Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '22

 
Kategori
Öykü
 

BABAMIN SOVYET RUSYA MACERASI

BABAMIN SOVYET RUSYA MACERASI

Sene 1922, Rize ilinin, Fetekoz (Şimdiki adı Gündoğdu) ilçesinin, Kalamoz (şimdiki adı Akpınar) köyünün Azina mahallesinde yaşayan babam ve arkadaşı, iki kafadar, kafa kafaya vermişler ve Sovyet Rusya’ya gurbete çıkmaya karar vermişler. O yıllarda herkes Amerika’ya giderken, isimleri Ramazan ve Ali olan bu iki kafadar belki de yakın diye, ya da Babamın dayısı Taşkent’ de (Bu günkü Özbekistan’ın başkenti) yaşıyor diye midir? Bilinmez, Sovyet Rusya’ ya gitmeye karar kılmışlar. Düşünüyorum da o yıllarda bir Demirperde ülkesi olan Sovyet Rusya’ya gitmek her yiğidin harcı olmasa gerek… Şimdiki gibi çay bitkisi de yokmuş o yıllar… Ancak yaşadıkları yerde iş imkânı olmayışı, dünyanın, en buhranlı ekonomik krizine doğru yavaş yavaş ilerliyor olması, açlık, sefalet, hayat şartlarındaki zorluk nedenlerinden dolayı, herhalde canlarına tak demiş olacak ki, Babam Ramazan ve arkadaşı Ali, Sovyet Rusya’ya gitmeye karar vermişler. Her ne kadar pek haber alınamasa da bu ülkeden, gençlere cazip geliyor, o yıllar Sovyet Rusya’nın yıldızının en parlak olduğu bir zaman. Belki de ünlü şair Nazım Hikmet’ten etkilenip Sovyet Rusya’ya gitmeye karar vermiş de olabilirler, kim bilir… Tabi o yıllarda hudutlardan kuş uçurtulmadığı için Rus kızlarının marifetlerinden bihaber olan bizim bu iki kafadar gidiş için plan yapmaya başlamış.

Hava şartlarının sert oluşundan dolayı ve kışın kar kıyamette Kars da ölen doksan bin askerimiz gibi donarak ölmemek için hududu yazın geçmeye karar vermişler. Güzel bir Ağustos gecesi erken yatıp sabah güneş doğmadan kalkmışlar. Yanlarına sadece o güne kadar köydeki geçici işlerde çalışıp biriktirdikleri paralarını almışlar. Köyün merkezinde, bu gün aynı yerinde betonarme cami olan ahşap camide abdest alıp sabah namazını kıldıktan sonra gün açmasıyla beraber önce on sekiz kilometre batıya gelerek Rize iline varmışlar. Sahte evrak düzenleyenleri bulup, Sahte Rus nüfus cüzdanı ve sahte pasaport çıkartmışlar. Daha sonra Rus hududuna gelip yaptırdıkları sahte pasaportlarla sınırdan Sovyet Rusya’nın Batum şehrine geçmişler. Sahte nüfus cüzdanları olduğu için, sınırı geçtikten sonra sahte pasaportları imha etmişler. Size biraz komik gelecek ama iki Rusça bilmeyen Rus olmuşlar. Polisle başları derde girse, Rus polisi kimliklerine bakmak istese, ne dediğini dahi anlamayacaklar.

Batum’ da bir iki hafta vakit geçirmişler, Bir yandan Batum’un tarihi,  kültürel ve Mimari güzelliklerini hayran olarak caddelerinde avare avare dolaşıp, diğer yandan Taşkent’e gitmenin yollarını aramışlar. Sonunda bu günkü Gürcistan, Azerbaycan, İran, Türkmenistan ve Özbekistan yolunu izleyerek yaklaşık üç bin altı yüz kilometre yol kat ettikten sonra nihayet Taşkent’e varmışlar. Tabi bu yolculuk o günün koşullarında, babam ve arkadaşının parasızlıklarını da dikkate alırsak aylar sürmüş.

Babam ve arkadaşı Taşkent’e varır varmaz doğruca babamın dayısının yanına varmışlar. Babamın dayısı da Rizeli olup vakti zamanında Özbek bir kadınla evlenmiş ve Taşkent’e yerleşmiş, orada ekmek fırını çalıştırmaktaymış. İşte gördüğünüz gibi eskiden, yokluktan olsa gerek, bizimkiler Sovyetler’e bağlı demir perde ülkelerine gidip, bir şekilde kalıp orada yaşama yolları ararlarmış. İşler tersine gidince, Demirperde ülkelerinin malum ekonomik sistemleri iflas edince artık, onlar aynı şekilde gelip bizim ülkemize çalışma, yaşama, yerleşme yolları aramaya başlamışlar. Her neyse konuyu dağıtmayalım. Babam ve Arkadaşı Ali, başlamışlar Ekmek fırınında çalışmaya, zaman içerisinde işleri öğrenip iyi bir fırın ustası olmuşlar. Bu şekilde fırında çalışarak tam dört yılları, dış işlerinde Sovyetler Birliğine bağlı, içişlerinde ise bağımsız olan Özbekistan’da geçmiş… Hem Rusça okuma yazmayı öğrenmişler, hem oranın danslarını öğrenmişler, daha başka şeylerle, babam her ne kadar anlatmasa da illaki kızlarla ve kadınlarla da ilgilenip flört etmiştir diye düşünüyorum.

Dört yıl geçmiş, yaşları 22 olmuş…  Bir gün Taşkent’te polis kontrolü varmış, herkesin nüfus cüzdanlarını kontrol ediyormuş polis. Sıra bizimkilere gelmiş. Sahte nüfus kâğıtlarını uzatmışlar polise, Polis almış nüfus cüzdanlarını, yapraklarını evirmiş, çevirmiş ve bizimkilerin bileklerine kelepçeleri takmış… Sebep Sovyetler Birliğinde asker kaçağı olmaları, yani askerlik yapmamış olmaları… Sahte nüfus kâğıtlarını çıkarırken, Türk nüfus cüzdanlarındaki yaşları ne ise aynen o şekilde yazmışlar.  Dolayısıyla askerlik zamanları gelmiş de geçiyormuş…  Ne kötü, babamla arkadaşı Sovyetler birliğinde askerlik yapacaklar…  Polis bunları alıp merkeze getirmiş, asker kaçağı oldukları ve kaçmaya teşebbüs gibi bir halleri olmadığı için, kelepçelerini çözüp askeri yetkililere teslim etmek üzere binanın dördüncü katında bir odaya koymuş, Polis merkezi binasının hemen yanından suları çok gür akan bir nehir geçiyormuş, Babamla arkadaşının bulundukları oda da bu nehre bakıyormuş. Camı açmışlar, penceredeki demirleri var güçleriyle, arasından geçmeye yetecek kadar eğerek, hızla akan nehre atlayıp polis merkezinden kaçmışlar.

Uzunca bir müddet nehrin coşkun akan sularıyla boğuşup sonunda daha sakin akan bir yerine geldiklerinde nehirden güç bela çıkabilmişler. Doğruca Babamın dayısının yanına gitmişler ve durumu anlatmışlar  “Askerlik yapacaksak vatanımızda yaparız.” Deyip, vedalaşarak ayrılmışlar.  Bir iki gün Taşkent’te polisten saklandıktan ve Moskova’ya giden bir katara kaçak binip bir hafta kadar süren bir tren yolculuğundan sonra Moskova’ya gelmişler. Gelir gelmez de doğruca Türk ataşeliğine gidip neden Sovyet Rusya’ya geldiklerini, ne şekilde geldiklerini, neler yaptıklarını, sonunda durumu olduğu gibi anlatmışlar ve  “Vatanımızda, Türkiye’mizde askerlik yapmak istiyoruz.” Deyip ataşeden yardım istemişler. Ataşe babamla arkadaşını dinleyip ikna olduktan sonra ikisine de –Yeşil mi, kırmızı mı bilmiyorum-  Türk pasaportu hazırlatmış, Odesa’ya gidiş biletlerini almış, Odesa’dan Samsun’a gidecek vapura bilet almaları ve acıktıklarında yemek yemeleri için yanlarına bir miktar para vermiş.

Uzun bir tren ve vapur yolculuğundan sonra gemi Samsun limanına yanaşmış. Yolcular inmeye başlamış. Bizimkiler de tekrar Anavatana gelmenin mutluluğuyla ağızları kulaklarında gemiden inerken Teşkilat-ı Mahsusa’nın gizli ajanlarının onları beklediğinden habersizlermiş. Ne zaman ki karaya adım atmışlar. Emniyet ajanları bunları alıp sorgulamaya götürmüşler. İkisini ayrı ayrı sorguya almışlar;

  • Neden Sovyet Rusya’ya gittiniz?
  • Ne işiniz vardı orada?
  • Siz ajan mısınız?
  • Kimin hesabına çalışıyorsunuz?
  • Türkiye’den Rusya’ya bilgi mi kaçırıyorsunuz?
  • Yoksa Ruslar hesabına mı çalışıyorsunuz?

Bu tip sorularla on beş yirmi gün boyunca ayrı ayrı sorgulamalarda bir ton dayak da yemişler. Ama ne kadar dayak yeseler de iki si de neden gittiklerini, başlarından neler geçtiğini, neden döndüklerini bir bir anlatmışlar… Sonunda ikisinin de ifade ifadeleri o kadar dayak yemelerine rağmen aynı olunca serbest bırakmışlar babamla arkadaşını…

Serbest kalmışlar ama neticede bu Türkiye’de de asker kaçağı oldukları gerçeğini tabii ki değiştirmez. Babamın arkadaşı Ali köyüne dönmüş, Babam ise İzmir’e gelmiş, bir müddet üzüm bağlarında ve Pasaport limanında gemilerde bindirme, boşaltma işlerinde çalışmış. Bir akşam radyoda asker kaçaklarına af çıktığını duyunca işi gücü bir kenara bırakıp doğruca askere gitmiş. Acemilikten sonra usta birliği Tekirdağ’daki bir alayda yapmış askerliğini, Alay fırınında çalışarak askerlik yapmış babam, Alayın ekmeğini yaparmış fırında.

Yaşlılığında ne zaman bu Rusya anılarını anlatmasını istesem, gençlik çağında Rusya’da başından geçen aşk maceralarını hep es geçmiştir.

Benim başka kardeşim yok, Ablam varmış ama beş yaşında ölmüş. Bu yüzden hep bir kardeşe özlem duyarak büyüdüm. Hep keşke bir kardeşim olsaydı veya bir ağabeyim, ablam olsaydı diye iç geçirdiğim çok olmuştur…  İşte bu yüzden babam ne zaman Rusya maceralarını anlatmaya başlasa, Belki orada bir üvey kardeşim olabilir diye hep ağzından laf almaya çalışmışımdır. Her zaman babama “ Babacığım, sen en güzel gençlik çağında Sovyet Rusya’ya gitmişsin, dört yıl kalmışsın. Eski resimlerine bakıyorum, boylu poslu, yakışıklı bir adammışsın, o zamanlar doğum kontrolü bu gün gibi değildi. Senin orada mutlaka bir çocuğun vardır. Varsa söyle bana, gidip bulayım kardeşimi. Bak yemin ederim anneme bir şey söylemem.” dediysem de hep kaşlarını çatarak  “Yok öyle bir şey, nerden çıkarıyorsun!” diye bana kızmıştır.

Babam ne kadar “Yok öyle bir şey.” Dese de ben hala Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te bir ağabeyim veya ablamın olduğuna inanıyorum.

 

Adnan Şişman

09 Şubat 2013, Cumartesi, 18.40, İzmir

 
Toplam blog
: 177
: 9
Kayıt tarihi
: 21.08.15
 
 

1961 yılının sıcacık Temmuz ayının 12. Günü sabah serinliğinde, Üsküdar Zeynep Kamil doğum hastan..