Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Aralık '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Avant de nous dire adieu…

Avant de nous dire adieu…
 

Görsel kaynak: abiyeelbiseler.net


Çok güzel bir kadındı.

Loş ışıkta bana doğru yaklaştıkça güzelliğini daha çok fark etmeye başladım.

Güzelliğinin ötesinde çok zarif, çok şıktı. 60’ lı yaşlarının olgun güzelliğini kıyafetleriyle bütünlemiş, evden çıkarken tiyatroya gider gibi hazırlanmıştı…

Öyleydi ya…

Gün içinde evin işleriyle uğraşan sıradan güzellikteki kadınlar, akşam olup da bambaşka bir güzelliğe ve şıklığa büründüklerinde, görenler “tiyatroya mı gidiyorsunuz?” diye sorarlardı.

Zarif, güzel ve şık kadın çantasını karıştırırken “evet şekerim, geçen hafta almıştık biletleri” diye yanıt verir, diğeri merakla “hangisine?” diye sorardı. Diğeri “Küçük tiyatroya” diye yanıt verdiğinde komşu önce “a-a, çok güzel bir piyes. Biz de gitmiştik” diyerek güzel gecenin müjdesini verirdi.

60’ lı yılların sonlarından hatırladığım bu sahne şimdilerde ne kadar uzak geliyor bizlere değil mi?

Tiyatroya giden aileler…

Tiyatroya giderken çok şık giyinen hanımlar, beyler ve sıkı sıkı tembihlenen şık haşarı çocuklar… Tanrım ne kadar uzakta kaldılar! Şimdilerde tiyatroya neredeyse pijamayla gelen insanları düşünüyorum da…

Çarşının loş aydınlığında gördüğüm kadın beni bir anda yıllar ötesine götürüvermişti.

İyi bir gözlemci siyaha boyanmış saçlarını (yılların verdiği alışkanlıkla) kendisinin yaptığını hemen anlardı. Üzerinde (yeni olmayan)çift sıra düğmeli, siyah, şık bir pardösü, boynunda mavi renkli kenarları işlenmiş ipek bir fular, diz üstü siyah bir etek, koyu renk çoraplar ve siyah topuklu ayakkabılarıyla sanki eski bir “Burda Model” mankeniydi.

Elindeki eski model ama pırıl-pırıl çantası ve saçlarının arasında (çerçevesinde beş adet Beyoğlu taşı olan) siyah güneş gözlükleri vardı.

Bana doğru yaklaştıkça yüzündeki hüznü fark etmeye başladım. Arkasından gelen arkadaşlarından ve kendisine çok benzeyen bir kızdan uzaklaşmış ( belli ki onların aralarındaki hararetli konuşmadan kaçmış) vitrinlerdeki objeleri seyrediyor, dükkânların önündeki eski objeleri eline saygıyla alıp, saygıyla yerine koyuyordu.

Bir ara bir sepetin içindeki eski siyah-beyaz fotoğraflara takıldı. Hepsini tek-tek incelemeye başladı. Yüzündeki hüzün giderek büyüyordu. Bir ara kimselere belli etmeden göz kenarlarını sildiğini fark ettim.

Çarşının içinde çalan Zeki Müren’ in radyoevi kayıtları onu kim bilir nerelere götürmüştü. Zeki Müren sustuğunda derin bir iç çekti. Bir dükkân sahibi kapının önündeki pikaba yeni bir uzunçalar (LP) plak koydu.

Çarşının içinde plak cızırtısı yankılanmaya başladığında irkildi. Dönüp pikaba baktı. Yüzüne tatlı bir gülümseme yayıldı. Anılara yaptığı yolculuğun (belki de) en güzel durağındaydı.

Az sonra çarşının içinde Mireille Mathieu’ nun romantik sesi yankılanmaya başladı. Bir anda eliyle (hayret eder gibi) ağzını kapattı.

Kendisine benzeyen kız hızlı adımlarla yanına geldi, sarıldı. Gözlerinden sicim gibi akan yaşlarla birlikte şarkıya eşlik etmeye başladı. Onun sesine kulak kesildim, şarkıyı mükemmel bir Fransızca aksanla söylüyordu.

Arkadaşları etrafına doluştular. Zarif bir mendille ve zarif hareketlerle gözlerini sildi. Gülümsemeye çalıştı. Etrafındakiler de buruk gülümsemelerle ona destek vermeye çalışıyorlardı.

Belli ki eski bir yaranın kabuğu ansızın kalkıvermiş, canı yanmıştı.

Çarşının içinde romantik Fransızca melodiler yankılanırken hep birlikte ağır adımlarla bana yaklaştılar.

Onun yüzüne nasıl baktıysam bir anda içini dökme ihtiyacı duydu.

- Buralar beni çok eskilere götürdü. Her yerde eskiden kullandığımız eşyalar dolu. Bir de bu müzik…

- En de Mirellle Mathieu hayranıydım. Bu plak beni de uçurur götürür…

- Sahi mi? En çok hangi şarkısını seversiniz.

- Hepsini, ama en çok…

O sırada yeni bir şarkı başladı. Çarşının içinde “un histior d’amour” yankılanmaya başladı. Güldüm; “işte bunu” dedim. Dost elini omzuma koydu, okşadı.

İpek mendille göz pınarlarını kuruladı.

- Kusura bakmazsanız size bir şey soracağım. Şurada eski fotoğraflar gördüm, satılıyor mu onlar.

- Evet efendim, 2 liraya satıyorlar.

- Ama kim, neden alıyor bunları.

- Herkes bu soruyu sorar. Değişik nedenlerle alıyorlar, kimi koleksiyon yapıyor, kimi giysi modeli, kimi saç modeli için… Kimisi de akrabalarını görüp alıyor. Kendi sünnet fotoğraflarını bulan bile var.

- Ama çok acı bir şey bu…

- Evet öyle. Herkes bu tepkiyi verir, ben de size herkese verdiğim yanıtı vereyim mi?

- Lütfen.

- Buraya girerken çarşının tabelasını okudunuz mu?

- Evet.

- Orada antikacılar çarşısı yazar.

- Evet yazıyor.

- İşte ben o tabelayı antik acılar çarşısı diye okurum efendim…

Hepsinin yüzüne acı bir gülümseme yayıldı.

Vitrindeki bir-kaç objeyi satın aldılar. Hediye paketleri Fransa’ ya gidecekti. Satıcı objeleri balonlu naylonlara sıkı sıkı sardı.

Parasını öderken yeni bir şarkı başladı. Bir an duraksadı. Kendisine benzeyen kıza döndü.

- Babanın en sevdiği şarkıydı.

Ben lafa girdim.

- La Paloma adieu.

- Qui, monsieur. Ah, pardon evet diyecektim…

- Ben de çok severim.

Kızı hüzünlendi. Göz pınarlarını sildi. Kadın bana döndü:

- Çok oldu kaybedeli, ama acısı hala şuralarda duruyor. Ruhum sızlıyor sanki. Uzaktan duruşunu size benzettik. Bizi siz hüzünlendirdiniz aslında.

- Çok üzüldüm…

- Yok üzülmeyin. Bize tatlı anlar yaşattınız. Ruhum sızlasa da…

- Eğer ruhlar âşıksa birbirlerine, insan da ruh taşıdığını farkındaysa eğer, bir de sevgiyi halâ alıp-verebiliyorsa insan, sızlayan ruh olmuyor da kalbimiz oluyor diye düşünüyorum efendim. Çünkü ruhlar daima birlikteler…

Duraksadı. Gözlerini daldırıp düşündü. Kızına döndü:

- Fransızca melodileri sevenler hep mi böyle şair ruhlu oluyorlar dersin? Baban gibi konuştu, değil mi?

Kız hiçbir şey söylemeden bir süre kolumu sımsıkı tutup, bıraktı. Göz pınarlarını kurulama sırası bendeydi.

Kadın çantasından bir not defteri ve dolmakalem çıkarttı:

- Rica etsem söylediğiniz cümleyi buraya yazar mısınız? Ayrıca adınızı ve tarihi yazmanızı da rica edebilir miyim?

Yazıp verdim. Çantasına dikkatlice yerleştirdi. Teşekkür etti. Elini uzattı. Tokalaşırken bir cümle daha söylemek ihtiyacını duydum.

- Yaşarken değerini bildiyseniz ve ona kendisini sevdiğinizi söylediyseniz, o sevildiğini bilerek gitmişse eğer, kalbiniz de sızlamasın efendim. Onun için yapılabilecek her şeyi yapmışsınız demektir…

- O bana adieu dediğinde bile sevdiğimi söylemiştim…

Öykü düşündüğümden de kırık bir öyküydü anlaşılan… Hiçbir şey diyemedim. Yürüyüp gittiler, çarşının kapısından çıkarlarken hepsi birden geri dönüp el salladılar. Ben de el salladım…

Sonra düşündüm:

Sevdiklerimizin değerlerini yaşarken bilebiliyor muyuz acaba?

Onlara arada bir “seni seviyorum” diyebiliyor muyuz?

Yoksa tüm güzel cümleleri adieu dedikten sonra mı söylemeyi tercih ediyoruz…

Gitmeden duymalı insan… Kendisi hakkında söylenebilecek en güzel cümleleri gitmeden duymalı…

 
Toplam blog
: 90
: 2099
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Yaşayacağım yıllar yaşadıklarımdan daha az... Öyleyse "adam gibi yaşamalı" diye düşünüyorum. Kola..