Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

10 Ocak '14

 
Kategori
Tarih
 

Ayrışmanın nedenleri- Din etkisi

Ayrışmanın nedenleri- Din etkisi
 

*Din duygusu ne zaman doğdu ?

Hasan Denise KALKAN'A göre :

" Din insanın ölümlü oluşunun bilincine vardığı gün doğmuş olmalıdır. Doğanın acımasız güçleri ve ölüm karşısındaki çaresizliğini gören insan, akıl erdiremediği bu olgulara zihinsel seviyesine uygun cevaplar arar. Doğanın vahşi güçlerine rağmen var olabilmek için kendince bulduğu yanıtlara sımsıkı sarılır. O karanlık dönemde bulduğu yanıtlar dinin başlangıcıdır."

" Ölümlü olan insan, ölüm ötesini düşünüp yorumlamaktan vazgeçmeyeceğine göre, din ve inanca her zaman ihtiyaç duyacaktır. Ölüm korkusu ne denli güçlüyse din de o denli güçlü ve kutsaldır. İnsanlığın en eski kültür mirası olan din, giderek sosyal katılıma dönüşmüştür." (*KURAN VE PEYGAMBER *)

Prof. Halil İNALCIK' a göre:

"İnanç sistemleri arasında İslam dinini diğerlerinden ayıran özellik, insanın bütün fiillerini Şeriat çerçevesinde belli kurallara bağlayan bir inanç sistemi olmasıdır. İslam dinden daha ileri, bir yaşam felsefesidir. İnsanın tüm yaşamını ve fiillerini düzenlemeyi üstlenir." (*OSMANLI Devlet, Kanun ve Diplomasi *)

Genel kabul gören yaygın anlayışa göre ; Osmanlı batı karşısında gerilemeye başladığında dini esaslara göre şekillenen kurum ve kuralların çağın icaplarına cevap vermediğinin farkına varılmış ve çareler aranmaya başlanmıştır. Çare olarak batının bazı kurum ve kurallarının bünyeye aktarılmasına karar verilmiştir. Öncelikli amaç askeri yenilgileri önlemek olduğu için batı sisteminin, askeri okullar başta olmak üzere, belli yönlerine odaklanılmıştır. Aktarma işlemi sebep sonuç ilişkisine bakılmaksızın daha çok "taklit" şeklinde yapıldığından derde deva olmamış, askeri yenilgiler devam etmiş ve Osmanlı yıkılmıştır.

Batının kurum ve kurallarını taklitle bünyeye alma ve ondan medet umma anlayışımız o günden bugüne çok da değişmiş değildir. " Kopenhag kriterlerini alıp kapağına Ankara kriterleri yazarız, olur biter " söylemi ezeli taklitçi yaklaşımın en yakın örneğidir.

Osmanlı'dan bugüne batıdan kurum ve kurallar alınırken, alındıkları toplumlardaki diğer sistem ve kurumlarla ilişkileri, hangi süreçlerden geçerek ne gibi etkilerle geliştikleri, Osmanlı toplumunda da aynı işlevi görüp görmeyecekleri üzerinde durulmamıştır. Alınan kurumlar mevcut kurumların yerine değil yanına kurulduğu için ikili bir sistem ortaya çıkmıştır. Devlet Şeriatla yönetildiği için alınan kurumların Şeriata uygun olup olmadığı şeklen de olsa sorgulanmış, zorunluluktan, uygun olduğu yönünde kararlar alınmıştır. Diğer bir deyişle konu kitabına uydurulmuştur.

*Osmanlı Devleti Şeriatla mı yönetiliyordu?

Bu konuda farklı görüşler vardır.

Ahmet KUYAŞ'a göre ;

"Osmanlı Devleti'nin bir Şeriat devleti olduğunu söylemek hem Osmanlı'yı hem de Şeriatı hiç bilmemek demektir. Şeriat modernlik öncesinin bir tür * medeni kanunu * olması nedeniyle nasıl siyaset yapılacağına ilişkin herhangi bir kural getirmez. Osmanlı'da Şeriatla siyaset iki ayrı alandı ve siyasetin Şeriata aykırı olan uygulama ihtiyaçları ortaya çıktığında, son söz Şeriatın değil siyasetindi. Şeriat siyaseti değil, siyaset şeriatı yönetmiştir." (NTV TARİH SAYI 5 )

Bu görüşte belirli oranda gerçeklik payı olduğu söylenebilir. Ancak yaygın görüşe göre, Osmanlı'da Şeriat ve örf hukuku birlikte yürümüştür. Padişahlar uzun süre bozkırdan getirdikleri örf hukuku düzenleme yetkilerine kıskançlıkla sahip çıkmışlardır.

Örf hukukunun kurumlaşması konusunda en önde gelen padişah olan Fatih Sultan Mehmet neden ulemanın hedefi haline gelmiştir? Ulemadan gelen tek vezirini neden idam ettirmiştir? İstanbul'un fethinden sonra kutlamaya gelen ulemaya neler demiştir? Akşemsettin Fatih'e neden darılmıştır?

Tarihe bakmaya devam edelim.   

 
Toplam blog
: 82
: 1739
Kayıt tarihi
: 04.05.13
 
 

Emekli pilotum. 1950 yılında Polatlı Çekirdeksiz köyünde doğdum. İlkokulu köyde ve Polatlı'da, li..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara