Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '14

 
Kategori
Öykü
 

Başkalarının gözünden "Ben"

Başkalarının gözünden "Ben"
 

İskelede oturmuş, vapurun kalkış saatini bekliyorum. Vakit geçirmek için de geleni geçeni seyrediyorum. Kadınlar geçiyor önümden; genç, bakımlı, güzel. Kadınlar geçiyor;  yaşlı, eskimiş elbiselerinin içinde, yerleşmiş kamburlarını gizleyen. Kiminin şapkasını beğeniyorum, kenarında çiçeği olan. Kiminin eflatun  bluzunu. Bazısıyla göz göze geliyoruz. Gözleri sıcacık bakan var, solgun ve yorgun olan. Öyle gözler gördüm ki; bir daha bakmaya korktuğum kadar hınç dolu.

Erkekler de geçiyor elbet, esmer, pala bıyıklı. Genci var, mis gibi sabun kokusunu bırakıp, kalabalığın içinde kaybolan. Yaşlı bir yüz dikkatimi çekiyor o kalabalıkta; çizgiler alabildiğine yol almış. Çizgilerin yolunda kim bilir neler yaşanmış?

İnsanların bazıları güneş gözlüklerini takmış, gözlerini göremiyorum; oysa  gözler ne çok anlatıyor  içindekileri. O yüzden mi takıyorlar bu kara perdeleri, kimseler görmesin diye mi içlerini?

Yaşlı bir teyze yanaşıyor, yanıma oturuyor. Dönüp gözlerini arıyorum. Beyaza kaçan maviliklerle karşılaşıyorum. Başkalarını incelerken fark edemediğim bastonunu aramıza yerleştiriyor. O’na baktığımı hissetmiş olmalı, bana gülümsüyor. “rahatsız etmiyorum ya?” diye soruyor, incecik sesiyle. Biraz konuşuyoruz, sonra vapurun kalkma saati geliyor ve elimi uzatıyorum. Birlikte vapura biniyoruz.

Vapurun içinde yine etrafa bakınıyorum. Yaşlı ve görmeyen teyze, beni rahatsız etmemek için konuşmamayı tercih ediyor. Çay isteyip istemediğini soruyorum, istemediğini söylüyor. İnsanları incelemeye devam ediyorum.

Bir ara kırmızı terlikli kadına gözüm ilişiyor. Parlak, düz kırmızı terliklerin üstüne ne giymiş olabileceğini merak ediyorum. Lacivert kumaş bir pantolon ve pembe bir bluzla karşılaşıyorum. “Terliklerinin kırmızısına bu pembe hiç uymamış” diye geçiriyorum içimden.

Şalvarlı bir adam dikkatimi çekiyor. “Hangi köyden acaba?” diye soruyorum kendime ukala ukala. Gri şalvarını, gri kırçıllı bir gömlekle tamamlamış, genç ve yakışıklı bir şehirli olduğunu fark edince, şaşırıyorum. Ayağında espadriller, gözünde gözlükler. Zıtlıklar içindeki uyumu nasıl da güzel yakalamış. Şalvar giyen köylüleri düşünüyorum biraz utanarak ve şalvarın ne kadar da işlevsel bir giysi olduğunu söylüyorum içimden, sanki özür dilercesine, bir önceki önyargımdan sıkılarak.  

İleride genç bir çocuğun sürekli ayağını titretmesine takılıyorum. Sinirim bozuluyor. Yanına gidip “sallama şu ayağını!” diyesim geliyor, diyemiyorum, başımı başka tarafa çevirmekle yetiniyorum.

Bir kadına takılıyor gözlerim. Burnunu yaptırmış, belli. Üst tarafı basılmış, sonra hoop diye çıkıvermiş sanki. “Yakışmamış” diyorum “ama bu halini beğeniyorsa, kim bilir eskiden ne kötüydü?” diye de ekliyorum ve hiçbir şeyleri beğenmez halime en kısa sürede geri dönüyorum.

Başkaları hakkındaki yorumlarım hız kesmeden devam ederken, elime sıcacık bir el dokunuyor. Dönüp yaşlı teyzeye bakıyorum “ bir şey mi istediniz?’’ diye soruyorum.  “Sana nasıl kör kaldığımı anlatmamı ister misin?” diye soruyor. “Evet, tabii isterim” cevabımı duyunca  da  bunca zaman konuşmayan teyze  hikayesini anlatmaya başlıyor;

“Gençken çok güzeldim. Sapsarı upuzun saçlarım, koyu mavi gözlerim vardı” duruyor… Uzun süre konuşmayınca anlatmaktan vazgeçti sanıyorum, tam o sırada derin bir nefes alıp devam ediyor; “ ben de senin gibi, vapurlara biner, insanları incelerdim. Kendimi o kadar beğenirdim, o kadar beğenirdim ki, başka kimseciklerin güzelliklerini göremezdim. Herkesde kusurlar bulur, kibirli kibirli ortalıklarda dolaşırdım. Bir gün vapurda bir kadınla göz göze geldim. Aniden içimde bir şeyler aktı ve şiddetli bir şimşek çaktı gözlerimde. Daha ne olduğunu anlayamadan, bana hiç de tanıdık gelmeyen bir başka kadın  sesi  konuşmaya başladı zihnimde; bu arada da gördüğüm manzara değişmiş ve kendimi görür olmuştum. Kabus  gibiydi; çünkü fark etmiştim ki, biraz önce karşımda duran kadının zihnine girmiştim. Ciddi bir şok dalgası ile geri geri sendeledim. Değişen bir şey olmadığı gibi şimdi de kadının gözünden kendimi görüyordum. Beni son derece soğuk ve kibirli bulmuştu. Ne havalı sarı saçlarım, ne de o pek gurur duyduğum uzun boyumdan hiç etkilenmemişti. Neye uğradığımı anlamadım. Bu kadarı bana yetmişti, ani bir refleks ile gerisin geriye dönmeye yeltendiğimde, gözlerinden girdiğim gibi çıktım. Hem olayın şoku, hem de bir başkasının beni bu derece itici ve soğuk bulması midemi bulandırmıştı. Evime gittim. Bütün gün kustum. Günlerce dışarıya çıkamadım.“ Bu sözlerinden sonra yine durdu yaşlı kadın, gene soluklanmaya ihtiyaç duyuyordu anlaşılan.

Bu arada ben de dalga mı geçiyor diye iyice yüzüne bakıyorum. Yok!... Yüzünde acı var, ilginç bir şekilde huzur da var. Hiç de dalga geçecek birine benzemiyor zaten. Merakla hikayenin gerisini anlatmasını bekliyorum.

Devam ediyor; “ Günler sonra tekrar sokağa çıktım. Bir daha olmayacağını umut ediyordum; yanılmışım. Bakkalda karşılaştığım genç bir kadının zihnine girdim yine. Bu sefer çirkin bulunmuştum. İnanabiliyor musun? Benim gibi güzel bir kadını çirkin bulan biri çıkmıştı. “Kıskanç” dedim içimden ve hışımla bakkaldan dışarı çıkarak, evime koştum. Yine aynı şey olmuş ve kusmaya başlamıştım. Olay hiç de normal değildi. Ani duygu değişimlerinin yanı sıra, birilerinin zihnine giriyor ve beni onların bakış açısıyla nasıl gördüklerine tanıklık ediyordum.  Bu durum ışık patlamaları ile enerjisel olarak gerçekleşiyordu.

İçim dışına çıktıktan bir hafta sonra tekrar evden çıkmayı denedim. Bu sefer hazırlıklıydım ve siyah kalın camlı güneş gözlüklerimi taktım. Kimseyle göz göze gelmemek için elimden geleni yapıyordum. Ancak nafile, başkalarını izlemeyi ve yargılamayı o kadar çok benimsemiştim ki; bir küçük gülüş, bir kırmızı pabuç, bir tatlı ses beni onların gözlerine yönlendiriyordu. “

Bu arada kırmızı pabuç dediği anda, bir yumruğun karnıma oturduğunu zannettim. Bir müddet nefes alamadım, neyse ki teyze de dinlenmek için susmuştu yine. “ Size su alayım” diyerek çabucak kalktım ve iki şişe su alarak geri döndüm.

Sularımızdan içtikten sonra, anlatmaya devam ediyordu yaşlı kadın; “ Başkalarının gözünde sıska, çirkin, şımarık, soğuk, fazla uzun, kibirli, sinirli gibi pek çok BEN’le karşılaşmıştım. Artık öyle bir noktaya gelmiştim ki; evden çıkamaz oldum. Tüm ihtiyaçlarımı telefonla istiyor, banka vs. işlerimi kapıcımıza yaptırıyordum. Kusmaktan içim, ağlamaktan gözlerim helak olmuştu.

Bir gün, banyoda ellerimi yıkarken, aynaya baktım. Gerçekten, gözlerimin içine baktım. Bu insanların söylediklerinde doğruluk payı aradım. Uzun bir arayıştan sonra anladım; benim için güzel olan, bir başkası için çirkin olabilirdi. Sonra da başkalarını nasıl da küçük ve hor gördüğümü fark ettim. Gerçekleri haftalar boyu inkar etmiş ve görmezden gelmiştim. Oysa şimdi, gözlerimin içine bakarken, gerçek tam oradaydı. Banyonun soğuk zeminine yığılıp kaldım. Bu sefer de fark ettiğim için ağlıyordum, ama bu ağlama içimi yaksa da beni her gözyaşı ile yıkıyor gibiydi. Gittikçe hafiflediğimi hissettim.

Odama gittim, yatağa girerek, uyudum. Ne kadar uyudum bilemiyorum. Gözlerimi açtığımda, her yer karanlıktı. Önce, gece oldu sandım. Sonra anladım… Gözlerim görmüyordu. Paniğe kapılıp, evde yolumu bulmaya çalışırken, defalarca dizlerimi, bedenimi bir yerlere çarptım, düştüm. Kendimi biraz toparladığımda, kapıcının yardımı ile bir göz doktoruna gittim. Bana fiziksel hiçbir problemim olmadığı söylendi. Ancak bu benim görmediğim gerçeğini değiştirmedi.

Tam körlüğü kabullenmişken, bir rüya gördüm. Bana ancak yargılarımdan arındığımda, gözlerime yeniden kavuşacağım söylendi. Bu rüyayı gördükten ancak üç yıl sonra, tekrar görmeye başladım. Bu sefer, sadece görmek için bakıyordum. İnsanların dışını değil, ruhunu görmek için.” Sustu.

“Ee, ama siz şimdi de körsünüz?” deyiverdim anlamadığım bu durum karşısında, şaşkınlığımı gizleyemeyerek. Yaşlı kadın gülümsedi. “Bu sadece yılda bir gün olur” dedi. “Yılda bir gün mü?” dedim ellerimi açarak. “Evet” dedi “yılda bir gün gözlerime perde iner ve ben seninle karşılaştığımız vapur iskelesine gelirim. Orada yargılarından uçuruma düşmek üzere olan, güzel ruhlarla, tıpkı senin gibi, konuşurum” diyerek elimi tekrar tuttu.

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Umut vaat eden güzel bir ruh olduğuma mı sevineyim, yoksa yargılarım nedeniyle uçurumun eşiğinde olduğuma mı üzüleyim? Elbette bu arada duyduğum utanç da mide bulantıma hiç yardımcı olmuyordu.

Vapur iskeleye yanaşmak üzere olmalıydı ki, çevredekiler kalkıp merdivenlerde yerlerini almaya başlamışlardı. “Artık ayrılma zamanı” diyerek, elimi bıraktı yaşlı kadın.  “Sizi bırakırım, nereye gidiyorsanız” gibi bir şeyler geveledim. Elini kaldırıp, “gerek yok” dedi. “Vapurdan inmeme yardım et, yeter.”

Ayrılırken, görmeyeceğini bile bile, el salladım O’na. Sonra da en yakın tuvalete kendimi atıp, kusmaya başladım…

Çimen Erengezgin 

 
Toplam blog
: 164
: 608
Kayıt tarihi
: 08.09.11
 
 

Yazar ve Yoga Eğitmeni ..