Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Aralık '10

 
Kategori
İlişkiler
 

Bağlanma sorunları ve ıssız adam fenomeni

Bağlanma sorunları ve ıssız adam fenomeni
 

ISSIZ ADAM FENOMENİ NEDİR? 


Çağan Irmak’ın yazıp yönettiği ıssız adam filmi çıktığı günden beri çok konuşuldu. Peki, nedir bu ıssız adam fenomeni? Türk halkı neden bu filmi bu kadar sevdi ve benimsedi? Neden bu filmden çıkan erkeklerin çoğu filmdeki Alper’le kendini göğsünü gere gere özdeşleştirdi? Neden kadınların çoğu hayatlarında en az bir kez Ada olduğunu düşündü ve Alper’den nefret etti? Nereden cıktı bu adamlar? Eskiden de var mıydı bu ıssız adamlar yoksa modernleşen, batılılaşan Türkiye’nin değişen değer yargılarıyla birlikte mi ortaya çıktılar? Sadece erkekler mi “issiz” olabiliyor yoksa “issiz” kadınlar da var mı? Peki bu adamlar veya kadınlar nasıl ve neden “ıssızlaşıyor”? Böyle mutlular mı yoksa değişmeye çabalayıp değişemiyorlar mı?

Psikolojik acıdan değerlendirildiğinde Alper filmde “bağlanma” sorunu yasayan 30’lu yaslarında bir erkek portresi çiziyor. Alper’in “ıssızlığının” boyutu yaşadığı günübirlik, sadece cinsellik üzerine dayalı ilişkilerinden belli oluyor. Alper’in Ada’yla tanışması, ona aşık olması, ve ilişkisi suresince nasıl değiştiği, bağlanmayla ilgili korkuları, ve sonunda Ada’dan ayrılması ve çektiği acı, filmde çok güzel ve net bir biçimde işleniyor. Seyircinin aklında filmden çıktıktan sonra kalan sorulardan en belirgini muhakkak ki “Madem Alper Ada’yı bu kadar seviyor, peki neden ayrılıyor?” Bunun en temel nedenlerinden biri Alper’in yaşadığı “bağlanma”sorunu.

Peki nedir bu “bağlanma” olgusu? “Bağlanma” terimi İngiliz psikiyatrisi John Bowlby tarafından ortaya atılmıştır. Bowlby uzun yıllar boyunca bebeklerin, ebeveynlerine ya da onlara bakan kişilere olan bağlanma şekillerini incelemiş ve “bağlanma teorisi”nin temellerini bu gözlemleri üzerine kurmuştur. Bu gözlemler 6 ay ve 2 yas arası bebeklerin stres verici durumlarda onlara bakan kişilerle nasıl iletişim kurduklarını incelemiştir. Bebekler doğduklarında savunmasız oldukları için içgüdüsel olarak onları dış dünyadaki tehlikelerden koruyacak, onları kollayacak ve sakinleştirecek kişilerin varlığına ihtiyaç duyarlar. Bu kişiler genellikle ebeveynler ya da bebeklere bakan kişilerdir. Bebekler bu kişilere bağlanır ve bu bağlanmanın şekli, bebeğin ona stres veren durumlarda bu kişiyle ilişkisine bağlıdır. Bebeklik çağında sağlıklı bir bağlanma sekli geliştirememiş bireyler, yetişkinlikte romantik ilişkilerinde ayni bağlanma sorunlarıyla karşı karşıya gelebilirler.

Bowlby’nin ortaya attığı “bağlanma teorisi” 1980’lerin sonlarında Cindy Hazan ve Philip Shaver tarafından “yetişkinlerin romantik ilişkilerine” uyarlanmıştır. Hazan ve Shaver, yaptıkları gözlemler, çiftler arasındaki ilişkinin, çocukla ona bakan kişi arasındaki ilişkiye benzediğini ortaya koymuştur. Mesela çiftlerde, aynı bebekler gibi onları rahatsız eden bir durum olduğunda sakinleşmek ve güvende hissetmek için partnerine yakın olmayı ister. Romantik ilişkilerde çiftler birbirlerini, hayatin getirdiği zorlukları, sürprizleri, üzüntüleri, mutlulukları, fırsatları paylaşabilecek kadar birbirlerine güvenmek ister.

Romantik ilişkilerde çiftlerin birbirleriyle olan ilişkileri, bazı yönleriyle de ebeveynlerin çocuklarıyla olan ilişkilerinden ayrılır. Fakat bu iki tip ilişki, ana hatlarıyla birbirine oldukça benzemektedir. Fraley ve Shaver’ın araştırmalarına göre yetişkinlerde bağlanma, birçok yönüyle bu yetişkinlerin ebeveynleriyle kurdukları bağlanma tarzına oldukça benzemektedir. Araştırmalara göre, her iki tür bağlanma da aynı biyolojik sistem tarafından yönetilmektedir. Bireylerin ebeveynlerine bağlanma stilleriyle, partnerlerine bağlanma stillerinin çok benzer olduğu görülmüştür. Bireyler, geçmişte ebeveynleriyle deneyedimledikleri bağlanma şekillerine göre, kendilerinden ve ilişkilerinden olan beklentilerini şekillendirir. Bireylerin erken yaşlarda ebeveynleriyle veya çevrelerindekilerle yaşadıkları deneyimler, ileride onların ilişkilerinde oluşturdukları bağlanma tarzlarını etkilemektedir.

Bireyler biyolojik olarak, hayatta kalabilmek için, başkalarıyla bağ kurma ihtiyacı içinde olarak dünyaya gelirler, fakat onların ne tür bir bağlanma şekli geliştirdikleri deneyimleriyle bağlantılıdır. Ebeveynleriyle farklı bağlanma şekilleri kurarak büyümüş bireyler, ilişkilerinden de farklı beklentiler ve inançlar içinde olurlar. Bu bağlanma şekilleri, bireylerin ilişki kalitesine olumlu ya da olumsuz biçimde yansıyabilir.

Araştırmalara göre bireyler bağlanma şekilleri açısından 4 gruba ayrılabilir. Bunlar güvenli, saplantılı/kaygılı, kayıtsız/kaygılı ve korkulu/kaçıngan bağlanmadır.

Güvenli Bağlanma

Ebeveynleriyle güvenli bağlanma geliştirmiş kişiler genellikle şöyle düşünür: “Benim için başkalarını kendime duygusal anlamda yakın hissedebilmek zor değildir. Başkalarına rahatça güvenebilirim ve başkalarının da bana güvenebileceğine inanırım. Yalnız kalmaktan ya da başkalarının beni kabul etmemesi gibi endişeler taşımam”. Genellikle sıcak ve sevgi dolu bir aile ortamında büyümüş olan kişiler, ileride de partnerleriyle güvenli bağlanma geliştirirler. Bu kişiler, genellikle kendileri, partnerleri ve ilişkileri hakkında olumlu bakış açısına sahiptirler. Diğer bağlanma tarzlarına sahip kişilere nazaran güvenli bağlanma geliştirmiş kişilerin, ilişkilerinden daha fazla doyum aldıkları ve partnerlerine daha kolay uyum sağladıkları görülmüştür. Güvenli bağlanmaya sahip kişiler partnerleriyle yakınlık kurabilirken aynı zamanda bağımsızlıklarını da korumayabilmektedirler. Bu kişiler ilişkilerinde “yakınlık” ve “bağımsızlığı” dengeli bir biçimde yaşayabilmektedir.

Saplantılı/Kaygılı Bağlanma
Kaygılı bağlanma geliştirmiş kişiler partnerleriyle ya da çevresindekilerle duygusal anlamda tamamen yakın olmak ister ve genellikle diğerlerinin onların bu aşırı yakınlık isteği karşısında isteksiz olmalarından yakınırlar. Yakın ilişki kuramadıklarında rahatsız olur ve diğerlerinin onlara, onların verdiği kadar değer vermediklerinden yakınırlar. Bu kişiler partnerlerinden yüksek derecede yakınlık, onay ve hassasiyet beklerler. Zaman zaman aşırı yakınlık istekleri, onların partnerlerine bağımlı olmalarına neden olabilir. Güvenli bağlanmaya sahip bireylere nazaran, kaygılı bağlanmaya sahip kişiler kendileri hakkında daha olumsuz görüşlere sahiptirler. Partnerlerinin gözünde değersiz olduklarını düşünür ve bu yüzden devamlı kendilerini suçlarlar. Partnerleri hakkında olumsuz fikirlere sahiptirler çünkü genellikle insanların iyi niyetine güvenmezler. Bu kişiler ilişkilerinde duygularını abartılı bir şekilde belli eden, endişeli ve dürtülerini kontrol etmekte güçlük çeken bireylerdir. 


Kayıtsız/Kaçıngan Bağlanma
Kayıtsız/Kaçıngan bağlanma şekline sahip kişiler yakın duygusal ilişkiler olmadan kendilerini rahat hissederler. Bu kişiler için özgürlükleri, bağımsızlıkları, kendi kendilerine yetebilmeleri, başkalarına bağımlı olmamak ve başkalarının da onlara bağımlı olmaması önemlidir. Bu kişiler yüksek derecede özgürlük arayışı içindedirler. Bu bağımsızlık isteği, çoğu zaman onların yakın duygusal ilişkilere girmekten ve bağlanmaktan kaçınmaları nedeniyle olur. Bu kişiler kendilerini, kendi kendine yetebilen ve başkalarıyla yakın kurma ihtiyacı içinde olmayan bireyler olarak tariflerler. Bu kişilerden bazıları ilişkilerin gereksiz olduğundan bile bahsedebilir. Bu kişiler partnerinden daha az derecede yakınlık talep eder ve onlar hakkında kendilerine olduğundan daha olumsuz düşüncelere sahiptirler. Araştırmalar kayıtsız/kaçıngan bağlanma tarzına sahip bireylerin duygularını yoğun bir şekilde bastırmaya çalıştıklarını ve hislerini sakladıklarını göstermiştir. Bu bireyler, reddedilme korkusunu ve durumunu yaşamamak için kendilerini çevresindekilere ve partnerlerine yaklaştırmaz, onlarla yakın ilişkiler içine girmekten kaçınırlar. 


Korkulu/Kaçıngan Bağlanma 

Korkulu/Kaçıngan bağlanma şekline sahip bireyler başkalarıyla duygusal anlamda yakınlık kurmakta zorlanır. Her ne kadar, çevresindekilerle ve partneriyle yakın ilişki kurmak istese de, başkalarına tam anlamıyla güvenemediği için bunu yaparken kendini rahat hissetmez. Başkalarıyla yakınlık kurarsa incinebileceğinden ve üzülebileceğinden korkar. Bu kişilerin yakın ilişkiler hakkında karmaşık duygu ve düşünceleri vardır. Bir yandan duygusal yakınlık kurma isteği içindeyken, bir yandan da bu yakınlık onları korkutur. Partnerleri ve kendileri hakkında olumsuz inançlara sahiptirler. Genellikle kendilerini değer verilmeye layık görmezler ve partnerlerine güvenmezler. Kayıtsız/kaçıngan bağlanma tarzına sahip kişiler gibi, korkulu/kaçıngan bağlanma tarzı geliştirmiş kişiler partnerlerinden daha az duygusal yakınlık bekler ve çoğunlukla duygularını bastırmayı ve saklamayı tercih ederler.
Muhakkak ki bu dört bağlanma tarzının dışında başka şekilde açıklanabilecek bağlanma şekilleri mevcuttur. Önemli olan nokta, ebeveyn ve çocuk arasında bebeklik çağında oluşan bağlanma şekillerinin, bireylerin daha sonraki ilişkilerine nasıl yansıdığını görebilmektir. “Issız Adam” filmindeki Alper karakterinin filmin sonlarına doğru Ada’dan ayrılırken bahsettiği bir cümle aslında onun neden Ada’dan ayrıldığını çok güzel bir şekilde özetlemektedir. Alper Ada’ya: “Ben kanımda bir mikropla yaşıyorum” der. Aslında Alper’in bahsettiği mikrop, onun ilişkilerde yakınlık kurmasını, insanlara güvenmesini engelleyen, birçok tek gecelik ilişki yaşamasına neden olan, ve aşık olsa bile onu ilişkiyi devam ettirebilmekten alıkoyan şeydir: yani çocukluk çağında geliştirdiği güvensiz bağlanma şeklini kendi ilişkilerine yansıtmasıdır.

Filmde Alper kayıtsız/kaçıngan bağlanma şekline sahip bir birey portresi çizmektedir. Alper’in bağlanma şekli sadece kız arkadaşı olan Ada’yla değil, annesiyle olan ilişkisindeki mesafesi ile de gözler önüne sürülmüştür. Annesi Alper’in her zaman insanlardan uzak olduğundan, kendi kendiyle vakit geçirmekten hoşlandığından, duygularını bastırma çabasından ve sevgisini asla belli etmediğinden bahseder. Alper, ailesinin yaşadığını kasabadan İstanbul’a gelip kendine yeni bir hayat kurmuş, ve ailesini yeni hayatının çok uzağında tutmuştur. Film boyunca çalıştığı işyerindeki kişiler dışında hiçbir arkadaşı olduğunu görmüyoruz. Hiçbir zaman kendini insanlara yakınlaştırmayan, kendi kendine yaşamayı tercih eden, yüzeysel ilişkiler yaşayan Alper, güvenli bağlanma tarzına sahip Ada’nın çabası ve sevgisiyle bir süreliğine değişmiş ve duygularını bastırmayan, onları açığa vurabilen, bağlanmaktan korkmayan veya rahatsız olmayan bir birey haline bürünmüştür. Fakat sadece bir süreliğine… Daha sonra Alper yukarıda bahsettiğimiz gibi, kendisinin bile farkında olmadığı kaygı ve korkular nedeniyle Ada’dan ayrılır, sonrasında çok acı çekse de…

Peki “ıssız” adam ve kadınlar küçüklüklerinde geliştirdikleri bağlanma şekillerini ömürlerinin sonuna kadar taşımak zorundalar mıdır? Bu kişiler yetişkinlikte çevresindekilere ya da partnerlerine güvenli bir biçimde bağlanamazlar mı? Muhakkak ki bebeklik çağında ebeveynlerle (özellikle anneyle) olan ilişkiler ve ona bağlanma şekli ileride onların ilişkilerinde nasıl davranacaklarını etkileyen bir faktördür. Fakat bireyler güvensiz bağlanma tarzlarını yaşadıkları deneyimlerle değiştirip, şekillendirebilir. Güvenli bağlanmaya sahip kişilerle kurdukları ilişkilerde, ilişki içindeki durumlarını değerlendirip bunu partnerlerinin yardımıyla değiştirebilirler. Psikoterapi, güvensiz bağlanmaya sahip kişilere, bağlanma tarzlarını değiştirmelerinde önemli faydalar sağlayabilmektedir. Terapi sırasında terapist ve danışan arasında kurulan güvenli bir bağlanma, bu kişilerin güvensiz bağlanma stillerini değiştirmelerinde ilk ve en önemli adımlardan biridir. Bireyler terapi yanında, çift ve aile terapisi de, bireylere çevresindekilerle güvenli bağlanma kurmalarında, onlara değer verip güvenebilmelerinde, hem bağımsız hem de yakın ilişkiler kurabilmelerinde fayda sağlamaktadır.

Bu yazı Milliyet Gazetesi'nde yayınlanmıştır. 

Uzm. Psk. Cigdem Yumbul
 

 
Toplam blog
: 10
: 3784
Kayıt tarihi
: 23.12.10
 
 

Merhaba, İlişki ve aile problemleri, çocukluk çağı travmaları, cinsel, fiziksel, duygusal istismar ..