Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '22

 
Kategori
Öykü
 

ESTETİK

ESTETİK

İri gözleri, dolgun göz kapakları berrak alnı, çıkık elmacık kemikleri, gür saçları, ay gibi kalkık kaşları kanatlı burnu ve dolgun dudakları onu çok etkiliyordu. Komşunun kızıydı. Fırsat buldukça evlerinin geniş arka balkonunda dama oynarlardı. Kızcağız yeni öğrendiğinden olsa gerek hep yenilirdi. Barış Manço’nun “Nick the chopper” şarkısı çok meşhur olmuştu. Balkona taşıdıkları pilli pikaba o şarkının plağını da koyar hem şarkıyı dinler hem de dama oynarlardı. Arada göz göze geldikleri de olurdu. Hep dama hamleleriyle ilgili konuşsalar da, gözleri birbirine değdiğinde ne düşünürlerdi kim bilir? Fakat aralarında çocukça, çekingen bir sevgi, hoşlanış olduğu her hallerinden belliydi. En azından o öyle hissediyordu komşu kızıyla ilgili. Öyle ya aksi olsaydı evde durur muydu? Hem de o yaşında. Atmaz mıydı kendini, davetkâr sokakların şefkatli kucağına? Atardı elbet. Yürümeyi çok seviyordu, saatlerce yürüyebilirdi. Ama o kızı gördüğünden beri eve onluk çiviyle çakılmıştı. Hiçbir yere gitmek istemiyordu. Onu görmek için evinin balkonunu mesken tutmuştu. Hava güneşli ve rüzgârsız ise yemeğini de orada yiyip,  öğretmenlerinin verdiği ödevleri de orada yapar olmuştu. Ödevleri bitince kızın dikkatini çeksin diye pikabı çalıştırıp son ses açardı;

Down in the forest, near a village 
Lived the man called 'Nick The Chopper' 

Bir kez değil, üç kez, beş kez, on kez çalıyordu bu şarkıyı… Sonunda başka komşular rahatsız olup sesini kısması, teybi kapatması, hatta içerde dinlemesi için ikaz ediyordu onu.

Delikanlılar sevdiği, gönül koyduğu kızı okul dışı zamanlarda görebilsin diye, ya böyle gürültü yapıp dikkatlerini çekiyor ya da uzakta iseler, dolap beygiri gibi evlerinin bulunduğu sokakta dört dönüyorlardı. Tabi sevdikleri kızı görüp görmeyecekleri de meçhuldü. Biraz şanslı iseler kız balkona ya da pencereye çıkar, oğlan sokaktan geçerken kısa bir süre bakışır işaretleşirlerdi. Cep telefonlarının hayali bile yoktu o sıralar.

Güneşli, güzel günler birbirinin peşi sıra akıyorken komşu kızın babasının yurtdışına gidip eşini ve kızını da yanına aldırması, güneşin birden bire batmasına, etrafın yağmur dolu bulutlarla kaplanmasına, her yere zifiri karanlığın çökmesine neden olmuştu. Birden bire kaybolmuş, yok olmuştu kız. Kim bilir bu şekilde kaç aşk daha doğmadan yüreklere gömülmüştür.

...

Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovaladı. Zaman çok çabuk geçmiş olsa da aynaya her baktığında tepesi dazlak başında şakaklarda ve ensede kalmış gümüşi saçlarını, bembeyaz olmuş sakallarını, alnındaki zaman çizgilerini, bacaklarının güç bela taşımaya çalıştığı göbeğini ve gözlerinin altındaki torbaları gördükçe zamanın hiç de kolay geçmediğini anlıyordu. Zamana direnen bir tek kaşları vardı. En çok onları seviyordu, belki de bu sevgiye karşılık olacak, kaşları da anormal uzamaya başlamıştı. Ne zaman tıraş olmaya gitse, berber tarak ve makasla kaşlarını da kesip düzeltiyordu.

Bir gün, internette o meşhur sitede, paylaşımlarına yapılan yorumları okurken, birinin onu arkadaş olarak eklemek istediğini gördü. Kim olduğunu görmek için üzerini tıklayınca o yıllar önce kaybolan çocukluk arkadaşı olduğunu anladı.  Çok şaşırdı, hemen onayladı. O gün geç vakte kadar konuştular, sohbet ettiler, eskiyi yâd ettiler. Hatta daha da ileri gidip yıllar önce çekinip, birbirlerine söyleyemediklerini de söylediler. Yıllar sonra, komşu kızını tekrar gördüğüne çok sevinmişti. Dile kolay 14-15 yaşından beri görmüyordu onu “hala eskisi gibi çok güzel midir, aradan bunca zaman geçmesine rağmen o eski yüreğimi hoplatan güzelliğini muhafaza etmiş midir acaba?” diye bir yandan düşünüyor, diğer yandan ise ellili yaşlarında olmasına rağmen onu görmek için sabırsızlanıp, heyecan duyuyordu.

“Sırf seni görmek için geleceğim.”  diyordu. Sonunda bir gün fırsat bulup, otobüse atladı ihtiyar delikanlı ve kızın yaşadığı şehrin yolunu tuttu. Gece yarısı binmişti otobüse, eskisi gibi dayanamıyordu uzun yolculuklarda uyanık kalmaya, bir müddet sonra yorgun göz kapakları gözlerini örtünce başı koltuğa düştü.

Sabah kaptanın anonsu ile uyandığında bolca esnedi, ellerini başının arkasında birleştirip uzun uzun gerindi. Kendine gelebilsin diye muavinden sıcak bir kahve istedi. Kahveyi içince biraz gözleri açıldı ama mahmurluğu hala devam ediyordu.

Otobüsten inince, yolun yarısındaki yaşlarında piyasaya çıkmış olan telefonunu cebinden çıkardı, numarayı çevirdi. Karşıdaki sesin rengi aynıydı, o pürüzsüz berraklık, hiç değişmemişti. Komşu kızın sesi onu otuz beş yıl önceye, çocukluğuna götürmüştü. Barış Manço o meşhur şarkıyı söylemeye başladı “Down in the forest, near a village / Lived the man called 'Nick The Chopper'”  , dama tahtasının açıklı koyulu renkleri, taşları ileri süren narin elleriyle komşu kızının o tatlı güleç yüzü geldi gözünün önüne, heyecanlanıyor, kalp atışları hızlanıyordu. Cebindeki ilaç kutusunu çıkardı, içinden iki tane beş mg lık tansiyon hapını, yanındaki yarıya inmiş pet şişe suyu ağzına dikerek içti. Yaşlılığın arifesinde belinin ağrıdığı yetmiyormuş gibi bir de tansiyon problemi çıkmıştı ortaya.

Komşu kızı, sözleştikleri sahil kafeteryasına buluşma saatinden yarım saat daha erken gitti.  Saçını makyajını günün o saatine göre yaptırmış, en sevdiği rahat kıyafetleri giymişti. Karşılaşmak için hazırdı ve heyecanla bekliyordu. Biraz olsun heyecanını yatıştırsın diye bir sade kahve söyledi.

İhtiyar delikanlı yirmi dakika sonra geldi kafeteryaya, yüzü denize dönük olduğu için komşu kızı fark etmedi onun gelişini. “Daha on dakika var, deniz kıyısında bir masaya oturup bekleyeyim.” Diye düşündü delikanlı.  O da bir sade kahve söyledi. Etrafa bir göz attı, günün erken saati pek dolu değildi içerisi, birkaç masada okulu kırmış öğrenciler hafif gürültülü sohbet ediyorlardı. İki üç masada çocuklu çiftler vardı. Onların dışında ileriki masaların birinde denize karşı yalnız oturup kahvesini içen alımlı ve hoş bir hanım oturuyordu. Bu hanım komşunun kızıydı ama ihtiyar delikanlı onu tanıyamadı. Buluşacakları saati on dakika geçtiği için ikisi de sabırsızlanıyordu, “acaba bir şey mi oldu?” diye merak ediyorlardı. Sonunda komşu kızı kahvenin yanında servis edilen suyundan birkaç yudum aldıktan sonra, başını ihtiyar delikanlının olduğu yöne doğru çevirdi. Bu o’ydu, Zaman ne kadar değiştirmiş, yıpratmış olsa da bir bakışta kaşlarından tanımıştı onu.  Ne zaman gelmişti? Nasıl fark edememişti? Ya da o nasıl kendini fark etmemişti? Aklından bu şekilde sorular geçerken masadan kalktı, çabuk adımlarla çocukluk arkadaşının denize bakıp uzun uzun dalıp gittiği masaya yanaştı;

“Merhaba, Hoş geldin!”

Birden dalıp gittiği düşüncelerden kurtulup başını sesin geldiği yöne doğru çevirdi, biraz ilerideki masada oturup kahve içen alımlı ve güzel kadını gördü;

“Özür dilerim bir hanım arkadaşımı bekliyorum.”  Dedi ama ses hiç yabancı gelmiyordu. Gözlerde öyle. Biraz dikkatle baktı. ‘Yok, yok olamaz’ diye düşünürken gözlerini kapıdan da ayıramıyordu.

“Beklediğin benim”  

İhtiyar delikanlı kızardı, bozardı, başından kaynar sular döküldü. Yüzünde bir tanıdık ifade arıyordu alımlı güzel bayanın, ama bir türlü bulamıyordu. İş arayan bir kadın olduğunu sandı;

“Güzel espri, ama cidden önemli bir çocukluk arkadaşımı bekliyorum, rica etsem beni yalnız bırakır mısınız, birazdan hanım arkadaşım gelir. ”

Komşu kızı;

“Ben yıllar önce seninle, evinizin arka balkonunda Barış Manço’nun  Nick the Chopper şarkısını defalarca dinleyip, dama oynayan ve seni bir kez olsun dahi yenemeyen komşu kızıyım. Tanımamakta haklısın ama, güzelleşmek, yıllara meydan okumak için bir seri estetik operasyon geçirdim.”  Şaka yollu “İşte bak sana güzel görünmek için ne zorluklara katlandım.”

İhtiyar delikanlı artık emin olmuştu bu güzel ve alımlı hanımın komşu kızı olduğuna. Ancak ne kadar dikkatli bakıp arasa da, bir türlü o yıllar öncesinden tanıdık ifadeyi, anlamı bulamadı yüzünde. Bu yüzden masasına buyur bile etmeden, ayağa kalktı;

“Siz komşu kızısınız evet.. Ama görüyorum ki; benim hoşlandığım, yanında heyecanlandığım, hep görmeyi arzuladığım o kız değilsiniz.”

Kasaya gidip komşu kızı ve kendi hesabını ödedi, sonra kapıya yönelip kafeteryadan çıktı ve hızlı adımlarla uzaklaşıp şehrin kalabalığında kayboldu. İhtiyar delikanlının arkasından bakakalan komşu kızı, yaşarmış gözlerle ‘Ne yaptım, ne ettim ben kendime?’ diyordu.

 Adnan Şişman

22 Ekim 2012, 00:30, İzmir

 
Toplam blog
: 177
: 9
Kayıt tarihi
: 21.08.15
 
 

1961 yılının sıcacık Temmuz ayının 12. Günü sabah serinliğinde, Üsküdar Zeynep Kamil doğum hastan..