Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Temmuz '13

 
Kategori
Öykü
 

Barış çiçeği

Barış çiçeği
 

Alacanım – Murathan Mungan
alacânım,
mil yeşili gözlerin
dindirdi gözlerimi
kaç körü birden öldürdün bende
mahsur kaldım, eksik oldum, kapına düştüm
ben yandıkça
ezber ettin ayazın demirini
alacânım,
indi mi göğsüne heves?
hangi duvarın halısında
gördün, bildin, vurdun beni
kaç ormandan geçti
içinde kaybolduğumuz o büyük takip
içimizde bunca gurbet dururken
yol ettik uzaktaki sılayı
şimdi burdayız
kanlar içinde
alacânım
indi mi göğsüne heves?
 “
Kısa parmaklı yumuk avuçlarımı  yukarılara kaldırıp, olabildigince yaradana yakın kılmaya çalışıyorum. Yıllardır yaptıgım gibi, gören tek gözümü iyice açarak, oldukça yükseklerde bulunduguna inandıgımız Tanrıya, kendimce çaktırmadan, ayyuka çıkardıgım, hani kısa bir tarifle, bir önceki cümlede gözlerinizin önüne de getirdigim, ellerime altan bakıyorum. Kendisi için dua ettigim, benim dilimden sizlerin okumanız ve aynı duyguları paylaşmak amacı ile bu satırları yazan, Camili’li Aydın’ın meşhur anasıyım ben. Kabul eylerlerse, hiç bir fark gözetmeksizin bütün dünya insanlıgı için her fırsatta dua ediyorum. Elimden gelen sadece bu. Haksızlıkların karşısında yüksek burçlu, dimdik bir kale gibi durmayı ben de isterdim. Kendimce susmayışımın nedeni, her insanı kendim gibi-insanlıga ait görmemdendir, haykırışım pek yüksek olmasa da.
 
etimdeki eksik yangın, sindi yüreğim
seyreldi tenim sahtiyan tarih
mahsur kaldım, meçhul oldum, şehit düştüm,
alacânım,
indi mi göğsüne heves?“ 
 
Namım bir hayli yayıldı, bu benim kim oldugumu biliyorsunuz artık demektir, Kör Zewe. Sag olsun, ömrüne bereket oglum, pek bi sever beni. Yalvarırım; yine sen mi diye, kendi kendinize söylenmeyin. Daha önce de, oglumun yazdıgı bir kaç öyküye konu oldum. Ne yaparsınız, “her insanın bir hikayesinin oldugu“ söylenir, bu durumda; benim biraz fazlaca demek ki. Bir yandan da, oglum da yazmak için konu mu bulamıyor nedir, iki de bir beni konuşturuyor, diye düşünmüyor degilim. Yaşlıyım artık, konuşmaya bile mecalim yok desem yeridir. Ama anne yüregi dinmek nedir bilmez ki. Daha önceleri de uzun uzadıya anlattım. Bırakın oglumun yazdıgı birbirini kovalayan satırlar; çimen yeşili, deniz mavisi, kömür karası, ela, soguk kış aylarında kebabı dahi yapılan kestane rengi, güzelim gözlerinizin önünden su misali akıp, gitsinler. Sizler de bilirsiniz ki; söylenecek, hele de annelerin dile getirecegi, aktaracagı, içini dökecegi pek çok konu her daim var oldu. Bi yol, bir şeyler daha anlatmama müsaadeniz olsun.  Sıkılacagınızı sanmıyorum, genç ve yaşlı, çeşitli ömür aralıklarında olan hanımlar ve de beyler. Demem o ki; anlattıkça, daha bir rahatlar gibi olur anneler. Söylenmesi gerekenler dile getirildikçe; anlatımların etkisi, yufka ekmege çırpılan serin ve berrak su gibi gelip yerini bulurlar. Serpiştirilen su damlacıkları yufka ekmekte ve gönüllerimizde kadifemsi bir yumuşama saglar. Ardından evlat sevgisi ile dopdolu olan kalplerimizin yagları, ansızın eriyiverir.
 
alacânım,
rahat et ben gölgene ilişeyim
her belanı ben göreyim
yüreğimi ihbar et,
bana bir uçurum ver, gideyim
alacânım,
indi mi göğsüne heves?
biliyorsun adımın kıblesini
bir meşhur hâfızla, meşhur bir şehvet
alacânım,
şuramda sinsi bir sızı
gel öldüğümü farz et
senden gelen her habere
canımdan uçurduğum şahin
pençesinde kaldı bileğim, yazım, harflerim
bir yanım onla uçtu, sende kaldı, ben bittim
alacânım,
indi mi göğsüne heves? 
Ogula ve kıza dair olan renk yelpazesi nakışlı heybelerimizin yükü; özlem, umut, güzellik, barış, saglık, başarı ve var olan bütün iyi dileklerdir. Her anne yüreginin bir kıyıcıgında, kutsal bir emanet gibi, kendisini de ayakta dimdik tutan, bütün bu hisleri sımsıcak saklar. Gönüllerinden evlatlarının her geçişinde; Dünya yuvarlagının her santimetre karesine karşı kocaman gülümser. Yüregi alaca kanatlı bir kuş olur, pır pırlarla, masmavi okyanusları andıran semalarda telaşla uçar ve tekrar sol gögsünün altındaki, sıcak yuvasına usulca döner.
alacânım,
yakılmış bir köyün adıydı adın
görmedi kimse
içinde ben de yandım
o gün bugün kalbimin doğusunda tüten duman
nerede olursan ol göğündeyim kanlı tarih her zaman
Mardin'im, Midyat'ım
ah benim altından avaze sesim
kardeşlerimdi ölen de, öldüren de
aranızdaki duvarda
gömülü kaldı“ 
 
Gönül istemez mi ki; koşullar el verse, çocuklarımız hep yanı başımızda, bir seslenme mesafesinde ve gözlerimizin önünde olsalar. Hasretlik hepten yer edinmese. Yüz yaşına da gelseler, yine de çocuk olarak gördügümüz evlatlarımızla, aramızdaki mesafeler daha kısa olsa. Bagrımız yanmasa, gözlerimiz bugulanarak her an uzak yollara takılı kalmasa ve aklımız onlara yönelik kaygılarla meşgul olmasa. Konu çocuklarımız oldu mu, bu derin bir iç çekiştir ve istemlerin ardı arkası gelmez. Onlar içinde yer aldıgı bir hayal dünyasında yaşar, her şeyin en iyisini ve güzelini bütün benliginizle istersiniz.
 
Bizlerden birer parça olan varlıklarımızı, büyük güçlüklerle büyütüp saldıgımız, kurtlar sofrasını andıran yeryüzünde; güzellik, huzur ve barış olsun istiyoruz. Defolsun kurtlar, bu diyar onlara dar olsun. Gözlerimizin bebegi, en degerlerimizin "karınca kararınca" bir yaşam sürdürmeye çalıştıkları dünyanın dört bir yanında, edindikleri imkanlar dahilinde, güzelliklerden ibaret, yeterince insani bir hayatları olsun.
 
etimden uçurduğum uçurum
meşhurdum, meçhuldüm, mahsurdum
bir hâfızken eskiden
mecnun kaldım şimdi
aşktan, senden, kendimden
n'olur sevmeden öldürme beni
alacânım,
söyle, indi mi göğsüne heves
 
Gün geçtikçe paylaşılamayanlar daha da çogalıyor. İnsanın kıymeti harbiyesi çer çöpün yanında tuzla buz oluyor. Hoşgörünün çok uzagına düşenler, bir çakıl taşını dahi paylaşılamayacak hale geliyor. Derken fındık kabugunu doldurmayacak, olur olmaz konularda hır gır çıkartılıyor, gayri insani bir kavga- dögüştür almış başını gidiyor. Kum gibi yitirilen insanlık oluyor ve köküne hepten kibrit suyu dökülüyor. Durdurulması istenmeyen, kardeş kanı günümüze degin oluk oluk akıtıldı. İnsanlarımıza birilerinin bütün dünyaya bedel oldugu, söylenirken etekleri kimsesizleştirilen daglara büyük harflerle  hayasızca başka renkler, diller ve kültürler hiçe sayılarak, bir ırka mensup olmanın, anlaşılamayan dar hacimli kafalılıgın, ilimin çok uzagına düşen ve ırkçı duyguların getirisi ile duyulan bir mutluluk yazıldı. Semboller ugruna insan kanın dökülmesi kutsanır hale gelindi. Bu dagların başlarında binlerce yoksul genç kurşunlara, bombalara hedef oldu.
 
Paylaşılamayan neydi, ne oldu. Kardeşçe, barış ve huzur içinde yaşamak varken, belli grupların çıkarları dogrultusunda, fakir, biçare ve bu kavganın çok uzagında, en hafif bir ilintisi, zerre kadar bir faydası olmayan insanlar, yıllarca acımasızca birbirlerine kırdırıldı. Cenazeler her daim yoksul semtlerin-köylerin egri minareli, bir kaç Isparta halısının serili oldugu, Ahşap çerçeveli büyuk bir saatin gonladıgı camilerde, başı kapalı kadınlar ve kirli sakalları ile şapkalı, agızlarındaki çürük dişleri sararmış kırsal kesimden erkekler tarafından kaldırıldı. Çocuklarının ne ugruna ve ne için öldüklerini dahi bilemediler. Yıllarca süren yaslar tutuldu, yürek parçalayan agıtlar yakıldı. Vatan-Millet-Sakarya’da “ellerinin biri yagda, biri balda“ olanlar, oturdukları barlardan, uzandıkları sahillerden istiflerini bozmadan, cepheye sürdükleri, ömürlerinin baharında olan binlerce yoksul genci, vicdansızlıklarının sor kertesi ile kara toprakların altına yolladılar. Yaşanan ve devam edegelen zulüm, işkence, yakılan binlerce köy, sürgün edilen milyonlar, kesilip anahtarlık yapılan insan kulakları, yedirilen dışkılar, tecavüzler ve akla gelebilecek her türlü vahşilikler. Hat safhada kalmayı sürekli başarıp, kol gezen bir igrençlik. Dik tutulan başlar, yoksulların bir araya gelemeyen yakalarına iliştirilen şeref madalyaları, büyük puntolarla gazetelerde „on oglum daha olsa, onları da vatan ugruna kurban ederim“ başlıkları, ölümlerinin ardından bir kaç günlügüne baglanan kesik elektrikler ve yıkılmakla yüz yüze gecekondularda, salındıkları evlerden daha büyük bayraklar. Onlarca yıldır kendisini yok eden bu gidişatı sorgulamayan, kutuplara ayrıştırılan bir halk. Kardeşlik yerine, düşmanlıklar, dayatılan gri tekdüze renkler. Koparılan çiçekler, dikenlikler haline getirilen gül bahçeleri. Başka dillere, melodilere, kültürlere, farklılıklara kapalı, gözler, kulaklar, agızlar ve duyular. Zerre kadar olsun, başkaları ile degil empati kurma geregi duymak, akıllarına dahi getirmeyen, gocunmayan ve bundan bihaber, saglıklı düşünemeyen kitleler.
 
İSTEMEDEN ASKERE GİDEN BİR ASKERE ŞİİR
Korkmaktan
korkarak
gitti oraya
(Aman tanrım, köyümde
bıraktım kadınımı...)
Utanarak
gitti oraya
(Aman Tanrım,belki de bir çocuk öldüreceğim,
benim de iki yavrum...)
Oraya gitti
başkası istedi diye,
Oraya gitti ama
ne cesareti onundu
ne de nefreti-hiç
onun olmamıştı ya
Başkasının öfkesi
bulaşınca ona
o da öldürdü, öldürdü.
Ta ki bir gün
-bir hakaret gibi gelen
tam güneşi varken, umudu varken
kadını varken
oğulları anası ve mektubu
her şey varken
tepesine düşene dek
gagası sarı
kuyruğu kırmızı
korkunç bir kahkaha ile
el bombaları

Rui Nogar“
Camili’li Aydın’ın pek bi sevdigi annesi, ben meşhur Kör Zewe derim ki; insanlıga reva görülen kötülükler olmasın. Barbarlık ve bunca vahşet artık bir son bulsun. Gayri insani olan her oluşuma, gayrık yeter denilsin. Binlerce yıldır, pek çok medeniyete ev sahipligi yapmış olan Anadolu’nun yorgun topraklarında yer alan, Türk, Kürt, Laz, Ermeni, Arap, Çerkez, Süryani ve diger milliyetlere yakışan budur. Cigerlerimize zeytin dallarının mis kokuları dolsun, pencerelerimizi barış çiçekleri süslesin, insanca yaşam milyon bin yıl sürsün, en büyük dilegim; kardeşlik, barış ve huzur her daim olsun.
 
Amsterdam, 28 Temmuz 2013
 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..