Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mayıs '08

 
Kategori
Haftasonu
 

Ay(ı)tepe'de Trekking...

Ay(ı)tepe'de Trekking...
 

Nefes nefese kan ter içinde yaptığınız bir tırmanışta, kalp atışlarınızı tüm vücudunuzda hissediyorsunuz. Tırmandığınız dik yamacın ortalarındasınız, başınızı yukarı kaldırıp baktığınızda yamacı süsleyen sık ağaçların arasında, içinize çektiğiniz oksijen miktarının tavan yaptığını hissediyorsunuz. Şehir, telaş, stres, iş, gürültü ortamından; sadece kendi kalbinizin ritmini duyduğunuz bir orman yürüyüşünün içine düşmüşsünüz.

Trekking; sadece dağ tepe tırmanmak değil tabiki! Trekking; ormanda yaptığınız bir yürüyüş sırasında, ‘bir yağmur gününe rastlamışsanız (ki ben rastladımJ)’; yağmur damlalarının, üzerinizde uzanan ağaçların yapraklarına takılıp sizi ıslatamaması. Trekking; yeni tanıdığınız insanlarla birlikte tur rehberinizin sizi güvende hissettiren öncülüğüyle; ortaklaşa bir şeyler yapıyor olmanın dayanılmaz keyfi. Trekking; yorgun bir yürüyüşün ardından verilen sucuk-ekmek molası; üzerine yuvarlanan demli çayların tadı, trekking; her ne kadar yürüyüş demek olsa da yürüyüşten çok daha fazlası…

İzmit’te Aytepe parkurunda, yaptığım 4 saatlik yürüyüşün bana bıraktığı tatlar bunlar… Doğayı keşfederken, aslında kendi derinliklerimize de yaptığımız yolculuk… Uzun bir yürüyüşün, paylaşımın günübirlik hikayesi…

Bir Pazar sabahına erkenden başlayarak İzmit yakınlarında yer alan Aytepe Parkuru’na gitmek üzere yola çıkıyoruz, orman içinde yaklaşık 4 buçuk saat sürecek bir yürüyüş bizi bekliyor. Tur ekibinin İstanbul’un muhtelif yerlerinden traking yolcularını toplayan servisi, en son yolcusunu E-5 üzerinden aldıktan sonra, İzmit istikametinde ilerlemeye başlıyor.

İki saat süren yolculuğun sonunda, Yuvacık Beldesi’ne varıyoruz. Kasabada alışveriş için kısa bir mola verip, yürüyüş için su ve erzak alıyoruz. Yuvacık’tan baraj yoluna saptığımızda, yol boyunca izlediğimiz manzara, hepimizi etkiliyor. Özellikle tepelerin baraja yansıması ile oluşan görüntüyü izlemek, bence yolculuğun en güzel yanlarından biri…

Kahvaltı için, barajın sonunda Serindere’nin üzerinde kurulmuş olan Alabalık dinlenme tesisinde duruyoruz. Yörede; bir çok alabalık tesisi ve piknik alanı mevcut. Yapay havuzlarda oynaşan alabalıklar, bize ‘günaydın’ der gibi. Derenin üzerinde kurulu çardaklarda bulunan ahşap masalarda kayanın üzerinde çağlayan suların eşliğinde kahvaltımızı yapıyoruz. Tesisi çevreleyen kayın, gürgen ağaçlarının tatlı serinliği, içtiğimiz çayların keyfini biraz daha arttırıyor.

Köylüler çoktan dinlenme tesisinin önündeki yola sıralanmışlar. Ormandan topladıkları kestaneleri, çiçek ve çam ballarını, çilek, incir, elma ve armutları satıyorlardı…


Kahvaltı molası sonrasında, rehberimiz bizi eski bir değirmene çıkaracağını söylüyor.

Tesisin hemen karşısındaki değirmene, küçük bir tırmanıştan sonra ulaşıyoruz. Değirmenin yanında, Osmanlılardan kalma taş bir kemer köprü var. Köprünün etrafına piknikçiler için ahşap masalar kurulmuş.

Yaklaşık 1000 metre yüksekliğindeki Aytepe’ye doğru yola çıkıyoruz.. Yerli halk zamanında, çok ayı olduğu için, buraya ‘Ayıtepe’ diyormuş. Zamanla, bu güzel tepenin adı Aytepe olarak değişmiş…

Tepeye vardığımızda, araçtan iniyoruz. Karşımızda derin kanyonların ve yüksek taş duvarların oluşturduğu orman manzarası uzanıyor. Artık yolumuza yürüyerek devam edeceğiz. Soğukpınar denen bu bölgede, 2 buçuk km’lik bir parkur var. Grubun performansına göre değişse de, yürüyüş ortalama bir saat sürüyor.

Ta ki; Veysel Amca’nın işlettiği çardak haline dönüştürülmüş su deposuna varana kadar süren yürüyüşte, devamlı iniyoruz. Bu iniş, çok dik olmamakla beraber yinede zorlayıcı.

Kayın, gürgen, kestane ve meşe ağaçlarının çoğunlukta olduğu ormanda, yaprakların bir kısmı vedaların rengi sarıya bürünerek, şiirsel bir manzara oluşturuyor.

Tepelerden gelen yeraltı suları, burada bir havuzda biriktirilerek civar köylere ve İzmit’e veriliyor.

Su deposuna vardığımızda, gruptan birkaç kişi, rehberlerimizle beraber, mangal hazırlamak için kalıyor. Manzara tepesi denen yere tırmanıp birkaç kare fotoğraf çekmek isteyen bizler ise, dik bir tırmanışla yukarı çıkmaya başlıyoruz. Oldukça dar bir patikada zorlayıcı bir yürüyüş bu…

Ormanda yürürken yağmur damlalarının, üzerinizde uzanan ağaçların yapraklarına takılıp sizi ıslatamaması, ya da toprakla kavuştuğu zamanki içinize dolan kokusu.

Nefes nefese neredeyse kan ter içinde çıktığınız, kalp atışlarınızı tüm vücudunuzda hissettiğiniz bir tırmanış. Ve sonunda vardığınız küçük bir zirve.

Karşınızda yükselen tepelere ve önünüzde uzanan uçuruma her an bulunduğu yamaçtan kopacakmış gibi duran bir kayadan bakmak…

Manzara tepesine yaptığımız tırmanış tamda buydu işte. Yaklaşık 600 m yüksekliğindeki bu tepeye, ormanın içinde dar bir patikadan çıkıyoruz. Vardığımız tepenin nefis manzarasını görünce, harcadığım efora değdiğini düşünüyorum.

Su deposuna döndüğümüzde, etrafı saran nefis sucuk kokusu açlığımızı hatırlatıyor. Çardak altında, şöminenin yanında kurulan mangalda közlenmiş patlıcan ve biberler, yediğimiz sucuk ekmeğin lezzetini arttırıyor. Hele bir de yemeğin üstüne içtiğimiz Veysel Amca’nın demlediği çaylar, damaklarımızda güzel birer anı olarak kalıyor.

Artık, son durağımız olan Servetiye Köyü’ne doğru çıkacağımız yürüyüşe hazırız. 4 buçuk km yürüyeceğiz, buda yaklaşık üç saat sürecek. Bu sefer yol daha düz, ancak yerde granite benzeyen bir çok taş var. Bu da ilk başlarda yürüyüşü biraz zorlaştırıyor…


Sağ tarafımızda; yüksek kaya duvarları uzanıyor. Rehberimiz; bu kaya duvarlara tırmanış yapılamadığını anlatıyor. Sebebi; kayaların üzerini kaplayan bitkilerin köklerinin kayaların içinde derin damarlar oluşturması. Bu da en usta dağcının bile önleyemeyeceği bir tehlikeyi, yani kayaların bloklar halinde kopması sonucunu doğuruyor.

Sol tarafımızda ise, Serindere’nin oluşturduğu derin bir kanyon var. Aslında bu kanyonun içindende ilerleyebiliriz.. Ancak bunu yapabilmek için usta bir dağcı olmak gerekiyor.

Yolun kenarında topladığımız böğürtlenleri yemek çok keyifli. Daha da ilerledikçe karşımıza Karadeniz’deki yayla evlerine benzeyen tek tük evler çıkıyor. Bunun nedeni Aytepe sakinlerinin bir kısmının Karadeniz’den göçmüş olması. Bu yayla evlerinin bahçesinde, elma, armut, kabak, kavun, incir gibi bir sürü meyve yetiştiriliyor. Biz de; bir bahçenin çitinden sarkan ağaçlardan, birkaç elma ve armut almadan geçemiyoruz. Meyvelerin lezzeti gerçekten çok güzel. Bu sırada atıştıran yağmur, yaylanın kendine has kokusunu daha çok hissettiriyor.

Yürüyüşümüz artık, hafif bir tırmanış halini alıyor. Ormanın içinden çıkıp, yine bir tepenin üzerinde yer alan Servetiye Köyü’ne varıyoruz. Servetiye Köyü Camisinin önündeki, yayla manzaralı şadırvanda biraz dinlendikten sonra, bizi almaya gelen araca binerek dönüş yolculuğuna başlıyoruz.

Akşam çaylarımızı, sabah kahvaltı ettiğimiz Alabalık tesisinde içiyoruz. Artık batmakta olan güneş, bize güzel bir günün bittiğini haber veriyor. Yeni kaşiflerini bekleyen Aytepe’yi arkamızda bırakarak İstanbul’a doğru yola çıkıyoruz.

 
Toplam blog
: 47
: 1945
Kayıt tarihi
: 04.08.07
 
 

Eskişehir'de yaşıyorum. Kısa hikayeler yazıyorum. Bir oğlum var.   ..