Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '07

 
Kategori
Anılar
 

Ballıca mağarası, Tokat

Ballıca mağarası, Tokat
 

Ballıca ismi insana balı çağrıştırıyor.

Tokat yakınlarında Akdağ’ın doruklarına doğru tırmandıkça yeşilliğin içinde kıvrıla kıvrıla ilerliyorsunuz. Her bükülüşte “İşte mağara burası” diye içinizden geçiriyorsunuz.

Yol, dar olmasına rağmen güvenli sayılır.

Sonunda mağara girişinin alt kısmına ulaşıyorsunuz.Yüksek ve dik merdivenleri sabırsızlıkla tırmanıp mağara kapısından içeri adımınızı attığınızda nemli, serin hava sizi karşılıyor.Bu kez de inmeye başlıyorsunuz. Yer yer ince, su kıvamında çamur ayak tabanınıza bulaşmasa da ıslaklığı hissediyorsunuz.

Mağaranın içi hafif bir beyaz ışıkla aydınlatılmış, bilerek yapılan yetersiz aydınlatma, bazen zifiri karanlık duygusu veriyor.Loş ışık , yukardan değil, bacaklarınızın altından geliyor.

Yerin altına indikçe, duygularınız değişiyor; ara sıra korkuyor ürperiyorsunuz. Mağaranın yüksekliği hakkında bir bilgiye sahip olmamak, derin karanlığın üstünüze gelmesine yol açıyor. İşte O zaman göğsünüz sıkışmıyor, tersine nefesiniz açılıyor. Mağara havası imdadınıza yetişiyor.Dar bir köprüden geçerken yarasa solumaları geliyor kulağınıza. Yarasalar, ” Hele şu ışıklar bir sönsün, o zaman görüşürüz.” der gibiler.

Küçükken , “Sırat Köprüsü” hikayeleri ile büyümüşseniz aklınıza kıyamet geliyor.Mağaranın bu sessizliğinde ilerlerken çeşitli biçimlerde sarkıt ve dikitlerle karşılaşıyorsunuz. Doğal oluşum, kah kilise sütunlarına, kah cami kemerlerine benziyor. Mimarinin hep bu doğal yapılardan etkilendiğini düşünmekle kendinize hak veriyorsunuz.

İçimden , “Keşke, şu loş ışıklar da kesilse.” diye geçiriyorum. Nedenini bilmediğim bu dileğim gerçekleşmiyor.

“Yedi kat yerin altı” bana, devlerin ülkesini, masallar diyarını, depremleri, yer altı sularını ve “Öte dünyayı” hatırlatıyor. Her bastığım yere, her attığım adıma dikkat ediyorum. Sanki kayıp düşeceğim ve ayağımdan çekecekler duygusuna kapılıyorum.

Sonunda, yerin yedi kat dibine inince de bir çırpıda , “hop” diye dışarı çıkma ümidimi yitiriyorum.

Tam bir rüya. Karanlık, izbe yerler, akan su, derinliği bilinmeyen bir göl, uçurum, yüksek kayalar, ırmak. Kayıp düşeceğim neredeyse. Binlerce yıllık zamanı düşünüyorum;

On bin yıl diyoruz, neredeyse aklımız duruyor.Tarım toplumuna geçiş.Elli bin, yüz bin yıl öncesini düşüncenin gelişmesi olarak açıklayıp, insan iskeletlerden, eski insan yapısının nasıl olduğunu düşünüyoruz.Üç yüz bin yıl öncesi insanı kurguluyoruz.El ayak kullanma becerileri. Günümüz insan tipine doğru gelişmeye başladığı zaman. İnsanın dik durmaya başladığı, milyondan fazla bir zaman öncesi deniyor.

Mağaranın alt katı üç milyondan fazla bir zaman içinde oluşum .

Nihayet gidilebilinecek son alana ulaştıktan sonra, merdivenlere dönüyorum.Çıkış için tırmanmaya hazırım. En ufak yorgunluk yok. Mağara içindeki nemden olsa gerek.

Yukarı tırmanıp, kapıdan başımı uzattığım an, tekrar mağaraya dönmek gibi bir istek duydum. Ama zaman yoktu. Bahçeye oturup çay içerken, bal getirdiler. Ballıca ismine ne kadar uygundu. Hüseyin Seyfi.

 
Toplam blog
: 498
: 1546
Kayıt tarihi
: 12.08.07
 
 

Öğretmen Okulunu ve İktisat Fakültesi Kamu yönetimi bölümünü bitirdim, eğitimciyim, İyi derecede ..