- Kategori
- Dünya Şehirleri
Balkan incileri!....
13.07.2010
Üç yıl aradan sonra ne tesadüf ki yine aynı gün ve tarihlerde "Sevgili Yol Arkadaşım" ile bir kez daha Balkanların o güzel, sıcakcık, samimi İnsanlarının Özlemi beni yine yeniden Ata Topraklarına götürdü!...
Balkan Rüzgarı adını taşıyan ilk seyahatimizde uzun uzadıya bahsetmeye çalıştığım Ülkelerin Kültürel, Sosyal, Coğrafi anlatımlarından farklı olarak, bu kerre "Bosna-Hersek , Hırvatistan (CROATIA) " dahil olmak üzere "Balkan İNCİLERİ" Yolculuğumuza Sevgili Rehberimiz Recail Osman eşliğinde keyifle başladık :).....
MACEDONIA-SKOPJE (ÜSKÜP)
İlk durağımız olan Makedonya Cumhuriyeti'nin başkenti Üsküp-Skopje Alexandar Havalimanında Değerli Rehberimizin bizleri karşılaması ile birİNCİ şehrimize geldik. Kısa bir Üsküp Çarşısı ile Kale turunun ardından " çay molası" vererek muhteşem 13.Gözlü Taş Köprü ve Kale manzaralı :) otelimize yerleştik...Küçük bir dinlenmenin ardından grubumuzla Rumeli Gecesi'ne katılmak üzere akşam yola çıktık. Üsküp'ün hareketli ve hoş sokaklarından geçerek "La Luna Restoran"a geldik. Gecemizi renklendiren Folklor gösterisi, orada da bizi yalnız bırakmayan sevgili dostlarımızla veee ruhumuzu dinlendiren şenlendiren Rumeli Türküleri eşliğinde keyifli bir Üsküp akşamın sona ermesiyle birlikte otelimiz bahçesinde dostlarla içilen türk kahvesinin tadı keyifli sohbetle ilerleyen saatlerde gecemizi sonlandırdık:)... Ertesi sabah kahvaltımızın ardından hareket ederek Üsküp'ün eski çarşısını, kapan han ve kurşunlu hanı osmanlıdan günümüze kadar gelen camilerimizi ziyaret ettik. Ardından, "Kalkandelen(tetova)" ya doğru yola çıktık. Burada da yine çok önemli eserlerden biri olan tüm görkemiyle eşssiz mimarisi ile Alaca Camii'ni , Bektaşi Harabati Tekkesini ve burada Derviş Baba'nın bektaşilik üzerine güzel sohbetinden sonra buradan ayrıldık... "Gostivar"dan geçerek ki burası boyasız tuğladan evleri, zenginliği ile ünlü şirin bir kasaba!... "Şar Dağları(maya dağı)" etekelerine doğru muhteşem doğanın bize sunduğu görselliğin tadını çıkararak veee tabikii maya dağdan kalkan kazlar şarkısını söyleyerek:) tırmanmaya başladık. 1200 m yüksekliktete bulunan şar dağlarında kısa bir molanın ardından "Manastır"a gitmek üzere yolumuza devam ettik.... Kırçova (Çiçova) dan devamla eski bir macedon köyü ve geçim kaynağı arıcılık olan yüzyıllık şirin evleri ile "Malo Lino" köyünden geçerek illa ki fotoğraf molası vererek "Manastır"a hareket ettik... Manastır 1382 yılında kara timurtaş tarafıdan alınarak Osmanlıların eline geçiyor ve 560 yıl Osmanlılar burada hüküm sürüyor . ATATÜRK”ümüzün Öğrencilik yıllarını geçirdiği “Monastır Lisesi”ndeyiz. Buranın 1.Katı Sanat Eserleri olarak, 2.Katı ise ATAMIZA ait Türkiye’den gelen eşyalar ile donanmış. Atamıza ithaf edilmiş 3 ayrı oda var. İlk iki odayı Macedon Hükümeti yaptırmış 3.odayı ise Türk Hükümeti organize etmiş. “RUTKAY AZİZ”in seslendirme yaptığı Kısa bir slayt film izledik. Bu bina, Macedonya - Türkiye arasındaki dostluk simgesi ile her iki Hükümetin çabası sonucunda Yugoslavya’nın dağılması ile varolan bu proje ile bugünkü haline getirilmiş.Bunun dışında Atamıza ithaf olunan 2 Okul daha varmış yıkılmış ama şuan sadece bu bina (LİSE) ayakta duruyor. Bu yıkılan okullar “KIRMIZI VE BEYAZ KIŞLA” adını alıyor “Ben seni çok severim…” Diye bir şarkısı bile varmış…. Dreyon nehri, Pelister Dağı, Babadağ ve "Prespa Gölü"nün eşssiz manzarası ile "Resne"ye vardık. Resneli Niyazi Bey'in Evi'ni ki her ne kadar bugün müze olarak ziyarete açılmış olsa da yine de evi gezdirmiyorlar. Biz de sadece evin avlusunda resim çektikten sonra Ohri'ye hareket etmek üzere yolumuza devam ettik...
Üsküp'ten sonra ikİNCİ Büyük Şehri olan deniz seviyesinden 764m yükseklikteki "OHRİ"ye geldik. Ohri gerçekten bir doğa harikası. Unesco'nun koruma altına aldığı muhteşem göl ....!! Taş Evlerin arnavut kaldırımlı dik sokaklarının ve güzel insanları ile Ohri şehrini gezmeye başladık. Kalesi, antik tiyatro'nun bulunduğu kendinizi ege'de hissettiren Ohri de Gotik Mimarisi ile göz kamaştırıcı Stevi St.Naum -Aziz Naum kilisesini ziyaretimizin ardından, güzel sahil restoranlarından birinde Ohri'nin meşhur alabalığını keyifle yedikten sonra günümüzü tekne turu ile muhteşem ohri sularında tamamladık. Tito'nun yazları ailesiyle özellikle bu güzelim sakin ohri kıyılarını tercih ettiği evini de gördük...
Ertesi günü Ohri'den ayrılarak "Stugra" ya doğru hareket ettik. 18.000 nüfusa sahip 1964 yılından beri şiir gecelerinin düzenlendiğ1974 yılında şairlerimizden Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın ödül aldığı, Şairler Köprüsü, Türklerin çoğunlukta olduğu bu bölgede Karadrim Nehri'nin üzerinde bulunan birbirinden hoş kafelerde mola verdikten sonra yeniden yola çıktık.... "Elbasan"dan geçerek " Dures"e ordan da "Albania-arnavutluk"a doğru devam ettik. Arnavutluk nedense bende yine aynı hisleri uyandırdı. Sanki, balkanların biraz ürkek, ezilmiş ve gelişmeye kapalı bir ülkesi!.. Gerçi Enver Hoca'nın komünist rejiminden sonra ülke insanının dışa açılamsını beklemek anlamsız olur diye düşündüm. Zira arnavutluk halkı Enver hocaya olan nefretinden ötürü adını bile duymak istememekte!.. Tiran Meydanındaki Enver Hoca'ya ait mozaik eseri geçen yıldan itibaren kapatmışlar. Arnavutlukta Amerikan'ın son yıllardaki desteğini de her alanda görebilirsiniz ki meydanın yakınında yapım aşamasında olan devasa "Katolik Katedrali" tüm heybetiyle şehrin siluetini kaplamış!... Açıkçası görülmesi çok ta gerekli olan bir ülke değil , İnanılmaz sıcağın da etkisi ile kendimizi otobüsümüze atıp ve bir an önce Arnavutluk'tan çıkıp "Karadağ-Montenegro" ya gitmek üzere yolumuza devam ediyoruz.
Sırbistan Sınır Kapısından geçerek yeşilin her tonunu görebileceğimiz, Ata-baba topraklarımdan "Karadağ-Montenegro'ya" gidiyoruz, Adriyatik'in adeta dantel gibi işlenmiş kıyılarından ilerleyerek gözde tatil beldelerinden biri olan Bar'dan "Budva"ya doğru devam ediyoruz... Karadağ sosyetesinin uğrak yerlerinden veee renkli gece hayatıyla ünlü olan Budva'dayız . Butik bir otel olarak nitelendirebileceğim, samimi ve sıcak boşnak bir ailenin işletmesindeki sevimli otelimizde aldığımız akşam yemeğinin ardından Budva'nın hareketli gecesine katkıda bulunmak üzere:) sevgili yol arkadaşımla otelden ayrıldık:))... Budva Kalesi'nin bulunduğu Old Town (Eski Şehir) de her türlü müzik, show clupların olduğu hareketli sahilini keşfetmeye çıktık. Budva'nın Birbirinden şık, zarif hoş insanlarının eğlence kültürünü yakından tanıma fırsatımız oldu bu güzel gecede:)sabahın ilk ışıklarına kadar devam eden eğlenceli gecemizin sonunda bu kez yeni bir Ülke'yi daha keşfetmek üzere yola koyulduk....
Yaklaşık 5-6 saat süren yolculuğumuzun ardından öğleden sonra "Coratia-Hırvatistan" sınır kapısından giriş yaptık. Nüfusun çoğunluğu Hırvat'tır, geri kalan nüfusu 2.büyük etnik grup olan sırplar, arnavutlar boşnak ve türkler oluşturmaktadır. Din olarak; Katolik, Ortodoks , Müslüman, Protestan'dır. Ülkede %96 Hırvatça konuşulur. Okuma yazma bilenlerin oranı %97 olup erkeklerde okur-yazarlık %99'dur. Para birimi KUNA. Hırvatistan 1991 yılında bağımsızlığını ilan ederek Yugoslavya'dan ayrılmıştır. Adriyatik sahillerinin doğayla bütünleştirdiği bu güzel ülke'ye bağlı Dubrovnik'e doğru yolumuza devam ettik. Dubrovnik'e Yaklaşık 15 Km uzaklıktaki "Cavcat"taki otelimize yerleşip günün yorgunluğunu denize girerek bir nebze de atabilmek muhteşemdi.. Gerek doğal güzelliği gerekse eşssiz manzarasıyla gün batımından sonra gece dubrovnik'e gittik. "Dubrovnik" 2, 5 Km surlar ile çevrili 2000 insanın yaşadığı harikulade bir şehir. 27 adet kilise var ancak bunlardan 4-5 tanesi çalışıyor.Ayrıca dünyanın İlk ve en eski" aquarium eczanesi" yine burada, onogrion çeşmesi, katolik kilisesi olmak üzere dubrovnik sokaklarını dolaştık... Her yıl dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen Ünlü Sanatçıların uğrak yeri olan, film festivallerinin düzenlendiği önemli bir kent olma özelliğini taşımakta Dubrovnik. Gecemizi klasik müzik eşliğinde bu masalsı şehirde kaledeki hoş bir cafede tamamlayarak otelimize döndük. Sabah kahvaltımızı alıp otelimizden ayrıldıktan sonra bu kez Dubrovnik'in tepeden görünümünü fotoğraflamak üzere yol üzerinde mola verdik. Devamında ise "Franko Tudjman" köprüsünde dalmaçyanın o eşssiz güzel kıyılarını da resmederek önce Bosna sınır kapısından çıkıp Hırvatistan sınır kapısından girip, tekrar Bosna Sınır kapısından geçip " Bosna-Hersek " e girmek üzere sınırda pasaport işlemlerimizi yaptırdık.. Çok karmaşık bir sistem kurulmuş sınır kapılarında; oysa ki iki cumhuriyet arasında birbirini ayıran sadece bir köprü var ve bu köprü üzerinde iki ayrı SINIR kapısı bulunmakta. Sırpların Yugoslavya Cumhuriyeti'ni parçalamadan, o korkunç insanlık dışı savaşı başlatmadan çok önceleri boşnak ve hırvatlar kardeşçe birarada huzur içinde yaşıyorlarken bugünkü kurulmuş olan düzeni anlamakta gerçekten zorlanıyoruz!....Zira, Bosna'da yaşayan halk savaş döneminde bütün ekili alanları bağ bahçelerini Hırvatistan'a ait bu bölgede bırakmışlar ancak şimdi bu topraklarını ekip biçebilmek için bu Sınır'dan Hırvatistan'a pasaportlarıyla geçmek zorundalar..."Nevrata Nehri"nden geçerek "Mostar"a devam ediyoruz..Öğlen saatlerinde Mostar'a geldik. 1991 Savaşında Sırpların Özellikle Boşnak-Müslümanlara uyguladıkları katliamın izlerini heryerde görüyoruz. Mostar Köprüsü bu savaşta bombalanmış büyük bölümü hasar görmüş savaşın bitiminden sonra köprünün yeniden yapılması sırasında çeşitli yerlerden orjinale yakın taşlar getirilmiş böylece dünyanın harikulade doğal bir şehri yaratılmış. Ancak savaşın acı izleri halen silinememiş, zira köprü çevresinde kurşunlarla delik deşik edilmiş evlerde bunu görmek mümkün:((... Bu duygularla Mostar köprüsünden geçip taş sokaklarında yürüyerek çarşısını, şirin minik dükkanlarını gezdik ve "Şadırvan" adlı boşnak ekibin çalıştırdığı bir restaurantta leziz yemeklerini tadarak ardından olmazssa olmaz boşnak kahvemizi içerek Mostar'daki gezimizi tamamladık...Güzergahımızda bu kez, Travnik Poçitel vardı. Travnik 77 Adet Osmanlı Veziri yetiştirmiş önemli yerlerden biri.En önemli camii "Alaca cami"sidir. Fatih Sultan Mehmet tarafından yapılmış Medreseyi ve Travnik Kalesini ziyaretimizden sonra buz gibi sularının aktığı travnik dere kenarında leziz boşnak baklavası veee türk kavhesi eşliğinde kısa molamızın ardından bu kez de yine bir boşnak köyü olan "Poçitel"e geldik. Şipşirin sıcak insanların yaşadığı bir köy... Poçitel Taş Şehir olarak anılıyor, kalesi ve , Şişman Camii, yöresel elişi satılan minik dükkanlarının bulunduğu gerçekten de sokaklarının kaygan Taş'lardan oluştuğu adı gibi Taş Şehir olan şirin bir köy. Burada da boşnak kahvesi içerek kısa bir molanın ardından, "Lublanica" dağlarından geçerek akşam saatlerinde Bosna Hersek'in başkenti Sarajevo'ya ulaştık... Bosna'nın benim için anaane toprakları olması nedeniyle ayrı bir önemi var, "sava ve bosna nehirleri" akarken sanki yılların ötesinden gelen anaanemin sesi kulağımda!.. Bosna-Hersek Cumhuriyeti Nüfusu 700, 000 . %82 boşnak %8 hırvat nüfusa sahip, 10 Canton bölgeden oluşuyor. Sava 945 km uzunluğu ile en büyük nehirlerinden biri; diğerleri 240 km ile Vibas ve 214 km Una. Drina ise hem nehir hem de köprüsü ile adına türküler yazılmış bilinen bir diğer nehri... Hirvatistan-Bosna arasındaki Bosna nehri ile Sava işte burada yeniden buluşuyor...Bosna'da "Ilıca" bölgesindeki otelimize yerleştikten sonra, akşam Sarajevo'daki sevgili arkadaşlarımız ile hep beraber otelimizden ayrıldık. Şehir merkezine doğru yol boyunca devam ederken Bosna'da yaşanan acıyı her sokakta, caddede hissediyorsunuz. Zira, Sırpların kurşunlamadıkları , havan topu ile delik deşik etmedikleri bina görmek olanaksızdı. Dünya üzerinde yaşanan savaşların sanırım en korkunç olanı kelimelerle ifade edilmesi en güç olanı Bosna'da yaşanmıştır. Sarajevo sokaklarında bu duygularla dolaştım, sonra Bosnalı Boşnak arkadaşlarım ile bir cafede oturup gerek yaşadıkları savaşla ilgili gerekse bugünkü yaşananlarla ilgili uzun ve derin bir sohbete daldık. Biten bir günün ve gecenin sonunda vedalaşıp otelimize döndük!... Ertesi sabah Rehberimiz ve yol arkadaşlarımızla birlikte tekrar Sarajevo'ya gitmek üzere yola çıktık .Ancak öncesinde "Zuvejna" bölgesindeki halen sırp ve müslüman boşnakların birarada yaşadığı bir köyden geçerek burada bulunan ve UNESCO koruması altındaki "MİLLİ PARK" a geldik..Kısa süreli de olsa huzur bulduğumuz bu parkta kuğu ve ördekleri besleyerek istemeyerek te olsa ayrıldık!....Ana yola çıkıp Şehir merkekezine hareket ettiğimizde kentin ortasından geçen 1884 yılında ilk tramvayın kurulduğunu ve günümüze kadar geldiğini, Milçka nehrini, İmperial-Paşalar Camisini, Kütüphane'yi, Eski Şehri, bir sırp tarfından Kral Ferdinandın öldürülmesi ile 1.Dünya Savaşının çıkmasına neden olan Latin Köprüsünü, Güzel Sanatlar Akademisini, rehberimizin anlatımıyla öğrendik...Savaşta Sırpların üzerlerine yağdırdıkları bombalar ile hayatlarını yitiren 67 masum insanın katledildiği "pazar yeri"ni, ve yine burada sokak ortasında kurşunlanan yedi kişinin halen kanlarının bulunduğu taşlardaki "kanlı göl"ü gördük:((. ve buranın yakın zamanda koruma altına alınacağını da yine rehberimiz anlattı. Sonra, Aliya İzzetbegoviç'in ve bosnalı şehitlerin mezarlarının bulunduğu Şehitliğe gittik. Tarifi imkansız duygularla tüm şehitlerimizi saygıyla dualarımızla yad ettik :(...Daha sonra yine Bosnanın dışında bulunan bir köye gittik. 1991 Savaşında Evini Bosna için savaşan Askelere açmış bugün 86 yaşında olan "ŞEYDA NİNE" nin evine vardık. Savaşta askerler Şeyda Nine'nin evini kullanarak, evin altından bir "Tünel" Kazıp buradan kaçmışlar ve gerçekten mucizevi bir şekilde karşı taraftan Hırvatlar'la bu tünelde birleşip Sırplara karşı savaşıyorlar. Günümüzde "Müze" olarak kullanılan Tünel'den Şeyda Nine'nin arka bahçesinde Sıprların Savaşı nasıl başlattıklarını anlatan ve gösteren kayıtlarını dehşetle izliyoruz.... Sırplar yaptıkları Vahşeti, katlettikleri yüzbinlerce Boşnak'ı nasıl öldürdüklerini CD'ye almışlar maalesef ki tüm dünya buna rağmen bölgede yaşananlara kayıtsız kalmıştır.Her fırsatta İnsan Haklarından bahseden Ülkeler bu SOYKIRIM yaşanırken neredeydi?.. Dünya Tarihine kara bir leke olarak yazılacak olan bu Savaş'ı İnsanım diyen hiç kimse ASLA UNUTMAMALI ve UNUTTURMAMALIDIR.... Kalbimden bir parça bırakmış olarak Bosna topraklarına veda ediyoruz...
Yolculuğumuzun son bir gecesi ve günü tamamlamak üzere artık Bosna Hersekten ayrılıp 460 Km mesafedeki Hırvatistan'ın Başkenti "Zageb" e doğru yola çıktık. Güzergahımız üzerinde, bulunan Yayista'da kısa bir mola verdik. 1943 yılında Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Başkan Mareşal Tito tarafından "YAYİSTA" da kuruluyor ve Arni anlaşması burada imzanalıyor...Daha sonra ise, Sırp bölgesi olan ve %99 Sırpların yaşadığı "BanjaLuka" dan transit geçiyoruz. Çünkü turist otobüslerine bile taşlarla saldıran böylesi insanlıktan nasibini almamış bir yerde hiçbirimiz durmak istemedik!....
Akşam saatlerinde tekrar CROATIA-Hırvatistan sınır kapısından giriş yaparak Zagreb'e geldik...
Nüfusu:2.000.000 Para Brimi:Kuna Bayrağı: Mavi üzerine kırmızı, beyaz ve mavi renklerden oluşuyor.
Kentin etrafını saran Kapol ve Gradias ile, 50 km uzunluğunda 300 M yükeklikte Mednevisa Dağı kayak merkezi ile ünlü. Ayrıca İNA dağından çıkan petrol geçim kaynaklarından biri. Eski - yeni olmak üzere iki kısımdan oluşan Zagreb'te yapılaşma döneminde okullar yokmuş daha sonra yapılmış.12. yy da önce Macarlarla 16.yy da ise Avusturya ile birleşiyor Zagreb. 1991 yılına kadar Hırvatistan da komünizm vardı şuan bağımsızlığını yaşıyor. O dönemde kendi dillerini konuşmayı dahi yasak getirmişler. Daha sonra pozitip kültür ve yapılaşmayı öğrenmişler... 1224 yılında Macar Kralı kendi ülkesinden kaçarak Zagrebe geliyor, Halk onu çok seviyor ve sahiplenip saklıyor, Kral daha sonra Zagreb halkına altından bir kitap yazıyor. O zamandan itibaren de burada Macar'lardan az vergi alınyor. Yeniden buraya göç başlıyor ve Zagreb'in nüfusu çoğalıyor. 1904 Yılı Zagreb için çok anlamlı bir tarih. Macar Kralı Ladislav Zagreb'e Papa getiriyor böylelikle Psikoposluk geliyor... Kısaca anlatmaya çalıştığım Zagreb'i keşfetmeye buradaki gecemizde otelimizden oldukça trajikomik :) akşam yemeğimizi aldıktan sonra ayrıldık, ancak burada yaşadığımız anlatmadan geçemeyeceğim zira turumuzun son gecesinde tam bir bomba oldu bizler için:)))...Yakşaşık 450 km yol geldikten sonra ekibimizin çoğunluğu hemen yemeğe oturmak istedi, arkadaşımla biz odamıza yerleşip biraz dinlenip öyle inmeye karar vermiştik. İşte ne olduysa zaten biz yemek salonuna indiğimizde olmuş:) efendim birşeyler yemek için Otelin Restaurant'ına geldiğimizde baktık ki hiçbirşey kalmamış , neyse dışarıda biraz bekleyelim derkennn aceleci ekibimiz maalesef otelin menülerinde olan karışıklık nedeni ile domuz etinden oluşan yemeklerini afiyetle yemişler:)) ancak bazı arkadaşlarımızın bunun faturasını değerli rehber arkadaşımıza mal etmek istemeleri bizleri ve tabiki rehberimizi çokkk üzdü. Bu yaşanan olayı hem komik hemde trajikomik hale getirdi. Fakat herşeye rağmen bu olay anılarımızda yer etti:) ... Gecikerek te olsa otelimizin yakınından otobüsle " şehir merkezine indik. Bana göre; Bir kenti gerçekten yaşamak ve öğrenmek istiyoranız, her türlü ulaşım araçlarını kullanmak ve halkın arasında olmak diye düşünüyorum. "Zagreb" bende şöyle bir algılama yarattı ilk anda "Burası Viyana'mı? " yanlış yerdemiyim!.. Rehber arkadaşımıza söylediğimde şöyle bir cevap aldım; Buraya "Küçük Viyana" diyorlar zaten. İnanılmaz derecede neredeyse birebir Viyana'nın aynısı... Geniş caddeleri, Barok tarzı mimarisi ile şehir planlamacılığının başarılı bir örneği Zagreb.En eski ve geniş Vukuarsko Caddesinden yürüyerek devam ediyoruz, otuz kırk yıl önce Çek'lerden aldıkları ancak halen (!) çalışan tramvayları ile nostalji yaşıyoruz. Tito Meydanından geçerek 1885 yılında yapılmış Hırvatistan Tiyatrosu, Balet Okulu, Zagreb Müzesi 20.000 üzerinde eser var, Belediye Binası, Parlemento, Başbakanlık Binası, 1841 yılında yapılmış Saat Kulesi Zagreb Üniversitesi, 18.yy. da yapılmış o dönemde sadece krallar için kullanılan sonrasında halka açılan Maximim Parkı, Osmanlı döneminden kalan Cami şu an Kültür Merkezi olarak kullanılıyor sadece tek çeşme kalmış dışında, İbnisina Balıkçı Parkı'ndan devam ediyoruz.11. yy.dan itibaren katedraller yapılıyor. 1880 yılında inşa edilmiş Meryemana Katedrali St.Stefan adıyla da anılıyor Gotik Mimari tarzında yapılmış, O dönemde katedralde rahibeler parasız çalışıp hastalara yardımcı oluyorlarmış . Burada da katedraller o kadar çok yapılıyor ki artık papazlar buna karşı çıkıyorlar. Yine Aziz Marko Meydanı ve Katerdarlini, 1731 yılında yapılan bir kilise ziyaret ediyoruz, bu kilisenin tarihçesi oldukça ilginç. Mum yanması sonucu bütün kilise yanıyor ve kilisede sadece meryem ana ikonu kalıyor. Bir diğer özelliği ise kubbe, . 140 kadın zamanında cadı diye öldürülüyor kubbe cadıları simgeliyor. Svt.Katerina -Baroklu Kilise ise Macaristanda Ceramic Fabrikasında Çatısı yapılarak buraya getirilmiş muhteşem bir yapı Banayalacic Meydanına geldiğimizde güzel yerel bir müzik ve coşkulu güzel insanlarla karşılaştık:) ...Zagreb sokakları ve tarihi dokusunu yitirmemiş bir başkent olarak hafızamda yer etti... Hırvatistan-Zagreb'e veda ederek, Öğlen sularında havalimanına gelerek Ülkemize dönüş yolculuğuna başladık...