Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Eylül '12

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Aziz Yer: El Aziz; Elazığ

Aziz Yer: El Aziz; Elazığ
 

Harput'un Göllübağ mahallesinde bir korkuluk.


Her ad insanda çağrışımlar yapar. Elazığ çocukluğuma ilişkin nice anı ve çağrışımla doluydu. Babam Tunceli Pertekli, dolayısıyla nüfus kütüğümüz hala orada. Başkaları gibi Ankara, İzmir ya da İstanbul'a aldırmadık. Yöreyi bilenler bilir; Pertek Tunceli'nin ilçesi olmasına karşın, coğrafi ve kültürel açılardan Elazığ'a yakındır. Dolayısıyla biz çocukken neredeyse her dinsel bayramda ve Diyarbakır'da yaşadığımız dönemde hemen her haftasonu Elazığ üzerinden Pertek'e giderdik. Elazığ'da da bazen bir iki gece kalırdık...

Baba tarafı akrabaların hemen hepsi Elazığ'a yerleşmiş durumda. Çoğunun Pertek'teki ev ve arazilerinin bir kısmı duruyor. Ben akrabalardan bazılarını 3-4 ya da 8-9 yıl önce görmüş olmama karşın, ortaokuldan bu yana, yani yaklaşık 30 yıldır baba memleketine gitmiyordum. Son üç yıldır niyetlendiğim yolculuğu ve ziyareti gerçekleştirmek, ramazanda kısmet oldu.

Ağustos ayının ikinci haftasında oğlumla İzmir'den Malatya'ya uçtuk. Çocukluk arkadaşım Cemşit ve eşi Arzu, İsmet İnönü Üniversitesi'nde öğretim üyesi olduklarından, onları ziyaret etmemek olmazdı. Dolayısıyla, ODTÜ'den sonra en güzel ikinci kampüs seçilen, üniversite kampüsünde 2 gece konuk olduk. İkinci gün indiğimiz kentin ne denli gelişip güzelleştiğini hayretle ve beğeniyle gördüm.

Malatya'dan Elazığ'a, çocukluğumdakinin tersine, oldukça rahat ve klimalı minibüslerle yaklaşık bir saatlik yolculuk sonrası ulaştık. Önceden kararlaştırdığım üzere, küçük amcamlarda (Abidin) kalacaktım. Elazığ'ın batı girişindeki Sürsürdü Mahallesi'ndeki (bir bölümü Ataşehir adını almış) evi bulmam hiç zor olmadı. Minibüsten indikten 10 dakika sonra evdeydik. Sıcak kucaklaşmalar sonrası, uzunca bir hal hatır sorma, sohbet ve özlem giderme faslı yaşadık. Baba tarafı arkabalar büyük amcam (Edip), küçük halam (Nilgün), Edip amcamın kızı Ender, Nilgün halamın kızı Nilay hep bu çevrede oturuyor. Şehir merkezinde ve Harput'un alt kısmında kalan Doğu mahallesinde ise daha çok babamın amca ve teyze çocukları oturuyormuş. Dolayısıyla bayrama kadarki günler genelde akrabalarımla özlem gidererek, sevdiğim yöresel yemeklerle donatılmış (patile, çiğ köfte, harput köfte, içli köfte, söğürtme, kavurma, ayran çorbası vb.) kalabalık iftar ve sahur sofralarında ayrı bir keyifle, mutlulukla, duygusal anlarla geçti.

Gırnatalı davulcu

Amcamların evinin tam karşısındaki camiyi görünce içimden "Eyvah, yine her sabah ezanında oğlum korkarak uyancak. Davulcu da cabası" diye geçirdim. Korktuğum başıma gelmedi. Hoca yumuşak sesiyle ezanı, Elazığ uzun havası gibi, makamıyla öyle güzel okuyordu ki... Ya davulcuya ne demeli? Siz hiç yanında gırnatacı (klarnetçi) ile dolaşan ve "Ha şirin ha şirin ha şirin naaar ağacıyam" türküsüne ritim tutan ramazan davulcusu gördünüz mu?

Bir diğer ilginç ayrıntı: Amcamların evine yakın geniş ve çevresi ağaçlarla çevrili bahçeli bir konağın, ünlü oyuncu Necati Şaşmaz'ın dedesine ait olduğunu öğrendim. "Tekke" gibi görülen evin çevresinde her daim Ankara ve İstanbul plakalı lüks araçlar park halindeydi. Demek, Polat Alemdar, Kurtlar Vadisi dizisinde gerçek yaşamına uygun bir rol içerisinde diye düşündüm...

Öte yandan, yine Elazığ'ın Malatya girişinde Misaş tarafından yaptırılan, lunapark, akuapark, çay bahçesi, alışveriş merkezi gibi yapıları içeren "Misland" ve Bahçelievler'deki Akgün alışveriş merkezi büyük kentlerdekiyle yarışacak, Elazığ'a ve topluma ayrı bir soluk getiren hoş yatırımlar.

Susuz Göllübağ

Bayramın ilk günü Abidin amcamın eşi Mine'nin Elazığ merkezde ve Harput'ta oturan akrabalarına ziyarete ayırmıştık.

Bayramdan önce de şehir merkezine bir kez inmiş, alışveriş yapıp, gezmiştik. Çok sayıda, yüksek ve sıkışık apartmanlar, cadde ve sokaklarda çöp kutusu bulunmaması, apartmanların önüne yığılmış çöp torbaları, kasapların bulunduğu eski çarşıdaki çağdışı görünüm, kavşaklarda trafik ışıklarının bulunmaması, edindiğim olumsuz izlenimlerdi. Bayram gezmelerinde ise bunlara bir yenisi eklendi; 5-6 katlı asansörsüz, hatta merdivenleri korkuluksuz apartmanlar! (Yıllar önce Ankara'nın Demetevler semtinde benzer apartmanları görüp, bunlara "apartmankondu" demiştim.)

Benim asıl hevesle ve merakla gitmeyi umduğum Harput'a, Mine yengemin kızkardeşi, eşi, çocukları ile kalabalık bir topluluk halinde gittik.

Mine'nin Göllübağ'daki babaevinde, ana babası, ağabeyi ve yengesi tarafından çok sıcak karşılandık. Mine'nin babası Mustafa Azmi Tiryaki, Harput'un Göllübağ Mahallesi'nde 20 yıl (5 dönem) muhtarlık yapmış, oğlu Burhan Tiryaki de bir dönem muhtarlık yapmış. Gerçi amcam biraz söz etmişti, ama karşılarında batıdan gelen bir gazeteci bulunca, Göllübağlılar da çok sevdikleri memleketlerinin sorunlarından dem vurdular. Göllübağ'ın en büyük sorunu susuzluk. Alçakgönüllü köy ve bağ evlerinin, sebze meyve bahçelerinin bulunduğu mahallede eskiden sulama havuzlarını dolduran sular, dipte 5-10 santim seviyesinde kalmış, çeşmeler kurumuş. Göllübağlılar, doğada akarken kaybolmasın diye suları aşağı bahçelere kendileri kalın plastik borularla taşımışlar. Evlerde de eski tip musluklu su kazanlarına doldurulan taşıma suyu kullanılıyor. Evin bahçesinde, mutfağında, tuvaletinde bu tür kazanlardan birer tane var. Yaklaşık 30-35 yıl önceki çocukluğumda görmeye alıştığım bu uygulamalar çağ dışı. Mustafa Amca ve oğlu muhtarlık yaptıkları dönemde kaymakamlık, belediye dahil çalmadık kapı bırakmamışlar. Ama boşuna!

Ahmet Kabaklı, Esat Kabaklı gibi ünlü sanatçılar yetiştirmiş Göllübağ'ın bu durumu beni üzdü. Hele bir de bir dönem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığını yapmış, şimdi RTÜK üyesi olan Hasan Tahsin Fendioğlu'nun buralı, üstelik Mine'nin halasının oğlu olduğunu öğrenmem beni şaşırttı. Niye mi? Bayramda eşi, biri Amerika Birleşik Devletlerinde okumuş, diğeri Başbakanlık'a bağlı TÜBİTAK'ta çalışan iki yetişkin oğluyla dayısının evini "onurlandıran" bu kelli felli bürokratın, memleketinin sorunlarının çözümlenmesine en ufak bir katkısı olmamış! Yazık.

Büyüleyici Harput

Göllübağ'da nefis bayram sunumlarından (börek, lahana sarma, dolama, baklava) yediğimiz yetmiyormuş gibi, bahçelerden taze sebze meyve toplayıp onlardan da atıştırdık. Epey zaman geçirmemiz bir bakıma iyi olmuştu. Çünkü, gezmeye niyetlendiğimiz buzluk mağarası, Harput Süt Kalesi, Arap Baba Türbesi gibi yerleri akşam serinliğinde görecektik.

Keban Baraj Gölü ve karşı kıyıdaki baba memleketi Pertek manzarasını izleme olanağı bulduğumuz Buzluk Mağarası girişine gelince, giyimimin hiç de uygun olmadığını anladım. Yine de amcamın kızı Aysu ile mağaraya girip, ilk merdiven grubunu inmeye cesaret ettik. Girişte bir gencin kola, ayran, meşrubat, su satışı yapması, pet şişelerin, sigara paketi, izmariti benzeri çöplerin mağranın girişine atılmış olması, mağranın derinlerinden gelen buz gibi esintiye eşlik eden zift ve sigara kokusu hoşuma gitmedi. Buranın girişinin sembolik bir ücretle yapılması ve resmi bir görevlinin bulunması belki bu olumsuzlukların önüne geçebilir.

Tarihi Urartulara dayanan, Artuklu, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde önemini korumuş Harput Kalesi'nde onarım ve arkeolojik kazı çalışmaları sürüyormuş. "Süt Kalesi" adı, kalenin yapımında su bulunamadığında süt kullanılmasından kaynaklanıyormuş. Eskiden içinde, kale çalışanlarının ve halkın bir kesiminin kaldığı küçük bir kenti de barındıran ihtişamlı yapının bulunduğu konuma bir de kendi yüksekliği eklenince, burçlardan aşağıya bakmak hayli ürkütücü ve baş döndürücü. Geçmişte birkaç intihar olayına da sahne olmuş zaten. Çocukluğumdan beri merak ettiğim Arap Baba türbesi, Akkoyunlu hükümdarının annesi Sara Hatun için yaptırdığı cami, gezme olanağı bulduğumuz yerlerdendi.

Arap Baba'nın kabri, artık cesedinin üzeri örtülü biçimde ziyarete açılıyor. Oğlum da içeri girmek istedi, benim yanımda uslu uslu oturup ellerini açarak dualarıma eşlik etti. Geri geri çıkarken, insanı eğilmek zorunda bırakan küçük kapısıyla bana en ilginç gelen türbelerden birisiydi. Yeni restorasyondan geçmiş Sara Hatun camisine girdiğimizden hava kararmak üzereydi, içerisi loş ve hoştu. Ahşap kokusuna karışmış belli belirsiz güzel bir koku vardı içeride. İlk kez bir caminin içine giren 5 yaşındaki oğlum halıların üzerinde taklalar attı, boş ve geniş alanda çayırdaki oğlaklar gibi koşturdu durdu. Biz çıkarken, hoca akşam ezanını okumak üzere camiye giriyordu.

Harput'taki son saatimizi, Halep'te şehit düşmüş kahraman Artuklu komutanı Belek Gazi'nin at üzerindeki devasa heykelinin ayakları dibinde, Elazığ'ı kuşbakışı gören bir terasta, püfür püfür esen rüzgar eşliğinde, semaverden çay içerek geçirdik.

Sümerbank Fabrikası

Bayramın ikinci günü Edip amcamın kızı Ender, eşiyle bizi alarak, halamlara götürdü. Orada epey zaman geçirdikten sonra, halamı da alarak büyük amcama gittik. Bu kez birini dört diğerini de 15 yıldır görmediğim kuzenlerim Ediz ve Serdar da evdeydi. Halam gittikten sonra da Edip Amca'mda epey oturduk, akşam yemeği yedik. Oğlum sıkılmaya başlayınca, Abidin Amcamlara döndük.

Evde benim de yıllar önce tanışmış olduğum konuklar vardı. Bu bağlamda, büyükçe bir parantez açıp, yıllar önce Pertek'te PKK teröristlerinin yol açtığı trajediyi ve günümüze uzanan olumsuz etkilerini anlatmam gerekir:

Pertek'te Atatürk zamanında kurulan Sümerbank iplik fabrikası günümüz koşulları açısından bile, üretim birimi, lojmanları ve sosyal tesisleri ile örnek bir işletmeydi. 1990'ların başında PKK teröristlerin saldırısı tehdidiyle karşı karşıya kalan fabrikaya bir süre askeri birlikler koruma amaçlı yerleştirilmiş. Ancak, o zamanki genel müdürün karşı çıkması üzerine askeri birlik koruma görevinden çekilir. Yıl 1993. Bunu haber alan teröristler birkaç gün içerisinde harekete geçer. Gece verdiyası sırasında fabrikaya baskın düzenlerler. Silah zoruyla dışarıdaki alanda toplanan işçilere, teröristlerce sloganlar attırılır. İçlerinden Kürtçe bilenler, kendilerinin de Kürt olduğunu, ekmek parası için burada çalıştıklarını, kendilerine ve fabrikaya zarar verilmesini istemediklerini söylerler. Teröristler molotof kokteylleriyle fabrikayı ateşe verir. Zaten depoları iplik dolu olan fabrika hemen tutuşur. Patlamaların ve yangının şiddetiyle metal kısımları eğri büğrü olur. Teröristler fabrikayı terkederken iki işçiyi yanlarına alırlar; söylediklerine göre, güvenli bir uzaklıkta işçileri salıvereceklerdir. Teröristin sözüne güvenilir mi? Bir süre sonra silah sesleri duyulur. Diğer işçiler, teröristlerin gittiği yöne doğru koşarlar. Teröristler, fabrikanın tel örgülerini geçerken, iki işçiyi ve kendilerinden birini vurarak öldürmüştür. Vurulan işçilerden biri yeni evlidir ve eşi gebedir. Öldürülen teröristin işçilerin vurulmasına karşı çıktığı için ve tanınmasın diye yüzünü darmadağan edecek şekilde kurşunlandığı tahmin ediliyor.

Fabrikanın yakınlarında jandarma karakolu olduğu halde, herhangi bir güvenlik gücünün müdehale etmemesi, gazetecilere bildirilen olayın basında yer almaması ilginçtir. Olaydan sonra, fabrika onarılıp eskisinden daha güzel duruma getirilir. Ancak bir türlü üretime geçmez. Sürekli askeri birlik koruması altındadır. Tam 7 yıl, çalışanlar hiçbir iş yapmadan fabrikaya gider gelir ve maaşlarını alırlar. Sonra fabrikanın işçileri makinelerle birlikte Isparta'daki Sümerbank Halı Fabrikası'na nakledilirler. Burada hallerinden oldukça hoşnut biçimde 8 yıl çalışırlar. Ancak, bu fabrikada özelleştirilip, tasviye edilince (2008), makineler hurda fiyatına satılır, emekliliğe hak kazananlar (Abidin Amcam gibiler) emekli olur, diğerleri başka kamu kuruluşlarında, özellikle de Sağlık Bakanlığı'na bağlı birimlerde istihdam edilirler.

4C'lilerin çilesi

Amcamın konuğu, fabrika kapandıktan 4 yıl sonra Sağlık Bakanlığı bünyesinde 4C'ye tabii olarak çalışmaya başlayanlardanmış. 112 Acil'de ambulans sürücüsü görevindeki bu emekçi, aynı işi yapan diğer işçilerin aldığı maaşın üçte ikisini almaktan, fazla mesai ücretlerini ve döner sermayeden pay alamamaktan yakınıyor. Sendikanın açtığı davanın sonucunu bekliyorlarmış. (Bugünkü - 4 Eylül 2012 tarihli - gazetede sendikanın benzer nedenlerle başka bir ildeki İdare Mahkemesi'nde açtığı davayı kazandığını okudum.)

Gazeteci olduğumu, dönünce bu gezim ve tatilimle ilgili yazı yazacağımı bilen yakınlarım, bu olaylara ve konulara mutlaka yer vermemi istediler.

Ayrıca, çağdaş yapılar ve alışveriş merkezleriyle batıya doğru sürekli büyüyen kentte su sıkıntısı çekildiğini, sık ve uzun süreli su kesintilerin yaşandığını da yazmamı istediler. Bir de Elazığlılar, özellikle Elazığ'da yerleşmiş Pertekliler, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Keban barajı üzerine (Elazığ-Pertek arasına) köprü yaptırma sözünü tutmasını bekliyorlar. "AKP yönetimi her yere viyadükler, köprüler, alt üst geçitler yaptırdı; Keban üzerine hala köprü yapılmadı" diyorlar.

***

Bayramın üçüncü ve son günü evde kalıp dinlenmeyi tercih ettim. Akşam valizimizi topladım. Sabah erken kalktık, birlikte kahvaltı yaptık. Bu kalabalık aile ortamını ve sofraları özleyeceğimi biliyorum. Son hazırlıklarımızı tamamlamışken, Edip Amcam, Emine Yengem ve kuzenim Serdar, arabayla beni ve oğlumu havaalanına bırakmak üzere geldiler.

Vedalaşmalar da buluşmalar gibi gözlerimizi yaşarttı. Elazığ'dan yeni ve güzel anılar, "çam sakızı" elişi armağanlar, nefis yemeklerinin ve kalabalık sofraların bedeli 3 kilo fazlalık ile ayrılıyordum. Ama, bu kezki ayrılığın 30 yılı bulmayacağına, kendi kendime ve akrabalarıma söz verdim.

 

Gülçin ERŞEN – 4 Eylül 2012/Güllük 

 
Toplam blog
: 134
: 869
Kayıt tarihi
: 06.07.11
 
 

Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu (İletişim Fakültesi) Radyo ve Televizyon Bölümü mezun..