Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '08

 
Kategori
Siyaset
 

Aydın, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini düzenleyen bir BM komiseri midir?

Aydın, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini düzenleyen bir BM komiseri midir?
 


"Üç İstanbul"
isimli roman - TV Dizisinden bir süre önce küçük bir alıntı yapmıştım.

"İttihat ve Terakki’nin toplantısında, kalemi kuvvetli Adnan’a bir soru yöneltilir.

“Neden o kitleleri çok etkileyen romanını bitirmiyorsun?” derler.

Adnan, bu sorunun cevabını günlüğünde itiraf eder. O bitik bir adamdır, çünkü. Fazlasıyla uçkur derdine düşmüştür. "Abdülhamit istibdadı dediği şey ise kendi yoksulluğudur." Çünkü ders vermek üzere gittiği “Paşaların” konaklarındaki zenginliğe ve onların kızlarına düşkündür. Dizinin ilerleyen bölümlerinde İttihat ve Terakki’nin iktidara taşınmasıyla Adnan’daki değişimin zaten bu doğrultuda olduğu da ortaya koyulur" (Türkiye'de Aydın Olgusu)

***

Attila İlhan'ın ölmeden hemen önce yaptığı bir söyleşide bize Nazım Hikmet'le ilgili çok önemli bir detay anlatır.

"...Rusya’ya gitti Nazım. Rusya’da yazdığı şiirlerin bir tanesi bile Türkiye’nin aleyhinde değil. Tam tersine Türkiye’yi kullandıklarından dolayı Batı’ya çatar. Türk askerini kollamaya çalışır. Ve Türkiye hasretiyle doludur."

***

Bir alıntı da Oğuz Atay'ın Günlük'ünden bir alıntı yapacağım.

“Bu insanlardan Türk halkı artık bir şey beklememeli. Üçkağıtçılıkla ne devrim olur, ne de ümmeti İslâm kurtulur. Bunlar ‘çürüyen et, dökülen diş’ gibidirler. Bayrak yaptıkları inançlarına rağmen, aslında inançsızdırlar. Kim hangi kapıdan ekmek yiyorsa, o kapının kulluğunu etmektedir. Bunlar Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasının kötü bölümü olan kapıkulu kurumunun temsilcileridir. (...) Artık her yerde hangi kampın adamı olurlarsa olsunlar bunları teşhir etmenin, önce halka örnek olabilmek için aydının kendisiyle hesaplaşma[sının] vakti gelmiştir. Yazarlar da romanında hikayesinde şiirinde bu hesaplaşmaya girişmelidir. ( Günlük.140)

***


Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar isimli Türkiye'de aydın olgusunu çok farklı açıdan işlediği eşsiz eserinin, Tutunamayanlar'ı anlatan bölümünden bir alıntı daha...

"Tutunamayan (disconnectus erectus): Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşüyle, insana benzer. Yalnız, pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer). Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görmeduygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez."

Attila İlhan'la da bu alıntı zincirine bir halka daha ekleyelim.

“...bu ülkeyi 200 yıldır aydınlar batırıyor; halk kurtarıyor.”

***

Son halka da 30.11.2008 tarihli Radikal İki'de Ertuğrul Kürkçü'nün yazısından olsun.

"...Antonio Gramsci Hapishane Defterleri‘nde zihni melekelere sahip olmaları ve bunları bir düşünce üretmek için kullanabilmeleri bakımından toplumda kimi istisnalar dışında- herkesin eşdeğer kapasiteye sahip olduğuna işaret etmiş ve bu bağlamda “bütün insanlar entelektüeldir” diye yazmıştı. “Ama” diye de eklemişti, “toplumdaki herkes entelektüelin işlevine sahip olamaz...”

***

Türkiye'de aydın gerçeği çok büyük bir sorundur. Türkiye üzerine biraz kafa yoran herkes eninde sonunda bu soruna toslar, bir şekilde ya onu aşmak için çabalar durur ya da içinde kaybolur gider.

İlerlemeler, devrimler halk tarafından yapılır ancak halkın öncülerinin toplum üzerinde önemli etkileri, görevleri ve sorumlulukları vardır.

İttihat ve Terakki'nin ileri gelenleri aydın değil miydi? şimdi polemik yapmak isteyenler onlara asker, darbeci diyebilirler; ancak 1908 Devrimi dediğimiz şeyi yok saymamız mümkün müdür? İttihat ve Terakki'nin ya da muhaliflerinin ülke içinde aldıkları pozisyon ve tutum, ideoloji - politika koca imparatorluğu tarihe gömmüştür.

Biraz daha gerilere gidelim. Tanzimat batılalaşma, Avrupalı gibi olma, modernleşme hareketi değil miydi? Öyleydi ancak Tanzimat Osmanlı'ya yepyeni sorunlar ve parçalanma getirdi.

Neden?

Çünkü, hepsi iyi niyetli olsalar da, ülkesinin gerçeklerini tanımayan devlet adamı - aydınları tarafından batıyı bire bir taklit etmekle önü alınmaz zincirleme reaksiyonları başlatmışlardır. Attila İlhan bu gerçeğin altını çizer.

Batıcılık dediğimiz; Tanzimatçı kafası diye dilimize yer eden şeyin karşılığı da budur.

Türkiye'ye kafa yormayan adam aydın olur mu?

"Aydın dediğimiz kişi Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini düzenleyen, yaptırımları devreye sokan bir Birleşmiş Milletler komiseri midir?"

Türkiye'nin nerede uluslararası bir sorunu var, aydın orada ve Türkiye'nin hemen karşısında ona bir şeyler yaptırmaya çalışan pozisyonda görüyoruz.

Biz aydınımızı bir gün olsun halkımızın temel ihtiyaçları için çalışırken görecek miyiz?

Türkiye'nin haklarını ararken aydının da orada iki laf edeceği gün gelecek mi?

Bizim aydınımız, Bush'a ayakkabı fırlatan 25 yaşındaki Iraklı gazetecinin eylemini izlerken ne hissediyor, düşünüyor?

Türkiye sorunlu bir ülke; sıkıntıları var. Sorumlu olduğu şeyleri var. Belki de ödeyemeyeceği kadar borçları var. Suçları var. Ancak burası bizim ülkemiz ve burada yaşıyoruz.

Benim bu topraklardan başka gidecek yerim yok. Ülkemi seviyorum.

Ülkemin içinde yaşayan "sorunlu" kadınlarını seviyorum.

Ve aydın olmanın illaki tarafsız, "cinsiyetsiz" olmak anlamına gelmediğini, hatta aksine enternasyonel davranışın bir yere bağlı, "oradan" olmakla çok daha zengin olunabileceğini biliyorum.

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..