- Kategori
- Siyaset
Başımız sağolsun

“Hepimizin başı sağ olsun. Bugünler tüm toplum için yas günleri. Çatışmayla iç içe yaşadığımız neredeyse 30. yıla giriyoruz. Ancak, çatışmalarda ölenlerin çoğu, 30 yaşını görmedi bile. Sadece çatışmayı görerek büyüyen, çatışmaktan başka bir alternatifi hayaline dahi getiremeyen, ancak neden çatışıldığını da bilemeyen, çatışmaya sürükleyen sebeplerden habersiz nesiller yetiştiriyoruz. Gelecek kuşaklara mirasımız bu olmamalı. Yakıp yıkmak ve öldürmekle, çeyrek yüzyılı aşkın zaman geçirdik ve bunun çözüm olmadığını gördük. Olsaydı, bugün 50 bine vardığı belgelenen can kaybı yaşanmazdı. Bir 30 yıl daha böyle geçebilir. Bu 50 bin kişi bugün aramızda olsaydı, bugün Türkiye çok farklı bir yer olabilirdi. Onları yitirmeseydik, çok daha farklı bir noktada olabilirdik. Gençlerimizi, geleceğimizi yitirdik, yitirmekteyiz. O nedenle, şimdi barışın dilini konuşmak mecburiyetindeyiz. Bu, boynumuzun borcudur. Son olaylarla beraber, birden Türkiye’nin dört bir yanında, savaş ortamı içine düşüverdik. Savaşın diliyle konuşmaya başladık. Savaşın, uçurumunun kenarında yaşamamalıyız. Bu oyun, her kimin oyunuysa, bozmalıyız. Barışın dilini konuşarak, bunu yapabiliriz. Savaşın sonunu sadece ölüler görür derler. Biz, yaşama şansına sahip olanlar olarak, her nefeste, nasıl bir barışı inşa edebileceğimizi düşünmeli, zamanımızı buna harcamalıyız. Bu konuda kamuoyunda çokça konuşuluyor. Konuşanlar da, çeşitli yorumlar yapıp, sonra kendi hayatlarına dönüyor. Şimdi de birçok siyasetçi bu konuda sert açıklamalar yapıp sonra yaşamlarına aynen devam edecek. Oysa bu yıkımın kurbanlarını geri getirmeye imkân yok, yakınlarının yaşamı da sonsuza kadar değişiyor. Kimse, insan hayatını siyasetin malzemesi yapmamalı. Yaparsa da, bugün kazanacağı göreceli zafer, yarın onurunu zedeleyen bir leke olacaktır. Türkiye’nin bu temel sorununu çözmeden, diğer hiçbir konuda ilerleyemeyiz. İnsan üzerinden yeni bir dille, yeni bir yaklaşımla, yeni bir siyasi dil oluşturmak zorundayız ki, çatışarak değil, zıtlaşarak değil, kutuplaşarak değil; ortaklaşarak, toplumsal bir mutabakat sağlayarak, çatışmaya karşılık askeri değil, politik bir yol açabilelim. Çözüm için yapılacaklar üzerine Türkiye çapında birçok fikir üretilmiştir, çaresiz değiliz. Yeni Anayasa süreci de bize çözümün temelini atmak, hem de sağlam atmak için altın bir fırsat sunuyor. Barışa, ancak yaşamı, insanı, hayatı yücelterek ulaşabiliriz, onu hak edebiliriz.” demiş Sezgin Tanrıkulu, CHP milletvekili ve bu mail CHP tarafından iptal edilmiş gazete haberine göre.
Nereye gidiyoruz?
Yeniden kan dökülmesini hızlandırmaya mı, çözüme yaklaştık derken kimlerin oyununa geliyoruz yeniden. 13 şehidin üzerine oynanan kirli oyunlar nelerdir?
Kim nemalanıyor bu pis oyunları oynayarak?
Ciddi bir Türk- Kürt çatışmasına mı çekmek istiyorlar bizi, 30 yıldır olmayanı oldurmak isteyenler mi var?
Tüm bu sorular cevap bekliyor. Sezgin Tanrıkulu doğru söylemiş fidanlar devriliyor, aynı yaz mesajları, terörü lanetlemeler sonra herkes kendi hayatına dönüyor, düşen fidanların ocaklarında yangın bir ömür devam ediyor. Yirmi yaşında bir genci toprağa vermek kolay mı?
30 yıla yakın zamandır orduyu dağlara sürerek bir çözüm sağlanamadı. Açılım dendi açılımın içerisi doldurulamadı. Yas tutmaya devam ediyoruz, ciğerimiz yanıyor.
Elli bin kişi ölmüş bu 30 yılda, her yıl 2000 e yakın insan. Turgut Özal, Yıldırım Akbulut, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan bu otuz yıla yakın süren dönemin başbakanları.
Anımsayalım bu başbakanlarımızın akılda kalan konuyla ilgili sözlerini Turgut Özal “ üç beş çapulcu bunlar” , Süleyman Demirel “Kürt realitesini tanıyoruz” , Tansu Çiller “ Kurşun sıkan da, ölen de bir”, Mesut Yılmaz “ çözümün yolu Diyarbakır’dan geçer”, Recep Tayyip Erdoğan “ Kürt( sonra demokratik oldu) açılımını başlatıyoruz” dediler.
Sonuç 13 şehit daha verdik hepimizin başı sağ olsun.