Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '08

 
Kategori
Deneme
 

Bakü (gelecek)

Bakü (gelecek)
 

Bir çırpıda uçuverdi yüreğim /Sonra balık olup düştüm suya/Bir balıkçı yoktu ortalıkta /Tutuverseydi, beni alıp getirseydi sana /Moskava’nın suyundan bir dize kalsaydım Nâzım’a /Oltalar kudurdukça balık olasım artsaydı

İlk ışıklarıyla akşamın mavisinde /Şakaklarıma batır kılçıklarını /Gün ağarmadan/Nâzım’ın geniş bozkırında /İyot kokularına karışsaydık/ Anlayacağın, Yaşar Kemal’de kırklar olur çıkardık


Ayları ne kadar toplarsam toplayayım, bir yılı vermiyor. Belki de Gestaltçılar yanılıyordu, bilemiyorum. Hiçbir şeyin toplamı sen edemiyordu işte. Zaman öyle ilerlerken kendimizden habersiz, nasıl da her şey güzel, pas parlak görünürdü bize. Sanki hiç eskimeyecekler, eskimeyecekmişiz gibi. Oysa zamanın bir hilebaz olduğunu öğrendiğimde çoktan oyun bozulmuştu. Adı üzerinde ansızın, neye uğradığımıza şaşırdık kaldık. Gücümüz gittikçe azalıyordu. Sevgimiz yok oluyordu sanki. Neyin savaşını veriyorduk, neyi paylaşamıyorduk. Yıllar öncesinden kalma terkedilmiş bir evde, köşeleri is tutmuş ağır bir ağ tabakası gibi yapışıp kalmıştık sindiğimiz yere. Üzerimizde aynı havayı solumanın tedirginliği vardı. Köşelerimizden birbirimize nefretle bakar olmuştuk ördüğümüz ağlar arasından. Bekliyorduk birbirimizi… Birbirimizi kendi ağımıza düşürme sancısıyla sinsice bekliyorduk. Kim kimin ağına takılacaktı acaba. Acaba, bu aramızdaki -adını koyamadığım- şeyi, daha sürdürseydik hangimiz yenilip ağa bırakacaktı kendisini. Nitekim uzlaşma yoluna vardık. Bu senin pes ettiğini mi gösteriyordu, bilemiyorum. Belki de senden uzakta olmam, sana, bunu, bana söyleme cesareti verdi. Telefondaki o boğuk, kısa kısa yaptığın konuşma hala kulaklarımda… Biliyorum yüzüme söyleyemezdin, nitekim başka bir memlekette senden o beklediğim haberi verdin. O sıralar ben çok uzakta bir başka memlekette soluyordum havayı. Senin bu havadisinden sonra oradan da ayrılma gereği duydum. Duydum, çünkü boğuyordu beni şehir. Başka memleketlere kaçma fikri, ben de yeniden bir diriliş duygusu yarattı. Dirilecektim. Sensiz de ayakta durabilmenin, ne demek olduğunu gösterecektim sana. Evet şimdi haberini aldığım bu ülkeden ayrılıp başka bir memlekete çıkıyorum. Mavi gözlü devin yaptığı yolculuklardan birini yaşıyorum şimdi. Bakü’ye gidiyorum. Mavi gözlü devin, Moskova’dan Azerbaycan’a giderken ki şiiri düşüyor aklıma. Hani büyük şehvetle aşık olup yazdığı şiiri. Elimdeki dergiyi açıyorum o şiir karşıma çıkıyor.

“Moskova’dan yola çıktım bu akşam/ Vagonumun kapıları aynalı/ Bakü’ya gidiyorum ay balam/ Bakü Aslı, ben Kerem./ Bakü gençliğim demek/dost eline emanet ettiğim yürek/ İliç’in bulağından içtiğim su/Kardeş sofrasında kestiğim ekmek/yarin yüzünde yıldızların uykusu/ Bakü gençliğim demek./ Bakü’ya gidiyorum ay balam/ Bakü Aslı, ben Kerem.”

İşte bu dizeleri her okuyuşumda tatlı bir esintiye kapılıyor yüreğim ve aklıma düşüyorsun Bakü’ye yaptığım yolculukta. Sanırım ısıtıyorsun beni, kafamdaki kalpaktan daha çok. Üşüyen her yerime doluyorsun, trenin o uzun soluklu yolculuğunda makas değiştiriyorum sana doğru. Bir bakıyorum sen Nâzım oluyorsun, ben Nâzım’ı o büyük aşka düşüren dilber. Rol değiştiriyoruz. Dilber, Nâzım’ın elinden değil de senin elinden tutuyor. Biz gani mesutuz Bakü topraklarında. Her şey o kadar güzel ve senle dolu. Nâzım, uzaktan seyrediyor bizi. Gülümser gibi açılıyor dudakları. Belki sevgimizi kutsuyor, belki dilberi yanında olmadığı için kıskanıp küfrediyor. Yok yok gülümsüyor, biliyorum ilk şiir kitabında yer edinecek bir aşk hikayesiyiz onun için.
Böyle seni düşünerek ne kadar zaman geçti bilmiyorum, hatta o kadar ki elimde Nâzım’ı anlatan dergiyi öyle boş boş okumuşum. Her sözcükte seni bulmak adına hayaller kurmuşum. Şu aşk denen şey ne tuhaf. Merak ediyorum benim düşündüğüm kadar düşünde miyim ben de senin?
Kendime geldiğimde makasların raylarda yaptığı tiz sesi duydum. Kondüktör bir şeyler söylüyordu yüksek sesle. Sanırım geldiğimiz istasyonu haber veriyordu. Sessiz duran insanlarda birden bir kıpırdanma hissettim. Kimisi hızlı, kimisi yavaş hareket ediyorlardı trenden inerken. Biri kızının kolundan çekiştirerek onu bilmediğim bir dilde azarlıyordu. Vakit gece yarısını epeydir geçmiş. Doğal olarak zavallı kız, babasının onu çekiştirmesine direniyordu. Besbelli hâlâ uyumak niyetindeydi. Küçük kız, belli ki biliyordu tren ve otobüslerde uyumanın çok güzel olduğunu. Yanımdaki yarı kıyım abla da hareketlendi. Yaşlı tombul teyzenin nihayet ineceğine kanaat getirip rahatladım. “oh be! Dünya varmış, bütün koltuk bana kaldı.” Ama bu sevincim kısa sürdü. Az sonra yeniden yanıma geldi hanım abla. Yağlı vücudu yine yanlarımı ezip durdu. Belli sabaha kadar ben bu şekilde bitirecektim yolculuğu. Bari aşağı inip bir şeyler alayım diye düşündüm ve indim de. Su, bisküvi falan aldım büfeden. Son kez insanlara baktım. İnsanlardaki manzara öyle perişandı ki. Kimisi uykulu, kimisi yorgun; kimisinin beli bükülmüş, kimisinin saçı ağarmış…. Sesini duyar gibi oldum. Diyorsun ki “hiç mi genç, dinç birileri yok.” Peki itiraf ediyorum. Laf aramızda. Var öyle biri. Biraz gıcık ol bu mektuba. Çaprazımda bir bey var, kalpağın altındaki bakışlarıyla arada bir çakışıyoruz. Donuk mavi gözleri nedense bu karşılaşma esnasında pek de canlanıyor. Tamam tamam. Kızma. Umarım gıcık olmuşsundur. Biliyorum, şimdi mektubu okurken “yok canım niye gıcık olacağım” diyorsun. Ama seni öyle tanıyorum ki için içini yiyecek bu satırları okuyunca. Tamam, uzatmıyorum. Neyse az önceki merseleye gelelim biz. Hani dedim ya yaşlısı, beli bükülmüşü… valla bunları görünce içim şöyle bir cız etti. Bir sigara yaktım ben de. Yoksa donuk mavi adamın, istasyona inip hemen çaprazıma kurulup da sigara içişinden değil. İşte şimdi adamla konuşmak için bir bahane de buldum. “Pardon çakmağınız var mı?” Allah’tan adam bilmiyor Türkçe’yi. Bak konuşma nasıl da uzadı. Şimdi aynı şeyi İngilizce olarak yeniledim. Çok da nazik bir adammış canım.
Biliyorum kızıyorsun bana. Ama bunu biz ikimiz istedik değil mi? Bir şeylere karar verdik. Birbirimizden uzaklaşıp kendi hayatlarımızı kuracaktık. Bu ara verme dönemimizi güzel şekillendirirsek artık birbirimizi bırakacaktık. Ne yapayım, ben de kendi hayatımı şekillendiriyorum. Ama nedense sana yazmaktan da alıkoyamıyorum kendimi.
Düdük, ilk ötüşünde belli belirsiz kıpırdandım yerimden, ama nedense trene binmek geçmiyordu içimden. Kişilere takıldı gözüm. Hareketlenmeler hızlandı. O düdüğün ilk sesi onları acı bir telaşa soktu. Gözlerdeki kaygılarla son kez birbirlerine baktı kişiler. Bense hâlâ sigaramı içiyordum. Sonra ikinci düdük sesleri döküldü ortalığa. Bu sefer acele sarıp sarmaladılar birbirlerini. Son kucaklaşma arasında ben çoktan sigaramı söndürmüş yerime oturmuştum bile. Üçüncü düdükte tren sallanmaya başladı gürültülü, sonra hızlandı. Son kez kucaklaşanların eli havada kaldı. İstasyondan ayrılan trenin ardından bir müddet sallandı.
Tren hızını artırmıştı. Az önceki uyuşukluğu yoktu üstünde. İnsanlardan da artık ses seda gelmiyordu. Herkes kendine çeki düzen verip yerini doğrultmuştu. Kondüktör de artık görünmüyordu ortalıkta. Belli ki kimsenin şimdilik ona ihtiyacı kalmamıştı. Yavaş yavaş horlama sesleri duyuldu. Kendimi bu horlama sesleri arasında boğuluyor hissettim. Camı yukarı doğru iterek açtım. İçeri dolan havayla kendime geldim biraz. Tepemdeki tek ışığı yakarak elime aldığım kitabı okumaya başladım.
Mehmet İnanç’ın yazdığı “Nâzım’ı Nâzımca Anlamak” kitabında yazılan her şeyi, nedense seninle özdeşleştiriyorum. Aslında bu özleştirme seni yazan kişiyle ya da yazılan kişiyle bir tutmaktan ziyade bu kitapları seninle birlikte okuyamamaktan kaynaklanıyordu. Hani demiştim sana daha önce, birlikte kitap okumak, bana göre yolculuğun diğer bir çeşidiydi. Bu satırları seninle dirhem dirhem yaşamak isterdim. Belki Nâzım’ın yalnızlığı ve yaşama sevincinde kendimizi bulurduk. Orhan Kemal’in onun için yazdığı bir şiirinde yaşadıkları mahpus hayatına birlikte yolculuk ederdik.
Nitekim yapamadık. Ayrı düştük. Nâzım’ın yurdundan, kendinden, eşinden, sevgililerinden, çocuklarından ayrı düşmesi gibi ayrı düştük. Belki en büyük tufanı yarattığım şu anda, ben bu trende tufanda mıyım, yoksa tufandan mı kaçıyorum belli değil. Bu Nuh’un gemisine binmekle binmemek arası bir şey olsa gerek. Bizi bunca uzağa düşüren neydi? Gerçekten yalnızlık, yalnız kalma yetisinin bizi iyi edeceğine inancımızdan mı ben, seni oralarda bırakıp bu topraklara yolculuğa çıktım. Biz birbirimizdeki neyi gördük de silkelenmek istedik. Gerçekten gördük mü peki. Aram’ın, “Körlerin Gördüğü”nü, oku o zaman ne dediğimi tam olarak anlayacaksın. Bak Aram’ın kitabında yer verdiği bir Nâzım dörtlüğü vardı. Şimdi onları buraya aktarıyorum. İyi ki kitaplarımdan ayırmamışım kendimi. Her daim yardımcı oluyorlar bana.

“Diyelim ki hastayız/ hem de ağır / hem de ameliyatlı,
yani beyaz masadan / kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kaderini
Biz yine güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
Hava yağmurlu mu diye bakacağız pencereden,
Yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz / ajans haberlerini…”

İşte tam da şu anki duygularımı ne güzel anlatmış bu dizeler. Şimdi ben de bakıyorum pencereden dışarı. Ama Nâzım’ın dediği yağmura bakmak için değil, senin yüzünü görebilmek için. Ruhun da benimle mi? Şimdi neyime gerek bu yolculuk benim. Sensiz bir yolculuğa çıkmak hiçbir şeye benzemeyecek biliyorum. Oysa şuan elin avucum içinde terlemeliydi ve pencereden birlikte dışarı bakıp rüzgârın sesini dinlemeliydik. Belki bu yolculuğun dönüşü yoktu. Yani Nâzım’ın dediği gibi kalabilirdik ameliyat masasının beyazında.
Nihayet bir sonraki istasyona geldik. Ve ben karar değiştiriyorum. Geri dönüyorum. Seni ikna edip üç kişilik bir yolculuk için. Sen, ben ve kitaplarımız. Ha bu arada farkında değilim yarı kıyım teyzem yer değiştirmiş. Karşımdaki iki koltuğa bedenini bırakmış, sabahın gelmesini bekliyor. Ben de sabah, beni alıp sana getirecek olan treni bekleyeceğim, tanımadığım bir istasyonda.

Not: yazıda geçen Aram isimli yazar, Avram olacak.

Canan Al ( Nehir Amara)

Berfin Bahar Dergisi
Sayı: 126, Ağustos 2008

 
Toplam blog
: 21
: 579
Kayıt tarihi
: 06.12.07
 
 

Süleyman Demirel Üniversitesi Burdur Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Mezunuyum... Ken..