Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '13

 
Kategori
Öykü
 

Carpe diem

Altın Yele, dörtnala olanca hızı ile bin bir çeşit kır çiçegi ile bezeli, zümrüt yeşili yüksek tepeleri ve geniş ovaları kan ter içinde, dur durak bilmeden, ardında yogun bir toz bulutu bırakarak, nefes nefese aşıyordu. Bu asil atın sırtındaki, gözleri çakmak çakmak olan genç adam daha on dokuz yaşında, yaşamının baharında Alin adlı bir delikanlıydı. Ardında kendisine sımsıkı sarılan, Çeribaşı Hıdır dayının kızı Poti’nin kömür karası sırma saçları uçuşup, Alin’in yüzünü kapatıp, görmesini engellese de, O buna dünden razıydı. Poti’nin saçları mis gibi kokuyor, Alin kendisinden geçiyor, bulutlara erişen başı büyük bir gülümseme ile dönüyor, dönüyordu.

Sarıya çalan ipeksi uzun yelesinden dolayı, Altın Yele diye adlandırdıgı atı ile O’nun arasına, Poti‘yi hariç tutarsa, kimseler giremezdi. Poti’ye bütün varlıgı ile aşık, atına ise ölesiye vurgundu. Altın Yele; Alin adlı bu genç Roman için özgürlüklerle özdeşleşiyor, O atının üzerinde kendisini hür ve doga ile iç içe hissediyordu. Ve atı durup, dinmeksizin koşuyordu. Durdurmak için gemini var gücü ile çekiştirse de, Altın Yele başını inatla yukarı dogru kaldırıp, saglı sollu sallayarak, dört nala var gücü ile koşmaya devam ediyordu. Az ileride bulunan uçurumdan, canından çok sevdigi Poti ve Altın Yele ile birlikte aşagı uçması an meselesiydi. Avazı çıktıgı kadar, bagırıyor, Poti korku ile kendisine daha çok sarılıp aglıyordu.Ansızın tökezleyip, kendisi ile birlikte büyük bir gürültü ile yere düşen atını durdurmak isterken bagrışması ile hem kendisi hem de, Camili Köyünün harman yerine kurdukları çadırda bulunan babası Hıdır, Annesi Zarife, on altı yaşındaki kız kardeşi Güllü ve daha on ikisindeki kardeşi Mirza Can‘ı da uyandırdı. Annesi gelip, Alin'in baş ucunda telaşla ne olduguna bakarken, kabus gören oglunun kızıla çalan ince bıyıkları, al al olmuş yanakları, açık gri gözlerini gölgeleyen uzun kirpikleri ter içinde kalmıştı.Art arda hızla nefes alıp, verirken, Altın Yele’nin adını sayıklayıp durdu. Bütün ailesinin meraklı bakışlarının kendisine dogruldugunun fark edince, bunun bir rüya oldugunu anladı. Küçük kardeşi Mirza Can‘ın yanagını sevgiyle okşayıp,ailesine merak edilecek bir şey olmadıgını ima ederek, gülümsedi. Annesi, gözünün bebegi oglunun terlerini silerken, babası da bir hayli kabarık olan bıyıklarını kulagına dogru keyifle, çekiştirerek burdu. Babası Hıdır, Alin’e karşı çok ceberut olsa da, zaman zaman yumuşadıgı da oluyordu.

“Korkuttun  bizi bea, kızanım. Artıkın sakinleş.” deyip, O’nun kıvırcık kumral saçlarını okşadı. Annesi telaşla;

“Ne oldu, ne gördün de rüyanda böyle çok korktun, be ya?”

“Yok bir şey anam, telaşlanma.  Rüyamda Altın yele ile bir uçurumdan düşüyorduk, be ya. Ne yaptıysam, gem almadı Altın Yele, durmadı, sonra tökezledi ve yere düştük. Poti de ardımdaydı, hani en çok da O’nun için korktum.”

“Alin’im, hadi be ogul daha sabah çok var. Adi ayırlısı diyelim. O zaman tekrar yatalım. Çeribaşı Hakkı dayın, Şuayip amcan, Ümmü teyzen ve Zürafiye yengen de sesini duymuşlar, onlar da telaşla geldiler. Baban, dışarıda Çeribaşı Hakkı dayının çadırının önünde O’nunla konuşuyor. Basur olasıca baban da gelir imdi. Hadi uyu benim güzel oglum. Güllü, bi yol bak be ya. Ramazanda geberesice. Sakil sakil (salak salak) bakınma etrafına. Maari, kırk yılın başı gacılıgını bi gösteriver. Yardım et de, Mirza Can da uyusun.” Güllü cılız bir sesle;

“Tamam ana” deyip, Mirza’yı kolundan tutarak kendi yatagına çekip, sıkıca kardeşine sarıldı. Alin sırt üstü yatagına uzandı. Ellerini kafasının altında birleştirdi. Bakışları bir ara çadır diregine asılı, şişesi iyice isli lambada gidip gelen ışıga takılsa da, O’nun gözlerinin önünde, içinde art arda güneşlerin patladıgı alımlı Poti’sinin gözleri vardı.

Camili Köyü’nun harman yerinde Hıdır ve diger on ailenin çadırlarının üzerine güneş erken dogdu.

Irklar üstü bir kültürün bireyleri olan Adana yöresinden gelen ve Cono aşiretine mensup bu romanlar da, Camili Köyü’nün harman yerinde kurdukları çadırlarında erken uyandılar. Roman elleri her daim göç eyliyorlardı. Onlar da, her roman gibi aynı zaman da gezgin birer zanaatkardı. Devlet onlara tarih boyunca, iş olarak sadece cellatlıgı verdi. Oysa insanlıgın ayrılmaz bir parçası oldukları halde, buçuk millet olarak adlandırılıp, onurları Gacolar tarafından kırılan romanlar, devlet babadan hiç bir beklenti içinde olmadan, hayatlarını idame etmek için neler yapmıyorlardı ki; elekçilik,sepetçilik, kalaycılık, çalgıcılık, falcılık, hurdacılık, çöp toplama, köçeklik ve ayı oynatıcılıgı meslekleriydi.

Alin genç yaşına ragmen kalaycılıkta ve klarnette roman aşiretleri arasında nam salmıştı. Alin bazen kalay yaparken, kazan büyükse içine girip, dans eder gibi hareketlerle kalayı iyice sıvarken, bir yandan da klarnetini öttürüyordu. Saçları darmadagın, altları çıplak, çükleri açıkta çocuklar etrafına birikip, O’nu ilgiyle izliyorlardı. Alin klarnet çalmaya görsündü, yer yerinden oynar, roman ölülerinin ruhları dahi gelip, raks ederlerdi. Bir kaç ay önce, mart ortalarında “humbara”  ve mayıs ayında kutladıkları “kakava bayramlarında” kuzeni Tacettin darbuka vurmuş, Alin ise nasılda avurtlarını şişirip klarneti ile herkesi çılgınca eglendirmişti.

Alin kabus sonrası daldıgı derin uykudan gerinerek uyanıp, çadırın dışına çıktıgında, annesinin Camili köyünden bir yıgın kalaylık tencere, tava ve tepsiyi çadırlarının dışına koydugunu gördü. İş başa düşmüştü. Sigara altı bir şeyler atıştırdıktan sonra, kalay işine koyuldu. Bir taraftan da gözleri Poti’yi aradı. Poti de annesi ile geçen hafta yaptıkları elekleri satmak üzere köye gitmişlerdi. Haberi Poti’nin  on yaşındaki kardeşi Dino’dan aldı. Poti burada olmadıgına göre, kalay yaparken sabahın bu vaktinde klarnet öttürmenin de bir anlamı yoktu. Acele ile işine koyuldu, özenle kalaylık kapları ısıtıp, pamukla her tarafa sıvadı. Her roman gibi, O da dünyanın hiç bir sorununu kendisine dert etmiyordu. Gün elbette bugündü. Yarına Allah kerimdi. Yüzlerce yıldır, Hint diyarından dünyanın dört bir tarafına göç etmiş olmalarına ragmen, carpe diem - anı yaşa“ olarak adlandırabilecek felsefelerindeki çizgi aynıydı. Kısaca ; varsa “bayram, yoksa ramazandı.”

Poti annesinin ardından, yorgun argın gelip, çadırlarının önündeki mindere oturdu. Yan gözle komşu çadırına bakınca, Alin’in kendisini uzaktan süzdügünü fark etti. Alin çadırına gidip, annesinin vazosundaki plastik güllerden birini aldı ve Poti’nin yanına geldi. Plastik gül çiçegini Poti’nin saçlarına taktı. Sevdiginin beline sarılıp, etrafındakilerin bakışlarına aldırmadan, bir güzel öptü. Uzaklarda Camili Köyü’nün eşekleri ile  harman yerinde otlamakta olan Altın Yele, kocaman gözlerinin yer aldıgı alımlı kafasını gökyüzüne kaldırıp, keyifle kuyrugunu sallayıp, uzun uzun kişnedi. Romanlar bir ellerinde ayna bir ellerinde cımbız dünyanın dört bir yanında, aynı ruh hali ile mutlu, barış içinde cennet eyledikleri yeryüzünde, kollarını açıp renga renk elbiseleri ile klarnet ve darbuka eşliginde, “şapii şapii - rina rinaaa” diye bagırıp, dans ediyorlardı. Gökte eglence var deseler, merdiven dayayıp, çıkan romanlardan, kulaklarımıza çalınan güzel bir roman şarkısını duyar gibi oldunuz mu?

“Ayata ep aykiri ep aykiri gideriz.

Çünkü biz edirne çingenesiyiz.

Şarabı çeker, yerimizde duramaz ep eyleniriz.

Atarız göbecikleri, yatarız yan gelip,

Akşama para bulursak beya,

Vururuz rakinin dibine

Yanında da balık.

Eyy babalık çal ordan 8-9 bir roman avası,

Bulalim kendi avamızı.”

Astayım mevlüde gelemem ama, akşama dügüne gelirim.

Gacılar ve (h)ayat güzel mi güzel, bea… Sizce de degil mi?

 

Amsterdam, 1 temmuz 2013

 

 

 

 

 
 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..