- Kategori
- Siyaset
Bahçeli'den harakiri: Devletin başına Devlet'i getirmek yerine Kandil'i getiriyor!

Partilerde oligarjık yapının hakim olduğu geçmiş siyasetimizde ilkesizliğin ve omurgasızlığın geçerli olduğuna önceki yazılarımda sık sık vurgu yapmıştım. Öncelikle kişisel, peşindenden grup menfaatini ülke menfaati olarak sunmak için demagoji sanatının bütün inceliklerinden yararlanılırdı. Laf oyunlarıyla kim kimi tuşa getirirse o en başarılı olarak kabul edilirdi. Onun için projelerin yarıştırılması yerine lafların yarıştırılması tercih edilirdi. Birinin ak dediğine diğeri mutlaka kara demek zorundaydı. Şartlar değiştiğinde de vaktiyle ak dediğine kara demek ya da kara dediğine ak demek sıradan bir ahlak ölçüsüydü. Türkiye'yi 70 sente muhtaç eden de bu siyaset anlayışıydı.
Bu konuda Devlet Bahçeli'yi farklı görüyordum. Geçmişte yaşadığımız örneklerden Bahçeli'nin önce ülke menfaatini gözettiği, bu uğurda siyasi fatura bile ödemekten çekinmediği izlenimini edinmiştim. Bu kapsamda 'koltuk değneği' yaftalamasına bile maruz kalmıştı.
Fakat 7 Hazıran sonrası koalisyon arayışları sürecinde takındığı tavır beni tam manasıyla sükutu hayale uğrattı. Seçim akşamı balkon konuşmasındaki tavrı bir noktaya kadar anlayışla karşılanabilirdi. Bir taraftan 2011 seçimlerine göre oylarını %30 civarında arttırmanın mutluluğu, diğer taraftan HDP'nin barajı aşarak MHP kadar milletvekili çıkarmış olmasının kızgınlığı içerisinde o konuşmayı yapmıştı. Çözüm sürecinin HDP'yi güçlendirdiği ortadaydı. Başından beri MHP çözüm sürecine karşı çıkmıştı ve bu noktaya gelmiştik. MHP HDP'yi Türkiye'nin bölünmesiyle özdeş olarak görüyordu. Bir milliyetçi parti olarak da en büyük kırmızı çizgisi buydu. Bahçeli o akşam bu psikoloji içerisinde, 'madem diğer üç parti çözümü istiyor o halde birlikte hükümet kurun' diyerek hem sitemini ortaya koydu hem de onlara meydan okudu.
Bu tavır aynı zamanda ülkeyi kendisinin hiç istemediği bir yönetime teslim etmek anlamına da geliyordu. Özellikle de HDP'li bir hükümet, MHP açısından kuzuyu kurda teslim etmek gibi bir şeydi. Ortada açık bir çelişki vardı. Ben bunu sağ gösterip sol vurmak gibi algılamıştım. Nitekim çok geçmeden, "Gerekirse elimizi değil gövdemizi bile taşın altına koyarız" açıklamasını yapmıştı. Bahçeli, zamanı geldiğinde, geçmişte yaptığı gibi akli selimini kullanıp devlet adamlığını gösterecek ve yine tavrını devletten yana koyacak diye bekliyordum. Bu mantıkla son yapılan Bahçeli-Davutoğlu görüşmesinden mutlaka bir orta yolun bulunacağını bekliyordum.
Yanıldım... Ve büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum...
Tam da MHP'yi haklı çıkarırcasına PKK gerçek yüzünü ve gerçek niyetini göstererek sözüm ona öz yönetimlerle Türkiye'yi bölmeye çalıştığı, Türkiye'yi bir ateş çemberine çevirdiği sırada...
Ve yine tam da AK Parti iktidarının çözümden vazgeçerek var gücüyle PKK'yla mücadeleye giriştiği bir ortamda...
MHP Türkiye'yi hükümetsiz bıraktı...
Türkiye'yi istikrarsızlığa mahküm etti!
Türkiye düşmanlarının ve özellikle de köşeye sıkıştırılmış olan PKK'nın sevinçten ellerini oğuşturdukları bir durum.
"Dereyi geçerken at değiştirilmez atasözünde olduğu gibi PKK ile mücadeleye girişmiş olan hükümetin desteklenmesi ve devamının sağlanması gerekirken, Bahçeli Davutoğlu'nu tam da azgın derenin ortasında öylece bıraktı.
Dahası Bahçeli TC Hükümeti'ni, kendi ifadeleriyle, bölücü terör örgütünün uzantısı olarak gördüğü HDP'ye kendi elleriyle teslim ediyor!
Ne için?
Öyle anlaşılıyor ki, artık kesin gözüyle bakılan erken seçim sürecinde seçim meydanlarında, "Bu PKK hükümetini Erdoğan kurdu" demek için!
Yani her şey üç beş oy daha fazla almak için!
Ya PKK ile girişilen bu mücadele ne olacak?
Ya devletin tahribatı ne olacak?
Tipik bir ilkesizlik örneği.
Ama ben, "Çok bilen çok yanılır" hesabı Bahçeli'nin yanıldığını düşünüyorum.
Kazdığı kuyuya kendisi düşecek.
HDP ortaklı hükümetin sorumlusu olarak kendisi görülecek.
Bahçeli harakiri yapıyor!
18.08.2015
Hasan Basri Özgen