Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Haziran '12

 
Kategori
Aile
 

Babam

Ancak kaybedince değerini anladığımız şeyler vardır ve onlarla yapamadıklarımız bize acı verir. İki gün önce babamı kaybettiğimde ilk hissettiğim bu oldu. Bugün onu toprağa vermeden önce bu satırları yazıyor olmam ise, aslında hiç de böyle olmadığını gösteriyor. Hastaneye yatmasının ardından yanına gittiğim andan itibaren kardeşim, annem ve eşimle birlikte ona odaklandığımız zamanda, aslında onunla ne kadar çok şeyi paylaştığımızı anladım. Ve şu anda her şeyi bir kenara bırakmış bir kişi olarak onu tanıdığıma çok memnun olduğumu söyleyebilirim.

Babam, karpuzla çay içmeyi severdi; “karpuzla çay içilmez” diyenlere aldırmadan bunu yaptı.

Babam, bana hatırladığım ilk hediyeyi bir Osmanlı Bankası ajandasının başına “Sevgili oğlum Kerem Özdemir’e sevgilerimle” yazıp altını imzalayarak verdi. Bu benim büyüdüğümün tescili anlamına geliyordu ve babam beni kendi seviyesine kabul ediyordu.

Bizi hep ölçüsüzce sevdi. Okumamız için kitap alırken üçte beşte durmayı bilemedi, koca paketlerle taşıdı. Kendi babasından harçlık istemeleri gerektiğinde, ne için olursa olsun “Baba, kitap alacağız” diye söylediklerini de anlattı. Sonrasında çalışma masası istediğimde evimize zor sığan bir müdür masası ile çıkageldi bir gün.

İlk gençliğimde org çalmakla ilgili bir muhabbetimiz oldu. Dikkate almadığını sandım. O arada bana hangisinin iyi olduğunu sorduğunu ve benim de “Casio MT 800”ün iyi olduğunu söylediğimi aylar sonra satın alacak parası olduğunda bunu alıp getirdiğinde anladım. Bunu bile unutmamıştı. Halbuki ben sadece bir arkadaşımdan duyduğum markayı o anda söyleyivermiştim ve aslında ne olduğunu bile bilmiyordum ama o bunu sorgulamadan gitti aldı. Aynı şeyler kapıdan elinde Atari ve Commodore paketleri ile girdiği günler için de geçerlidir.

Bunları yaparken bizi asla yanına katmadı. Bir kez olsun ailemizin ekonomik durumu ile ilgili bir konuyu bize yansıtmadı. Ve belki bundan biz büyüdükçe onun yanında olmamızı sağlayacak detayları bulmakta zorlandık. Hatta kendisiyle ancak 60’lı yaşlarında yatağa uzanıp sohbet ettiğimizde, aslında Merkez Bankası’nda çalışmak gibi bir planı olmadığını, Almanya’ya gitmek için Almanca kursuna devam ettiği sürede boşta kalmamak için muhtemelen birkaç yıllığına bu işe girdiğini söyledi. Almanca kursu hikayesini ve Almanya konusunu daha önceden biliyordum ama babamın böyle bir hayat yaşayıp aslında bir çiftlik kurmak istediğini ancak o yaşta öğrenebildim. Artık çok geçti ama yine de böyle bir şey yapmayı denememizi söylediğimde sadece eliyle boşver hareketi yaptı. Bu onunla ilk ve tek baba-oğul konuşmamız oldu.

Çocukluğumda her sabah biz okula gitmek için hazırlanırken banyoda bronz traş kabındaki sıcak suyla traş olan babam, (o zaman evimizde haftada sadece bir kez yaktığımız bir kazanımız vardı ve su çaydanlıkta ısıtılıyordu) annemin bizim önlüklerimizle birlikte ütülediği gömleğini giyer, kravatını bağlar ve takım elbisesinin ceketini giyip evden çıkardı. Dershanemizde de çalıştığı için gecenin köründe eve döndüğünde biz kardeşimle çoktan uyumuş olurduk. Üşüttüğünde sırtına bardak atılır, üniversite öğrencilerine ders verirken gözüne kaçan tebeşirden gözleri rahatsız olunca hafta sonlarında gözlerinde çaylı pamukla uyuyup kendine gelirdi.

Babam bu hayatı yaşarken bir gün olsun ciddiyetini yitirmedi. Birkaç yıllığına girip 23,5 yıl kaldığı Merkez Bankası’nda (adını hatırlamadığım için üzgünüm) amirinin bu makama nasıl geldiği ile övünmesine, bunun bir sicil meselesi olması nedeniyle “Eşeği de bağlasan, bunca senede o makama gelir” diyen babam, yıllar sonra kendisi aynı koltukta otururken servisi ziyarete gelen bu hanımefendiye kendi masasını işaret edip “Demek eşeği bile bağlasan oluyormuş” diyebildi.

Yönetici olduktan sonra herkesten önce gidip herkesten geç çıktığı işinde zor bir dönemden geçilirken bir onay vermesini istediler, “benim prensiplerimde kuralsız iş yok” dedi vermedi. Onun etrafından dolaştılar, benim altına imza koyduğum mevzuatı çiğniyorsanız ben gidiyorum dedi, istifa etti. Bir daha da oraya gitmedi. Bize nasıl bakacağını düşünmeden ve birkaç sene sonra gelecek emekliliğini düşünmeden çekti gitti. Bu adam neyine güveniyor da böyle davranıyor diye araştırdılar ve bir şey bulamadılar.

Çünkü o hakiki bir insandı. İyi şeylerin çok çalışarak yapılabileceğini düşünüyor ve önemsiz olan her şeyi dalga geçerek degrade edebilmenin ancak kimliğini bunlar üzerine kurmamakla mümkün olduğunu biliyordu. Bunun bedelinin ağır olduğunu öğrenecek kadar yaşadım; çevrenizdeki insanların sahteliği, sizi sorgulanmaz ve rahat bir konuma yükseltiyor ama günün sonunda hayatta yakalamaya çalıştığınız mükemmelliklerle aranızdaki mesafenin giderek arttığını görüyorsunuz.

Babam, eliyle o sevdiğim boş ver hareketini yaparak yaşadı ve artık o hareketin anlamının kalmadığını anladığında yumruklarını sıkarak yaşadığı son yıllarının ardından aramızdan ayrıldı. Başında geçirdiğimiz son günlerde bize sadece kendisi ile ilgilenme fırsatını verdiği için değil, aile olmanın ne demek olduğunu bir kez daha hatırlattığı için de minnettarım. Tabii kendin olmanın da… Sabah 4.30’da sabah ezanının okunduğunu ve 5:15’de havanın aydınlandığını onun sayesinde gördüm. Üç senedir sabah 6:00’da gitme planları yapıp bunları bir türlü hayata geçiremezken babam bizi başına dikerek bu kısır döngümden çıkabilecek güce sahip olduğumu gösterdi. Giderayak bile babalığını yaptı.

Benim o öldükten sonra ilk aklıma gelenler bunlar. Yattığı yer nurdan olsun.

 
Toplam blog
: 38
: 987
Kayıt tarihi
: 04.08.06
 
 

1968 İstanbul doğumluyum. Hayatım boyunca elemelerden geçerek önce Kadıköy Anadolu Lisesi'ni, sonra ..