Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ocak '08

 
Kategori
Genel Sağlık
 

Bana ne oldu?

Bana ne oldu?
 

‘Son ilacını da içen bloger bunun şerefine bir yazı yazar…’

Bundan üç dört ay önceydi… Kendimi yerimden kalkamayacak kadar güçsüz hissediyordum, kumandayı bile uzun süre elimde tutamıyordum (zap düşkünü biri olarak bu benim için önemli :)) iki merdiven çıksam beni burada bırakın diye söylenir hale gelmiştim… Baykuşlar sınıfında olan bir insan olarak hep uykulu olmamı tavuklar sınıfındakilerle çok uğraştığım için lanetlenmeme bağlıyordum, üstelik depresyonda gibi bir halim vardı ama genelde ruh halim öyle olduğu için bunu pek önemsemiyordum…

Saçlarım dökülmeye başladı sonra tutam tutam… Her yerde benim uzun upuzun saçlarım… o kadar çok döküldüler ki yarı yarıya kayıp verdim diyebilirim… Tek tesellim kökünün bende olmasıydı…
Baş dönmelerim ve çarpıntım sıklaşıp nefes almakta zorlandığımı fark edince paniklemeye başladım… o panikle kendimi internet denen dipsiz kuyuda düşmanını arayan bir cengaver edasıyla çabalarken buldum… İncelemelerim sonunda beynimde kötü huylu bir ur olduğuna karar verdim ve kara kara düşünmeye başladım… Daha çok gençtim yapmak istediğim bir çok şey vardı… üstelik ölümden korkuyordum… Bu bir süre böyle devam etti kendime dünyayı zindan ettim…

Kötü düşüncelerim beni esir almaya başlamışken doktora gitmeye karar verdim... Hastanede çalışan kuzenimin yoğun isteği sonucu endokrin bölümünden randavu aldım… Kan taraması sonucunda bir şey çıkmadığından beni dermatoloji bölümüne yönlendirdiler (Bu bana çok saçma geliyordu… kendi teşhisimi koydum ya :) benim hastalığımın dermatoloji ile ne alakası var diye söylene söylene gittim randavuya)

Dermatolog önce uzun uzun yüzüme baktı, sonra saçlarıma… sonra şikayetlerimi dinledi… ve kan tahlili istedi…
Bir daha ki randavu da kafasını kan sonuçlarımdan kaldırıp tedirgin yüzüme bakarak ‘tam tahmin ettiğim gibi, demir depolarınız boşalmış’ dedi… Bende, tedirgin yüz ifadesinden şaşkın yüz ifadesine hızlı bir geçiş yaşadım ve çınladım.. ‘ O ne doktor hanım kömür deposu gibi?’ bir süre sessizlik ‘ben şimdi bunu arkadaşlarıma nasıl söylerim on beş yaşında ergenler gibi başka tarafa çekip pis pis sırıtırlar siz onları bilmezsiniz şunun Latince bi adı filan yok mu?’ Doktorcuğum gülümsemekle yetindi ve bana hastalığımla ilgili bilgiler vermeye başladı…

Sonuç olarak tedavisi kolay bir hastalık yüzünden kendi kendime üzüldüğümle kaldım… Üç aylık ilaç tedavisini bugün bitirmiş bulunuyorum, şu anda ki tek sorunum doktorcuğumun demir eksikliğimi çay ve kahveye bağlamış olması… gerçi günde altı kupa çay, iki kupa kahve ve arada Türk kahvesini de ihmal etmeyen biri olarak doktorcuğuma hak vermemek elde değil… (yemeklerden hemen sonra içilen çay ve kahve vücuttaki demir emilimini engelliyor) meyve sevmeyen ve kafeine bayılan zavallı ben (C vitamini demir emilimini kolaylaştırıyormuş) çayı ve kafeini azaltmak zorunda kaldım ama mutluyum zaten ince belli bardakta çay içmenin de keyfi başkadır, özlemişim… :)

Bloger kendi kendine söylenir… ‘İnternetten teşhis konulmaz... Her yerden bayıla bayıla aldığın onlarca kupayla süt içersin artık…’


 
Toplam blog
: 19
: 756
Kayıt tarihi
: 03.03.07
 
 

Neşeyle hüzün arasında volta atan, 1979 yılının 4 Eylül çocuğu, arkadaşlarımın arkadaşı, annemin ..