Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mart '17

 
Kategori
Haber
 

Bahar

Bahar
 

Beyoğlu Balıkçılar Çarşısı'ndan


Erikler çiçek açmış , eli kulağında inanın leylek kafileleri bugün yarın buradalar.

Bir grup öğrencime meşhur iki yüz soruluk sınavımı da uygulayıp vedalaştım . Onlar sorularla boğuşurken ben, kitapçığa göz atıp yıllarımı verdiğim satırlara bakıyor, dalıyor, içten içe gâh gülümsüyor, gâh suskunlaşıyordum.

Okuduğum her soru benim için soru olmaktan çıkıyor, geri gelmesi olanaksız gençliğimi yeniden yaşatıyordu.

O zamanlar günümüzün bilişim araçları yoktu.

Kitaplarım, fasiküllerini haftalık harçlıklarımla edinip ciltlettirme ortamını yakalayamadığım ama sonradan gazete kuponlarıyla 12 cildini kitaplığıma yerleştirdiğim "Meydan Larousse: Büyük Lügat ve Ansiklopedi ; seyyar kitapçılardan taksitle satın aldığım "Görsel Okul Ansiklopedisi, Gençlik Ansiklopedisi ; bir gazetenin -Tercüman mıydı ne ? - kupon karşılığı dağıttığı " Harikalar Ansiklopedisi", çeşitli gazetelerin ortaokula, liseye , üniversiteye giriş sınav sorularının zamanla sararmış kupürleri, salt evimdeki kitaplığımda durmaz , benimle birlikte bavulu andırmaya ramak kalan çantamla okul okul , sınıf sınıf dolaşıp , hem bana, hem de öğrencilerime dünyayı tanıtır , evrenselliği daha net algılamamız kolaylaştırırdı.

Müfettişler ders planlarıyla bunların ders defterlerine yansıtılmasındaki uyumu çok önemserler. Aslında bu konu benim gibi ilkokul öğretmenliğinden gelenlerin uzmanlık alanıdır. Biz okullar açılmadan yıllık planımızı, buna uygun ünite planlarımız hazırlar, hatta büyük bir karton üzerinde sınıf duvarına da asardık.

Sınıf öğretmenliği yaptığım yıl iki dönem ilköğretim müfettişi dersimi denetledi. Bilinen durumdur, müfettiş,tokalaşır , ben dersime başlarken o, en arka sırada bir öğrencinin yanına oturur, evraklarımı alıp planlardaki tarihlerin uyumlu olup olmadığını denetler, arada bir yanındaki öğrencinin defterini , derse ilgisini gözlemler , sonra kalkarak öğrencilerin bilgi ve eğitim düzeylerini denetler, ders sonunda yaptığımız ikili görüşmeyle öneri ve eleştirilerini sunup teşekkür eder, giderdi.

Branş öğretmenliği yaptığım dönemde üç yılda bir bakanlık müfettişleri gelir oldu. Özellikle genç öğretmenlerde bir telaş başlardı ki görülmeye değerdi. "Şehir efsaneleri" başlardı : şu müfettiş şunu istiyormuş da şunu çok eleştirirmiş filan.

Planlı meslek yaşantım beni akademik olarak çok olgunlaştırmıştı. Bilgim ve deneyimim Adana'da duylmuş ve dershanelerden çalışma teklifleri almıştım.

Derler ya : 

"Pekmez gibi malın olsun, Antakya'dan sinek gelir..."

19 yıllık öğretmen olarak MEB'den istifa ettim. On beş yıl da dershanelerde üniversiteye öğrenci kazandırdım.

İşte bugün öğrencilerime uyguladığım her satırında enerjim yatan test sorularım o dönemden kalmıştı.

Nereden nereye geldik görüyor musunuz?

Şimdi okurum diyecek ki : 

"Kendini anlatmaya başladı yine!"

Ne anlatayım ki, elbet yazmam gereken yaşadıklarımdır, duygularımdır, onlar beni ben yapanlardır.

Eğer ortaya koyabileceğim senin de yaşadığınsa , hislerinse okurken anıların canlanır , kendince söylenir , kendine katkıda bulunur, ihtimal ki ulaştığın sonucu , karşı çıkışı ya da duyguyu şöyle ya da böyle paylaşırsın...

Belki yazanı küçümser yerden yere vurur, belki yere göğe sığdıramazsın beni. Her iki durumda da ortaya çıkan tek sonuç vardır : bu yazanın önemsendiğini gösterir ki bu durum -fikrinin yayılması bakımından- mükemmel sonuçtur.

Ressam da böyle değil midir sanıyorsunuz!

-Efendim ben resmimi yaparım izleyen ne sonuca varırsa yaptığım şey odur, tarzında açıklamasına kim inanır.

Tuvale dokundurulan her fırça namesi aslında yıllardır yaşadıklarının ve hayal dünyasının yansıması değil de nedir?

Ressamın ruhunu keşfeden izleyenine gösterdiği sevecen yaklaşımı aykırı düşüncedeki tasvirlere yönelenlere gösterilmeyeceği kesindir.

Erikler çiçek açtı, hava bir güzel ki sormayın. Hafifçe ayaza inat , paltoyu kabanı da çıkarttım artık. İstiklal Caddesi'ni canım çekti. oraya uğradım .

Tramvayın falan fotoğrafını çekecek, belki farklı dillerdeki insanla sözlerde değil, ortak duygularda anlaşarak seyahat edecektim.

Heyhat, Beyoğlu'nda ne tramvay kalmış ne de tramvay hattı, bir hoş oldum!

Çiçek Pasajı bomboş, Nevizade'de  de alem yapmak için de çok erken bir vakitti.Şöyle bir dolandım .

Balıkçılar Çarşısı nispeten kalabalıktı. Gözüme dar sokakta sıralanmış balık lokantaları arasında gizemli bir binanı ulu iki metal kapısı çarptı. İçeriye tereddütsüz girdim .

"Beyoğlu Surp Yerrortutyun Ermeni Kilisesi, üç katlı kagir bina . Muhteşem işlemeli portali var. Fotoğraf makinamı çıkartmıştım ki orta yaşı geçkin siyah elbise ve iskarpinli, kravatlı, parmaklarına doladığı kehribar tesbihli biri eliyle işaret edip :

-Yasak, fotoğraf çekmek yasak! diye bana doğru seyrediyor.

Şöyle bir yüzüne baktım , öfkeyle ve ancak kendimin duyabileceği ses tonuyla onu azarladım. Sessizce ricat etti.

Ama bende bu binayı görme şevki o anda yok oldu.

Mırıldanarak dışarı çıktım. Aklıma Orhan Kemal'in Murtaza'sı geldi...

Kilisenin tam karşısındaki balıkçı lokantasının önünde müşteri davet eden Kulp'lu olduğunu , aslının Arap olduğunu ve "Seyit!" soyundan geldiğini sonra öğrendiğim; üçgen suratına yakıştırdığı kalın sakalıyla , kolu dövmeli , kara pantolon ve kara ayakkabılı güler yüzlü garson Ömer'e yakalandım, oraya oturdum.

İnsanlar geçiyordu boy boy, cins cins, her millettendiler.

Yaşlılar vardı, iki büklüm olup yine de kılık kıyafetleriyle gençliklerine toz kondurmayanlardı.

Genç kızlar çifter çifter geçiyorlardı. Nedense kıyafetlerinin renkleri pek değil ama modelleri benzerdi.

Zaman ilerledikçe Balıkçılar Çarşısında da tıynetsizler dolaşmaya başladı. Kalıplarına bakıldığında adam sanılan bu serseriler gereksiz şakalarıyla hadlerini aşıyorlardı.

Yazmak geleceğe iz bırakmaktır. Bakın karşıdaki kilisenin isimlerinden biri de "Beyoğlu Üç Horan Ermeni Kilisesi'dir."

" Horan ," Ermenice bir sözcük olup, kilisedeki bir belgede :"1503'de ll.Bayazıt'ın mührüyle kilise arazisine "ÜÇ HORAN " ismiyle tapu verildiği " yazıyor.

Bu bahar gecesinde Türkçe ve Rumca şarkılar birbiriyle sevişirken aniden minarelerden yükselen Arapça ilahi musiki Beyoğlu'nu sardı.

Bahar kadar güzel yıllar yaşayın sevgili dostlarım.

09 Mart 2017
M.Selçuk Gazioğlu

 
Toplam blog
: 40
: 956
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Yüreğinize ulaşabilmek ,duygularımı ,deneme , anı , şiir  ve fotoğraflarımı paylaşmak istiyorum ...