Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '13

 
Kategori
Siyaset
 

Barzani ve Diyarbakır: Masumiyetin sınırı

Barzani ve Diyarbakır: Masumiyetin sınırı
 

Yanyanalar ama Kürtlerin liderliği konusunda aralarında bir gerilim olduğunu da söylemeliyiz.


Kürtler açısından anlamlı bir mücadele geleneğinin temsilcisi ve bir zamanlar “aşiret ağası” denerek küçümsenen Mesut Barzani’nin Diyarbakır’a resmen davet edilmiş olması, Türkiye’nin Kürtlere bakışının değiştiği şeklinde yorumlanıyor. PYD’nin Kanton tarzı yönetim modeline karşı sert ifadeler kullanan Barzani’nin, seçim sathı mailine girdiğimiz bugünlerde Diyarbakır’a davet edilmesinin pek çok nedeni bulunuyor.

Birisini sahip olduğu “özgül ağırlığı”ndan daha az gösterdiğinizde onun “özgül ağırlığı”ndan bir şey değişmediğinin en çarpıcı kanıtını Mesut Barzani oluşturuyor. Daha dün “aşiret ağası” diye küçümsenen Barzani’nin bugün Kürt Yönetimi Başkanı olarak Diyarbakır’a davet edilmesinde, bölgedeki pek çok değişme ve gelişmenin sonucu olduğu kadar yürüttüğü kararlı mücadelenin de payı inkâr edilemez.

Barzani’nin aldığı yol, siyasetin küçümsemeyle değil, demokrasi kültürünün gerektirdiği şekilde ve bütün yönleriyle ele alınarak yapılması gereken bir süreç olduğunu kanıtlıyor. Türkiye de, Kürt sorunundan edindiği acı tecrübelerin ışığında bölgenin önemli aktörlerini sindirmeye çalıştığı bir süreci adımlıyor. Barzani’nin Diyarbakır’a davet edilmesinin, bu süreçte atılan adımlardan biri olarak görülmesi gerekiyor.

BARZANİ NİYE GELİYOR?

Hiç kuşkunuz olmasın; küresel güçlerin bölgeye dair farklı haritalar üzerinde çalıştığı bir dönemde yapılan bu resmî ziyaretin iç siyasetle ilişkisi olmadığını söylemek fazla masum olur. Türkiye’nin geleneği, mevcut hükümetin siyaset yapma tarzı, bu adım üzerinden Kürtleri, istedikleri vadide akıtmak amacı taşıdığını göstermektedir. Bu açıdan Ahmet Türk’ün sitemi yabana atılamaz ama gene de Selahattin Demirtaş’ın ifade ettiği gibi, Barzani’nin AKP’nin gizli gündeminin ucuz politikasına alet olmaması beklenir.

Öte yandan “aşiret ağası” diye küçümsenen Barzani’nin Kürtler için tarihî bir şahsiyet olarak kabul edilmesi, bir başka noktayı da hatırlamamızı sağlayacaktır. Barzani ailesi, tarihten aldığı bu haklı prestiji, 20. yüzyılın son çeyreğinde güneyde Talabani ile, 20. yüzyıl biterken kuzeyde Öcalan ile ve 21. yüzyılın bu aşamasında Öcalan’ın önderliğini tartışmasız kabul eden Salih Müslim ile paylaşmak durumunda kalmıştır. Hele hele yoksul bir Kürt köylüsünün çocuğuyken önemi uluslararası düzeyde kabul edilmiş bir Kürt lideri konumuna gelen Öcalan’a daha fazla “pay” ayırması gerektiği açıktır.

Genel kanının aksine güneyde gerçekleşen federatif yönetimin kurulmasını kolaylaştıran süreçte kuzeyde yürütülen mücadelenin de kolaylaştırıcı bir rol üstlendiğini söylememiz gerekiyor. Tarihin bu aşamasında, “KDP mi, PKK mı daha etkili olmuştur” tarzı, içinden çıkılmaz bir tartışmanın içine girmektense bileşik kaplar deneyini hatırlamak daha doğru olur. Sonuç olarak, bu ziyaret, bir anlamıyla kuzeyde, güneyde ve batıda birbirini tetikleyen Kürtlerin başarısının resmiyet kazandığının tescilidir.

“BÜYÜK SENARYO”NUN NERESİNDEYİZ?

Hatırlatmamız gereken bir başka nokta da, ABD’nin, 1979’dan beri ebed-müddet düşman hanesine yazdığı İran ve Irak’la görüşmeler başlattığıdır. Bu görüşmeler, bölgedeki yeni gelişmeler olabileceğine işaret etmektedir. ABD’nin “büyük senaryo”sunun gerçekleşebilmesinde en kolay halledilebilecek pürüzlerin başında Türkiye’nin Kürtlerle ilişkisi gelmektedir. Belli ki “büyük senaryo”da Kürtlere de önemli roller düşmüş bulunmaktadır. Bu da, dört ayrı devletin temel meselesi olmayı sürdüren ve İran’ın dışındaki üçünde etkili aktör konumuna gelmiş Kürtlerin, artık görmezden gelinemeyecek olduğunu göstermektedir.

Hiç kuşkusuz ABD’nin sahip olduğu “büyük senaryo” ile karşılaştırma imkânı olmasa da, AKP’nin de “büyük senaryo”nun gölgesinde özenle saklamaya çalıştığı bir “kısa senaryo”su vardır. O senaryonun kurgusu, Kürtlerin Kuzey olarak adlandırdığı bu bölgede “AKP’nin Kürtleri”ni yaratmak üzerine kuruludur. “Büyük senaryo”da Barzani’ye biçilen role itiraz etmemek karşılığında Barzani’den bu “kısa senaryo”da rol alması pekâlâ istenmiş olabilir. Türk’ün siteminin, Demirtaş’ın diplomatik uyarısının ve hatta konuşmasının Türkçe meali, “Diyarbakır’ı kaybetsek de önemi yok, büyük resme bakın” diyen Leyla Zana’nın “aykırı konuşması”nın nedeni bu “kısa senaryo” olabilir.

Belli ki “büyük senaryo”ya göre herkes kazanacak. ABD, yıllardır kangrene dönüşmüş bulunan bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden dizayn etmiş olacak. Kürtler, “aşiret” adlandırmasından kurtulup, kesişen kümelerinin hepsinde bulunan bölgenin en önemli aktörü hâline gelecek. AKP hükümeti, “büyük senaryo” nedeniyle zaten çözülmesi zaruri olan bir soruna karşı durmayıp, akıntıyla paralel bir tutum takınırken Barzani’nin de yardımıyla Diyarbakır’ı alacak.

Kâğıt üzerinde her şey halledilmiş gibi görünüyor. Kâğıda dökülmemiş olan iki önemli nokta var. Bunlardan birincisi Öcalan ile Barzani arasında henüz açık edilmemiş “Kürtlerin liderliği” meselesi var; “büyük senaryo”, bu rolü Barzani’ye uygun görüyor. Öcalan’ın nasıl bir tepki vereceğini zamanla göreceğiz.

Diğer önemli meseleyi de, “Diyarbakır’ın fethedilmesi” olarak adlandırabiliriz. AKP, tarihin bu dönemecinde Diyarbakır’ı İstanbul kadar önemsiyor. Zira Diyarbakır’ı almak, yalnızca bir büyük şehrin belediye başkanlığını kazanmak değil; aynı zamanda Kürtlerin Öcalan’a rağmen tercihini AKP’den yana yapması anlamına geliyor. Böyle bir hâkimiyet, AKP için 2014’ün anahtarı olacaktır. Dolayısıyla Barzani ziyaretinin bu yönü, o kadar da yabana atılacak bir durum değildir

 
Toplam blog
: 102
: 682
Kayıt tarihi
: 06.07.10
 
 

8 Ocak 1961'de doğdu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler..