Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '13

 
Kategori
Güncel
 

Kızlar ve erkekler: İnançlar hüküm haline gelirse

Kızlar ve erkekler: İnançlar hüküm haline gelirse
 

Başbakanın sözleri, inancı üzerinden insanların hayatlarına doğrudan müdahaledir.


Demokratik hak ve özgürlüklerin gelişmesi, kendi doğal süreci içinde evrilmediği ve dolayısıyla dünya görüşleri kendilerini açıkça ifade edemediği için Türkiye’nin sorunları bitmez. İslamcı kendisini muhafazakarlıkla tanımlar; tıpkı bir zamanlar Kürtler, hak taleplerini Bask üzerinden, Komünistler isteklerini Avrupa siyasal partileri üzerinden savundukları gibi. Osmanlı’dan bugüne uzanan geniş bir tarih aralığında takiyyecilik esas alınmıştır. Gizlenerek var olmak, bu toprakların mayasında var.

18 yaşını doldurmuş gençlerin kendi tercihleri doğrultusunda aynı evde kalmaları, birlikte yaşamaları nasıl bir rahatsızlık yaratabilir? Genç kadın ve erkeğin birlikte yaşama tercihi, “batı özentisi” olarak adlandırılarak değersizleştirilmek istenmektedir. Peki ya aynı gençler, “inançlarımız gereği böyle yaşıyoruz. Biz Belediye nikahına karşıyız” şeklinde tezahür ederse ve bunu kanıtlamak için göstermelik bir nikah için mahalle imamına başvururlarsa ne olacak?

BU KADAR TAKİYYE FAZLA DEĞİL Mİ?

Her şeyden önce takiyye yapılmış olacak! Bu da insanları göründüğü gibi olmaktan ya da olduğu gibi görünmekten alıp, mazrufunu bilmediğimiz, çerçevesi iktidarlarca çizilmiş bir zarfa girmeye zorlayacak. Her açıdan tehkileli bir süreç ama bu süreci anlamamız için öncelikle bazı gerçekleri hatırlatmakta fayda var.

Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere AKP, esas olarak, İslamcı bir kimliğe sahiptir. Kimse, AKP’nin merkez sağın yerine konuşlandığı kandırmacasına başvurmasın. Bu, tıpkı, “mezarlıktan geçerken hissettiği korkuyu bastırmak için yüksek sesle türkü söylemeye” benzer. AKP, ideolojik gıdasını Fethi Yeken’den, Ebul Al’a Mevdudi’den, Hasan El Benna’dan Seyyid Kutup’tan almıştır ve buna karşı uygulanabilecek herhangi bir perhiz, bu gıdanın ördüğü çepere çarparak geri döner. Muhafazakar demokrat tanımlaması, İslamcı zihniyetin günümüzdeki adıdır. Temel argümanlarını görmezden gelerek, bu zihniyete karşı mücadele edemezsiniz; hele hele ayrıntılara girerseniz, çıkmaz bir sokağa adım atmış olursunuz.

Başbakanın attığı her adımın referansı, İslamcı siyasetin genlerinde vardır. Mesela Benna, “şüphesiz cihanşumulluk veya bütün insanlık varmak ve ulaşmak istediğimiz en yüce hedefimiz ve en büyük gayemizdir. Çünkü bütün dünyayı ıslah etme, davamızda yapılan plan ve programın en son halkasını teşkil eder” demektedir. Lafı eğip bükmenin bir anlamı yok; siz, “İslam’ın tek gayesi, yeryüzünde Allah’ın uluhiyetini ilan etmek, Allah’a boyun eğdirmek ve bütün dünyada İslam bayrağını dalgalandırmaktır” fikrine katılıyor musunuz, katılmıyor musunuz? Bu soruya vereceğiniz cevap, hak ve özgürlük kavramı üzerinde Başbakan ile anlaşıp anlaşamadığınızı belirleyecektir. Çünkü Kur’an, Başbakan Erdoğan için yalnızca bir inançlar manzumesini içeren kutsal bir kitap değil; aynı zamanda bir anayasadır.  

İncil de bir inançlar manzumesidir ama İncil’in vazettiklerini, farklı din ve inançtan oluşan toplumların genel kuralı olması tartışması bugün itibariyle geride kalmıştır. Kur’an’ı anayasa kabul ederseniz, hak ve özgürlüklerin de bu çerçevede tanımlanmasını kabul etmeniz gerekir. Sadr’ın, “İslam, hayatın bütün alanlarını içine alan umumi bir nizamdır” sözü bu çerçeveyi açıkça çizmiştir. Erbakan’ın yakın çevresinde olup şimdilerde adı sanı pek duyulmayan Süleyman Karagülle’nin, “Peygamber Allah’ın koyduğu hükümleri tebliğ ederler. Onların halefi olan halifeler de kanun yapamazlar. Şeriat koyamazlar” sözleri, Erdoğan’ı anlamamızı sağlayacak açıklıktadır.

KUR’AN, ANAYASA MIDIR, İNANÇLAR MANZUMESİ Mİ?

Hani bir gazetecinin, “kişilerin özel evlerine de mi müdahale edeceksiniz” sorusuna, Erdoğan’ın “yasal düzenleme gerekiyorsa bunu yaparız” cevabı var ya, o cevabı bu bilginin ışığında okursanız, neler olup bittiğini anlamış olursunuz.

Şimdi,” inançlı ya da inançsız, Hıristiyan ya da Müslüman, insan, kendi başına düşünebilen, kendi iradesiyle kendisine dair kararları verebilen bir varlık mıdır?”  sorusunu sorabiliriz. Bu soruya evet cevabı verecek olanlar, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 12. Maddesinde ifade edilen, “hiç kimsenin özel yaşamına, ailesine, evine ya da yazışmasına keyfi olarak karışılamaz, onuruna ve adına saldırılamaz. Herkesin, bu gibi müdahale ya da saldırılara karşı yasa tarafından korunma hakkı vardır”ilkesini de tartışmasız kabul etmişlerdir.

Ama bakıyorsunuz Başbakan, ilkeleri tartışmaktan özenle kaçınıp, meseleyi, “Aynı apartmanın içerisinde bakıyorsunuz daire komşuları bu tür şeylerin ihbarını yapıyor. Buralarda nelerin olduğu belli değil. Karmakarışık, her tür şeyler olabiliyor”şeklinde ifade ediyor.Herhangi bir muğlâklığa izin vermemek için İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin de, “aile, toplumun doğal ve temel birimidir; toplum ve Devlet tarafından korunur” dediğini hatırlatalım. Sorun, ailen nasıl korunacağına ilişkin önerilen çözümden doğmaktadır. Ya insanlığın evrensel kazanımlarını dikkate alarak, daha çok demokrasi ve özgürlüğü benimsersiniz ya da siyasal İslam’ın bir inanç sistemini gündelik yaşamın her alanına yerleştirerek, onu bir inanç sisteminden çıkartıp bir siyasal sisteme dönüştürmesini benimsersiniz.

Başbakan Erdoğan’ın, bu iki şıktan ikincisini benimsediği açıktır. Referans aldığı ideolojik arka planın üstünü örtmek ve konuda uygulayacakları yöntemi meşrulaştırmak için her konuda olduğu gibi bu konuda da “damdan düştüğü”nü söylemesi ise tuhaftır. Bu kadar çok “damdan düşen” bir Başbakanın, tam seçim yaklaşmışken dile getirdiği evlerin içine karışma meselesi, kısa vadede bir seçim vaadi gibi görünse de esas olarak, “hayatın her alanını denetlemek üzere sosyal, ekonomik, dinsel işlevler”[1] üstlenen Osmanlı’daki muhtesiplik kurumunu referans gösterdiği açıktır.

Başa dönelim; Erdoğan’ı eleştirecekseniz, meselenin etrafından dönmekten vazgeçin. Mesele, insanların inançları gereği başını örtüp örtmemesi yahut inancının gereği olarak günde beş vakit camiye gidip gitmemesi meselesi olmaktan çıkmış; her dinden ve inançtan insanın ve dahi inançsızların yaşadığı toplumun İslami bir nizamla yönetilmesini kabul edip etmeme noktasına gelmiştir. İnsanlığın evrensel birikimi, herkesin istediği gibi yaşamasını öngörür; inançları hüküm haline getirmek, dayatmacılıktır.
 


[1] Daha ayrıntılı bilgiler için Yüksek Işık, Siyasal İslam ve Sendikalar (Öteki Yayınevi, Ankara, 1996), kitabına bakılabilir.

 
Toplam blog
: 102
: 682
Kayıt tarihi
: 06.07.10
 
 

8 Ocak 1961'de doğdu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler..