Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Kasım '08

 
Kategori
Aile
 

Balıkçı Mehmet emmi

Balıkçı Mehmet emmi
 

Balıkçı Mehmet Emmi


Ben de babasına aşık kızlardan idim . Seyyar balıkçılık ve karpuzculuk yapan babam tam bir İstanbul Beyefendisi idi benim gözümde . Mahallemizde kendine ait bir de manav dükkanı olmasına rağmen özgürlüğüne düşkün olduğundan dükkana adam tutar ve kendisi ARAP adını verdiği midilli kırması atıyla at arabasına kurulur ve mahalle mahalle, pazar pazar gezer kışın balık, yazın kavun karpuz satardı.. Gezdiği sokak aralarında ise rastladığı her bakkaldan bir şişe Marmara şarabı alır ve hep onu içerdi . Aslında tipik alkol bağımlısı idi ama onu hiç bilinen sarhoş halinde görmedim . Hep zarif hep sevecen hep insancıl ...... Kendisinden alışveriş yapmak isteyen, biri karnında biri kucağında biri eteğinde çoluk çocuk dolu olan gariban mahalle kadını yanına geldiğinde ve avucundaki üç kuruşu babama uzatıp ( örneğin balığın kilosu 1 liradiyelim, kadının elinde 75 kuruş var ve onunla 1 kg. bile balık alamayacak, oysa ailesi kalabalık) kadının elindeki parayı kabul edip hiç tartı terazi kullanmadan belki 2-3 kg gelecek halde okunmuş gazetelerden evde hazırladığımız kesekağıdını balıkla doldurur ve kadıncağızı yolcu ederdi hayır dualarıyla ..."Yavrular balık yesin , doysun kızım ..."derdi... Okul çıkışı babamı nerde olsa bulur ve at arabasına atlar ben de onunla mahalle mahalle, pazar pazar dolaşır ve satış yapardım.

Bir de güvercinimiz vardı, adı GARİP, kendisi henüz yumurtada iken annesi ölmüş ve ona kuluçka döneminde ben ve ağabeyim bakmıştık ve yumurtadan çıktıktan sonra biz büyütmüştük . Çok zeki bir hayvandı ve asıl ana-babası ağabeyimle ben olduğumuz halde nedense babama çok düşkündü güvercin . Evimizden salardık onu ve pazar hangi semtte ise uçup dolaşır , tepelerden aşağı bakarak babamın başından hiç çıkartmadığı kalpağını tanır ve tepesine tünerdi . Akşama kadar kalpağın üstünde kıpırdamadan oturur ve babamla birlikte eve dönerdi.. Babam bütün mahallenin sevgilisi idi, bir tek annem hariç... Babamın bu gereksiz'' cömertliği elbette ki kazancını etkiliyor ve hep geçim sıkıntısı çekiyorduk . Annem de buna kızıyordu . Babamın başkalarına gösterdiği şevkati kendi bütçemize zararı olduğu için eleştiriyor ve babama kızıyordu, kendince haklı nedenlerle çünkü evin mali sorumlusu annem idi .

Zor günler geçiriyorduk.. Ama ben yine de babamı seviyordum . Akşamları eve geldiğinde şarabının yanına meze hazırladığında başına oturur, dört gözle o mezeleri bana yedirmesini beklerdim . Hala onun yaptığı tahin helvası ve limon suyuyla hazırlanan mezenin tadını hiç bir şeyde bulamıyorum.Ama ilkokuldaki defter-kalem ihtiyaçlarımı pek aklına getirmezdi çünkü onlardan annem mesuldü . Bize bir kez olsun bağırmak ne kelime, kaşını bile çatmış değildi . Hep yarı mahzun, yarı hüzünlü gülümseyen bakışları gözümün önünden gitmiyor . Sürekli melankolik haldeydi.Eski gramafonuna da taş plakları koyar ve Müzeyyen Senar'dan, Safiye Ayla'dan , Abdullah Yüce'den ve daha adını bilemediğim bir sürü eski sanatçıdan eserleri dinler şarabını yudumlar, mezesini ağabeyim ve bana yedirir ve hep of çekerdi...Sorardım, baba neden ofluyorsun ve neden içiyorsun? Çünkü annem hep içki içmesinin kötü bi şey olduğundan şikayet ederdi, kimi akşam efkardan kızım derdi kimi akşamlar neşeden yavrum .. derdi...ama hep içerdi . Annemle çok büyük bir aşk yaşamış ve kaçarak evlenmişler.Annem de babamda gençliklerinde gerçekten çok yakışıklı ve çok güzel kişilermiş.Aşkları dillere destan olmuş ... Ama artık o aşk ortada yoktu .Yaşanan tek aşk benim ve babamın aşkı idi . Ağabeyim de çok severdi babamı tabii ama o da ilkokuldan sonra tornacı çırağı olarak iş hayatına atılıp çocukluğunu yaşayamadan ekmek derdine düşmüş ve erken olgunlaşmıştı . Akşamları işten eve gelen minik çırak annemin cımbızlı müdahaleleriyle ayağına, eline ve yüzüne sıçrayarak batan torna çapaklarının çıkartılması sırasında gıkını bile çıkarmadan erkekliğini kanıtlamaya çalışırdı canım ağabeyim.Bu yüzden babamla ancak erkek erkeğe sohbetler ederdi.Ben hem ağabeyimin hem babamın minik prensesleri idim . Konuşkan biri değildi babam, sadece gözleri konuşurdu .... Hüzünlü bakan gözleri..... Ne geçerdi yüreğinden hiç bilemedim ... Çünkü çok küçüktüm o vakitler ... Oturup karşılıklı dertleşecek yaşta değildim ki?


Derken bir yaz sabahı, ben orta birinci sınıftan orta ikiye geçdiğim yaz , 11 yaşında ve yine sokakların kraliçesi iken babam eve vakitsiz geldi , anneme ufak bir tahta bavula ( hani eski siyah beyaz Türk filmlerindeki tahta bavullardan) bir iki parça iç çamaşırı ve gömlek koymasını rica etti . Annem nedenini sorduğunda şimdi cevap veremeyeceğini ancak gitmesi gerektiğini söyledi ... İflas etmiş meğer .... Sahibi olduğu manav aslında semtimizin en iyi iş yapan manavı idi çünkü tekti . Fakat kendisi başında durmadığı için çalıştırdığı adamlar 5 sattıysa 2 göstermiş ve sermayeyi tüketmişler . Kendisinin de o güzelim cömertliği katkıda bulunmuş elbette bu iflasa ... Kabzımal denen HAL esnafı elbette sattıkları sebze meyve ve balıkların parasını talep ediyorlardı ve babamda tek kuruş yoktu , kumarı da yoktu.Evden işe işten eve gidip gelen bir adamcağızdı çünkü..Böylece para ödetme yöntemleri malum tehdit şekline dönüşünce zavallı babacığım soluğu kaçmakta bulmuş ve evi terk etmişti.3 yıl kendisinden haber bekledi annem. Babam gittiğinde henüz 1 yaşında olan küçük erkek kardeşim hiç doğru dürüst baba yüzü görmeden büyüdü . Babam gidince evin geçim yükü annem ve ağabeyime kaldı. İlkokula bile gidememiş bir kadın annem, ağabeyim ise ilkokul mezunu 16 yaşında bir çırak, ben henüz ortaokul öğrencisi ve ailede en yüksek! okuyan ve okumaya meyilli üyesi ve bir de henüz bebecik olan kardeşim.... İstanbul gibi bir şehirde kalakaldık tekbaşımıza .... Annem gerek fabrikalarda işçi oldu gerekse evlere temizliğe, aşçılığa gitti ve ağabeyimle bir olup benim okumam için gayret ettiler . Orta üçte parasız yatılı devlet bursunu kazanıp Öğretmen okuluna girdim ve okudum.Yatılı öğrencilik aslında çok keyiflidir ancak bütün bir aileye sahipseniz ... Hafta sonu izinlerinde diğer arkadaşlarımın çoğunun ana babası ellerinde meyve -çikolata sepetleriyle, böreklerle okula ziyarete gelirdi ve ben bir köşeye sinip onları gözetlerdim. Benim hiç bir zaman ailem ziyaretime gelmedi. Geldiyse de annem geldi o da okul müdürünün idari ceza tebligatlarını teslim almak için. Tam bir anarşist idim okulda, sürekli okuldan kaçardım, kavgalara katılırdım, miting ve yürüyüşlere kaçardım. Hele bir de yatılı ise öğrenci, malum büyük suçtur. Sanırım disiplin dosyası en kalabalık öğrenci bendim o dönem. Ama benim okulda ziyaretime babam hiç gelmedi ... Sevgilim, gözümün nuru, hasretim babam.....

Yıllar sonra , ağabeyim ve ben evlendik birileriyle ve kendi hayatlarımızı yaşamaya başladık...Annem ağabeyimle oturuyordu, gelinimizi yanımıza almıştık. Yeryüzünün gelmiş geçmiş en mükemmel gelini kim derseniz hiç tereddütsüz Yengem diyeceğim.. Yani, Elif'imin annesi.. Lara'mızın anneannesi..... Bir insan bu kadar mı fedakar olur, bu kadar mı sevecen ve hizmetkar olur... Zor bir kişiliği olan annemle hep iyi geçindi, sözünü ikiletmedi, sadık bir köle gibi ailemize hizmet verdi ve hiç şikayet etmedi. Hem geçim sıkıntısı hem kalabalık aileye hizmet.. Kendi ailesi bizden daha rahat geçim şartlarında olduğu halde evimizde hiç şikayet lafı duyulmadı....

Derken bir gün ağabeyim babamın izini bulmuş . O sürede annem gıyabında boşamıştı babamı.İzi bulunamadı diye...Haklıydı kadıncağız. ... Ağabeyim babamı bulduğunda babam köprü altlarındaki ispirtocular gibiymiş, per perişan.... Elbette ki hayırlı evlattı ağabeyim ve babam gerçekten yüreği çok güzel insandı. Her ne kadar bizi terk etmiş bile olsa o ancak onun zayıflığından kaynaklanan birsorundu , zalimlikten değil. ... Kıyamadı ağabeyim ve babamı tutup evine getirmeye kalktı. İşte o zaman çıngar koptu ve annem ağabeyimle büyük kavga yaşadı. ... Kendisini 3 küçük çocukla kurdun , kuşun eline terk edip kaçan ve onları perişan bırakan bir erkeği geçmişte ne kadar çok sevse de affetmedi annem ve ağabeyime analık sütünü helal etmeyeceğini söyledi o adamı eve alırsa.... Ağabeyim yine de aldı babamı ve annem terk etti bu sefer evi..Kardeşimi de yanına alarak başka yere taşındı. ... Ben memlekette evli idim ve olayları uzaktan seyrediyordum. Yolunda gitmeyen bir evlilik yaşıyordum ve bir de kendi ailemin sorunlarıyla uğraşamazdım. Kendi evliliğimle ilgili sorunlarımı da aileme hiç yansıtmadım ... Onların da kendi sorunları yeterliydi ve kimseyi üzmeye hakkım yoktu....

Ağabeyimin yanına yerleşen babam sultanlar gibi hizmet ve sevgi, hürmet görmeye başladı ağabeyim ve yengemden.... Hele o yengem, hele o yengem.... Ne muhteşem kadınsın sen Zühalcim... Çiçekler gibi bakıyordu babama, ağabeyim de her akşam önün eüç-beş şişe Marmara şarabını koyuyor, yengem çok sevdiği mercimek çorbasını eksik etmiyor, misler gibi yıkayıp paklıyordu babamı. Kız evlat olsa yapmaz bunu. Allah tuttuğunu altın etsin onun inşallah......

Tam on yıl baktılar babama böyle.... Derken bir gün ağabeyim İstanbul’dan bana telefon açtı, babam komaya girdi hemen gel ...diye.....

Eşime, fabrikaya telefon açtım, babam ölüyormuş, hemen İstanbul’a gitmeliyiz...Hayır dedi eşim, gitsen ne olacak, ölüyorsa zaten, canına can mı katacaksın? Azrail’e git mi diyeceksin, zaten size babalık yapmamış adam, bırak ölsün......

AMAO BENİM BABAMMMMMMMMMMMMMMM....

Ne olursa olsun, bizi iyi besleyemese de , ihtiyaçlarımızı tam yerine getiremese de bizi terk edip gitse de O BENİM BABAM.....Onu çok sevdim, hep sevdim ama o terkedilmişliğin kırıklığını hep yüreğimde sakladım ve hep çelişkiler yaşadım ...Ondan nefret mi etmeliydim yoksa sevmeye devam mı etmeliydim ?.... Ağabeyimde yaşadığı ve zaman zaman görüştüğümüz onca süre içinde ona bunları hiç itiraf edemedim...yüreğimde sakladıklarımı hiç yüzüne söyleyemedim ... Yıllarca onun hasretiyle nasıl yandığımı, gözlerim yollarda geceler boyu nasıl yolunu beklediğimi, gelmeyince küfrederek, ağlayarak, kimselere göstermeden , nasıl uykusuz yatakhanelerde sabahladığımı ona hiç bir zaman itiraf etmedim, edemedim . Öfkeme yenilip ona acı sözler söylemekten korktum aslında hep.... Onu incitmek te istemiyordum çünkü ömrümde tanıdığım en kırılgan, en zarif, en nahif insandı babam .... Yani seviyor muydum nefret mi ediyordum, karar veremiyordum hala...Yıllar geçmişti ve sonunda o gün gelmişti....Balıkçı Mehmet Ağa.....Yola düşmüştü, geri dönüşü yoktu artık...... Gidiyordu. ....Ve ben eşimin yasağı yüzünde babamla vedalaşamayacaktım .... Komşumdan borç yol parası aldım, çocuklarımın okulundan izin aldım ve apar topar İstanbul’a geldim eşime söylemeden ....

15 gün yattı babacığım komada ..... Elimizle suyunu içirdik, elimizle bedenini temizledik ... Bilinci yerinde değildi.... yıllardır içtiği sigara ve alkolün etkisi ile hem akciğer hem karaciğer kanseri olmuş meğer ve bütün bu süreç içinde bir kez bile ağabeyime ben hastayım dememiş....Hastalık artık bitiş noktasında iken bedeni iflas etmiş ve düşmüş tuvalette, bir daha kalkamadı..... 15 gün boyunca evlatları ve torunları başucunda idi. O günler nasıl geçti, sormayın....Beni işitemeyen birine SENİ SEVİYORDUM ASLINDA AMA BUNU SANA HİÇ SÖYLEYEMEDİM....diyebilir misiniz?Seni hep özledim ama tekrar buluştuğumuzda da bunları sana itiraf edemedim...diyebilir misiniz?? Dedim ben...O zaman kadar söyleyemediklerimi dedim ama beni işitti mi bilmiyorum...... Ve bize veda etti....

Şimdi dinleniyor kabrinde... Zaman zaman ziyaretine gidiyorum, oturuyorum başucuna ve habire anlatıyorum, ne olup bitiyorsa hayatımda ..... Herkesi şikayet ediyorum, politikacıları, eski kocamı, işverenlerimi, peşimde dolaşan itleri , geçim sıkıntılarımı vesaire ...... Ama o bana hiç cevap vermiyor, yaşarken de az konuşurdu zaten mübarek.... İçimi boşalttıktan sonra yine ona dönüp -sohbetine de doyum olmuyor Mehmet Emmi ... diyorum, öpücük yollayıp, duamı edip gidiyorum evime......

Boşandım ben de eşimden, üstelik annemin kocasından daha vahim bir kocayı terk ettim bende ... Ama o kötü eş her ne olursa olsun benim çocuklarımın babası.. Özellikle ilk göz ağrımız Çitosumuz, prensesimizin babası... Bir kız evlat için baba idolü nedir, bunu en iyi ben bilirim...Bir babaya hasret ne demektir , bunu bir tek ben anlatabilirim size..... İşte bu yüzden de birbirimize asla iyi birer eş olamayan eski eşim ve ben artık iyi birer dost , dünya ahret kardeş olma becerisini göstermeye çalışıyoruz. ... Benim düğünümde ortaya çıkan ve beni gelinlikle görmek isteyen babamı annem düğün evinden kovmuştu, senin bu kızı görmeye hakkın yok diyerek..... Ben kızıma bunu yaşatmayacağım çünkü buna hakkım yok.....O adam benim çocuklarımın babası ve ebediyen öyle kalacak..... Sırf bu yüzden, bana bu kadar güzel , bu kadar tatlı iki evlat hediye ettiği için o kötü kocaya ama o iyi babaya teşekkür etmeyi boynuma borç biliyorum...

Muhabbetle...

Allah hiç bir yavruyu anasız ve babasız bırakmasın...

Ümit Emel Pusat

 
Toplam blog
: 17
: 641
Kayıt tarihi
: 08.09.08
 
 

1 Nisan 1961 İstanbul doğumluyum, aslen Eskişehir'liyim. 33yaşında bir kız ve 30yaşında bir erkek..