı oynamıştı aslında?

Gerçek hayatta da içerisinde bir "Kılıç kurdu" canavarı hep varmış gibi...

Hani bilirsiniz, koyun sürüsünün içine giren bir ayı içlerinden en iyisini seçer alır ve gider. O koyunla karnını doyurur. Geri kalan koyunlara hiç zarar vermez. Ama aynı sürüye bir kurt girerse iki saat içerisinde tek bir canlı koyun bırakmaz. Bu nedenle Anadolu'da kurta "canavar" denilir"

Karnını doyurmak değil öldürmekten zevk olmaktır söz konusu olan!

Atilla Olgaç'ın anlattıkları hayal de olabilir, gerçekte... Bu onun içerisindeki canavarı göstermesi bakımından hiç de önemli değildir.

Anlatılanlara bakılırsa, Atilla Olgaç'ın canı çok kıymetli... Öldürülmek korkusundan tır tır titriyor... Esir Rum askerler getiriliyor. Birisinin elleri arkadan bağlı yani tamamen savunmasız. Cesareti ancak ona yetiyor ve alnının ortasından vuruyor. Biraz alışıyor, kendisine cesaret geliyor ve elleri bağsız ama silahsız diğer dokuzunu da vuruyor!!!

Bir alıştırma gibi... Nasıl ki bir çıta büyüyen yavrularını ava alıştırmak için bir ceylan yavrusunu yakalayıp, öldürmeleri için yavrularına teslim ediyorsa... Öyle bir şey işte!

Ama Atilla Olgaç yine de alışamıyor. Ölüm korkusu galip geliyor. Araya torpiller giriyor, patetes, soğan soyma işi onun için kurtuluş oluyor! Onu da beceremiyor olacak ki, 20 gün sonra geri alınıyor.

Hiç değilse cephede yarı aç- yarı tok savaşan, yaralanan, şehit düşen kahramanların karınlarını doyurmaya katkısı olsaydı keşke...

Atilla Olgaç'ın amacı gündeme gelmek miydi, bilemiyorum ama Ergenekon tartışmalarının dalga dalga tırmandığı bir ortamda onun bu talihsiz açıklamaları gerçekte Ergenekon'un sınırlarını da göstermekteydi...

"Ergenekon'u savunmak demek..." (1) başlıklı yazımda da ifade ettiğim gibi, Ergenekon kısaca hukuksuzluk ya da hukuksuzluğun örgütlenmesi demektir.

İnsan ilişkilerinin olduğu her yerde olduğu gibi savaşın da hukuku vardır. Türkiye, uluslararası anlaşmalardan doğan "Garantörlük" hakkı için Kıbrıs'a çıkarma yapmıştı. Adadaki meşru düzene darbe yapıp yönetimi ele geçiren ve sırf Türk ve Müslüman oldukları için savunmasız insanları öldüren yani hukuk dışına çıkan "Rum Ergenekoncuları"nı durdurmak ve hukuku yeniden tesis için oraya gidilmişti. Zaten adı da "Kıbrıs Barış Harekatı" olarak konmuştu.

Haklarımızı ve soydaşlarımızı koruduğu için kutsal bir savaştı. Cephede ölmek de vardı öldürmek de... İkisi de meşru ve kutsanmıştı. Ama cephede öldürmek ne kadar meşru ve yüceyse, teslim olmuş veya teslim alınmış insanları cephe gerisinde öldürmek de o ölçüde gayri meşru ve alçakçaydı. Düşünün, onlar, kendilerini teslim alanları öldürmeye çalışıyorlardı. Belki de arkadaşlarından öldürdükleri veya yaraladıkları vardı. Bu psikoloji içerisinde onları teslim alanlar öldürmüyorlar, getirip size teslim ediyorlar ve siz büyük bir maharetle bu savunmasız insanları öldürüyorsunuz!

Uluslararası savaş hukukuna da aykırı, dinimize da aykırı bir durum...

Yani hukuksuzluk... Yani Ergenekon...

Hala Ergenekon efsane midir, hikaye midir yoksa masal mıdır, diyenler için iyi bir örnek...

Kıyaslamak gerekirse; ülkemizin bütünlüğüne, milletimizin birlik ve beraberliğine kasteden teroristlere karşı savaşmak meşrudur. Bu uğurda ölenler şehit, kalanlar gazidir. Millet olarak onlara minnet borcumuzu ödememiz mümkün değildir. Ama bu mücadeleyi yapanlardan bazıları meşru sınırı aşıp olayı bir kimlik sorununa getirip, kin ve nefrete sebep olacak eylemler yaparak asırlarca birlikte yaşamış ve kaynaşmış iki halkı birarada yaşayamaz noktaya sürüklemiş iseler onlar için aynı şeyleri söyleyemeyiz. Örneğin silahsız terorist yakınlarını evlerinden alıp tenhada kurşuna dizmek gibi. Bu açık bir hukuksuzluktur. Hukuk devletinde cezayı ancak Yargı verebilir. Hukuk dışına çıkış münferit olmanın ötesinde örgütlenmişse ve kişisel servet edinmeye yönelmişse açık bir Ergenekon var demektir.

Bunun gibi, kendince vatanseverlik duygusuyla hareketle, beğenilmeyen bir iktidara karşı her türlü demokratik mücadeleyi yapmak meşru iken, bunu antidemokratik yollarla yapmak, vatanseverlik adı altında kişisel menfaatler düşünmek, bu amaçla provokatif eylemler organize etmek, hazırlıklar yapmak, silahlanmak ve örgüt kurmak yine Ergenekon'dur.

Rum'un, İsrail'in "Ergenekon"larının olması bizim de "Ergenekon"umuz olmasını mazur göstermez. Esas ve erdemli olan Ergenekon'un hiç olmaması yani "Hukukun üstünlüğü"dür.

(1) http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=122282

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..