Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Haziran '12

 
Kategori
Aile
 

Babamın anneme takılmaları

Bir gün babam evden çıkarken komşulardan biri annemi kastederek “Oya Abla evde mi” diye sormuş. Babam da “Yok, gazete almaya gitti” diye cevap vermiş. Komşu “Ne zaman gelir” diye ikinci soruyu sorunca babam, “Vallahi gazete basılmışsa çabuk gelir; bastırıyorsa biraz sürer” demiş.

Annemin eşi dostu çok olduğu ve Erenköy de oturmuş bir muhit olduğu için insanlar zamanında sokakta ayaküstü muhabbetler eder ve bu fırına kadar gitmeyi bile yarım saat-45 dakikalık bir maceraya çevirirdi. Hele ki yolun üzerindeki anneme halası seslenir ve onunla “kapıdan beş dakika” konuşur ise annemin geri dönmesi bir saati aşabilirdi.

Biz öğrenci olduğumuz için tatil günlerinde zaten evdeyken kitap karıştırır ya da bulmaca çözer ve arkadaşlarımızdan telefon gelmesini beklerdik. Cep telefonu olmayan bu dönemde sözleşmeden sokağa çıkmak, özel mekanlarımıza gitmek dışında yalnız kalmak anlamına gelirdi. Annem bu tür durumlarda bizim cankurtaranımız olurdu. Evde oturduğunda, bütün arkadaşlarımı tanıyan biri olarak arkadaşlarımı arayabilir ve sonra ben ankesörlü telefondan evi aradığımda bunları bana aktarırdı. Ama o zamanlar hayat daha çok akşam eve gelene kadar serbest olunan bir biçimde geçiyordu.

Evimizin her şeyi olan annem için ise farklı bir durum söz konusuydu. Bizi büyütürken 14 yıl gezmeye tozmaya gitmeden başımızda duran annemin evde olmaması dengelerimizin altüst olması anlamına geliyordu. Babamın ona takılmaları ondandı.

Annem bakkala indiğinde, babamla ilgili yine buna benzer bir muhabbet olmuş. Bakkalımız Mehmet Amca’nın eşi babam eve girerken, anneme bir şey sorması gerektiği için  “Oya Hanım bize uğrayabilir mi” demiş. Babam da “O kadar gezerse eve de uğrayacak” demiş, gülmüş gitmiş.

Bunları konuşurken söz babamın Sabri Ülker ile aynı saatlerde aynı kabristana defnedildiğine gelince Mehmet Amca zamanında nakliye işleri yaparken Sabri Bey ile çalıştığını anlatmış ve bisküvilerin teneke kutularda satıldığı dönemdeki hayatla ilgili olarak epey konuşmuşlar. Bunlar benim hatıralarım olmadığı için paylaşmıyorum.

Ancak babamın Merkez Bankası yıllarında parmağını kaldırıp “Aklın yolu bir” demesi ile ilgili durum farklı. Arkadaşlarının anlatımından çıkardığım kadarıyla, babamın vücut dili ve bu sözler ile yaptığı hatasız ve akılcı çalışma yöntemini uygulamada kesinlikle taviz vermeyeceğini göstermek. Sondaki “bir”, bu hatanın kayıtlara geçtiğini gösterirken başı da bu sözün öncesinde babamın doğrusunu anlattığı anlamına geliyor.

Merkez Bankası’nın o zamanlar yarım gün çalışılan cumartesi günlerinde benim de yaptığım bir parmak hareketi var. Babamın beni vapura bindirip çay ısmarlayarak götürdüğü ve coğrafi konumunu ancak ilerleyen yıllarda algılayabildiğim Bankalar Caddesi’ndeki o binada bana üç buçuk, on buçuk ya da nah olarak bilinen bu hareketi yaptıran yine aynı bankada çalışan İlhan Eniştem olmuştu. Elektrikli Facit hesap makineleri yeni çıkmış ve bir tanesi babamların servise verilmişti. Bu, evimizde çok sayıda bulunan hesap cetveli kitaplarının sonu için çanların çalması anlamına geliyordu ama ben tabii ki bunun farkında değildim.

Eniştem makinenin fişini çekip bana “Kerem bak sen o hareketi yaparsan makine çalışacak” diyordu. Gerçekten de ben el hareketini yaptıkça eniştem “çaktırmadan” fişi takıyor ve makine çalışıyordu. Bir, iki, üç derken babamdan aldığım genetikle olsa gerek canım sıkıldı ve son hareketi enişteme yaptım. Eniştemin şaşkın bakışlar arasında da “Fişi sen takıp çıkarıyorsun, ben görmüyor muyum sanki” deyip koltuktan kalktım. Arkama döndüğümde babamı orada hemen arkamda beni izler ve kıkır kıkır gülerken buldum; memnundu. Umarım beni aynı şekilde izlemeyi sürdürür. Ama camide cenaze namazını beklerken bu anımı anlattığımı duyan eniştemin güldüğünü annem söyledi.

O zaman bana göre bir dev olan babam, Facit deneyiminden onyıllar sonra ve kendisini kaybetmemizden yıllar önce benden daha ufak hale geldiğinde yanına gidip onu ayağa kaldırdığımda da bana sanki ben onu değil de o beni taşıyormuş hissini verdi. Ona sarılıp her şeyi çözeceğimi düşünürken, ona sarılınca başka bir gerçek çarptı yüzüme: Babalar her zaman oğullarını taşıyor da oğullar her zaman bunu yapamıyor.

“Cumartesi gelecektin, gelmedin” dedi. “Yorgundum, uyumuşum. Sonra da geç oldu” dedim. “Olsun” dedi. Durumun elektrikli Facit’i çalıştırmak için katlanılacak bir oyundan çok farklı olduğunu orada anladım ama bunu o ölene kadar ne söyleyebildim ne de yazabildim. Şu anda yazılması gerektiğini düşünüyorum.

 
Toplam blog
: 38
: 987
Kayıt tarihi
: 04.08.06
 
 

1968 İstanbul doğumluyum. Hayatım boyunca elemelerden geçerek önce Kadıköy Anadolu Lisesi'ni, sonra ..