Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '09

 
Kategori
Güncel
 

Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir

Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir
 

Çocuğun gördüğü düştür barış.


Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış…

… Barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun
gökyüzünün dolmasıdır içeriye;
gökyüzünün, renklerinden uzaklaşmış çanlarıyla
bayram günlerini çalan gözlerimizde…
Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir….
Yannis RITSOS

<ı>Barış, herkesin adaletli bir ortamda, uyum içinde yaşamasıyla olur. Barış, adaleti herkes için isteyebilmekle olur. Barış, biri haksızlığa uğrarken hemen o anda dur diyebilmekle olur. Barış, haksızlıklar karşısında sesimizi ve tavrımızı vicdandan, dostluktan, beraber ağlayıp gülebilmekten yana koymakla olur. Barış, belleklere ayrımcılık söylemleri değil, sevgi söylemleri yerleştirmekle olur. Barış, iki kişi arasında ve gündelik<ı> hayatta başlar”...

<ı>Her gün çocuklar ölüyor! Güneş daha doğmadı. Birazdan hazırlanıp işe gideceğim. Oğlum içeride uyuyor. İki yıl sonra okulu bitecek ve muhtemelen işe girmeden önce bir vatandaşlık yükümlülüğünü aradan çıkaracak, askere gidecek. Belki de hâlâ süregiden şu manasız savaşa, Güneydoğu’ya, ölmeye ve daha beteri öldürmeye...

İçim daralıyor. Benim oğlum, fidanım, ciğer yangınım.... Ben seni daha nasıl mutlu kılarım diye direnirken sıradan zorluklara, her keyifli duruşuna bir daha vurulurken, her delikanlıyı senden bir şeyler katarak severken... Ölürsen ben sensiz kalacağım, öldürürsen sen eksik. Sen belki de bir gün dağlara uykusuz, kanatsız, çaresiz gideceksin. Şimdi giden diğerleri gibi... Adına “vatanın bölünmez bütünlüğü” ya da “vatandaşın güvenliği” ya da “terör” ya da “kahramanlık” ya da “bağımsızlık” denilen bir türlü anlayamadığım bir şeyler adına. Binlercesi gibi... Öbür çocuklar gibi.

Gazetelerde boy boy resimleri çıkıyor, eğer şehit sayısı çok olursa.

Operasyonlardan dönenlerin topluca, şehitlerin tek tek asker pozları. Yakışıklılar, havalılar, ciddiler... Ordu iyice giydirip kuşatmış Memetlerini, beslemiş ve belli ki hamasi duygularla desteklemiş ruhlarını. Kaçı öleceğini düşünmüş, kaçı bu duruma isyan etmiştir acaba? Belki de gönüllü, hevesli gidiyorlardır, bilemiyorum. Ama analarının çorbasını, yastıklarının güvenini, evlerinin kokusunu istiyorlardır mutlaka. Bana öyle geliyor ya da... Acayip kesişmeler de yer alıyor bazen. Aynı evde biri asker biri PKK’lı iki kardeş gibi, çocuğunun cenazesini göremeyen analar gibi, ağlaması yasaklananlar gibi kıyılarda köşelerde haberler... Kaç hayat sönüyor, gerçekten bilemiyoruz.

Neden?

Peki ne işleri var bu çocukların orada, nasıl bir sistem bu, niye çocukları savaştırıyoruz biz? Gideceksek biz gidelim oralara, öleceksek biz ölelim, yaşını başını almış ama hırslarını doyuramamış biz kocamışlar. Üç gün sonra öleceğini bile bile hayatı mülkiyetine almayı yaşam biçimi zanneden politikacılar, paragözler, patlak egolular gitsin savaşa. Koca parasıyla Avrupa turuna koşan, zayıflamak için avuçla Kuşhanlara para akıtan, yaşgününde orkide gelmezse hislenen teyzeler gitsin. Cipe binince adam sınıfına dahil olduğunu sanan, Nişantaşı’ndan başka yerde şarabını ziftlenemeyen, futbolu her şeyin üstünde sanan dedeler ya da...

Sahi, delicesine merak ediyorum, bir ayak İstanbul’un lüks semtlerinde bir ayak yurtdışındayken, Anadolu nasıl görünür şu gündem yapıcı aktörlere? Siyasal gücü ele geçirenlerin, gece hangi vicdanlarını neyle avutup nasıl uyuyabildiklerinden daha da yaman bu merak bende!

Peki çocukların ölümüyle hangi toplum feraha erebilir? Bunu izah edebilecek tek bir önerme olabilir mi? Kim karar verir bu savaşlara, binlerce yıldır savaştık, sonuçta kim kazandı? Niçin çokluk yoksul çocukları ölür ayrıca, niye çıkarlar hep onurdan öncedir, işini bilmek erdem sanılır bu topraklarda, yoksa insanoğlunun asli karakteri mi budur? Cevapsız sorular beynimde dönüp duruyor.

Desem ki gitme, bu iş her zaman paragöz sermayenin oyunlarıyla ilintilidir, yani savaş dediğin şey mutlaka birileri daha çok para ve güç kazansın diyedir.
Sürünen, sakat kalan, ölen sıradan insanların harcanan canları o hırs küplerinin işine yarar sadece. Büyük pazarlıklar yapılır bir yerlerde, petrol şirketleri, uyuşturucu mafyası, yerel politikacı, hatta küçük çaplı muktedirler pazarlıklar yapar, insanlar birbirine düşürülür oyunlarla, bozbulanıklıkta menfaat zincirleri örülür. Olan saf saf savaşan çocuklara olur. Bu hep böyleydi, böyle de olacak... Anlar mı beni oğlum? Güler, şakaya vurur muhtemelen... Henüz çok genç, çok ham ve çok erkek...

Bilirim beni yalnız analar anlar şimdi, özü dişi kadınlar, kadın yürekleri...

Öyleyse diyorum ki elele versek analar, karşı koyabilecek sesler çıkarır mıyız acaba sıradan itirazlara fark atarak? Sorun ezilen, sömürülen halklardır, yaşasın halkların kardeşliği, kahrolsun faşizmin ötesine geçen bir yerde olabilir mi bu buluşma? Tam da “ne olacak bu solun hali”ni erkekler tartışırken. Çok daha kuşatıcı, sade ve olabildiğine insancıl bir söylemde kadınlar barışı kotarır mı? Neden olmasın? Taşları yürekle öğüten, candan canından vakurla geçebilen, kaderi yaşama dönüştüren analar... Evet olsa olsa analar gelecek küçük erkek hesaplarının hakkından.

Güneş ilk ışıklarını doğrulttu. Ankara güne en çok Çankaya’dan başlar. Bilen bilir. Ama hayat dediğin sıradan evlerde hissedilir. Bunu da bilen bilir. Ateş sadece düştüğü yeri yakmıyor bu nedenle...

SEVİL KÖKSAL TURAN: Anne 13.12.2009 radikal
 
Toplam blog
: 221
: 1905
Kayıt tarihi
: 27.09.06
 
 

Evli bir kız çocuğu babasıyım. Yüksekokul mezunuyum. Bir kamu kurumunda çalışıyorum.16.03.2017 ta..