- Kategori
- Yurtiçi Tatil
Batı Karadeniz 4
Safranbolu’dan hayranlık ve memnuniyet duygularıyla ayrılıp Amasra’ya doğru yola koyulduk. Allah’ım bu nasıl bir coğrafya, çıldırası geliyor insanın.
Kıvrıla kıvrıla, dağlardan ine çıka, ciğerlerimizin bayramı eşliğinde denize ulaştık. Amasra gerçekten harika bir yer.
Planımız burada da bir gece kalmaktı, hemen kıyıda bir otel bulmak gerekliydi. Kıyı boyu pansiyonlarla doluydu; biz askeriyeye yakın yerde bir otel bulduk. Muhakkak deniz gören bir oda istedik, dördüncü katta bir oda verdiler. Manzara mükemmeldi, oda harikaydı. Otel temiz ve bakımlıydı. Personel güler yüzlü ve saygılıydı. Eşyaları bırakıp hemen dışarı çıktık.
Karnımızı doyurma zamanı gelmişti, kıyıdan dalgakırana doğru yürüdük ÇEŞM-İ CİHAN diye bir lokantaya girdik. Adına daha önce de Mehmet YAŞİN’in kitabında rastlamıştık. Burada yediğim balığa eşlik eden salatanın tadı damağımda, manzarası gözlerimde kaldı. Salataya girebilecek her şeyi koymuşlar içine. Yeşil salata, mevsim salatası, çoban salata, turşu murşu hepsi bir arada.
Leziz bir yemekle karın doyurulunca ne yapılır, elbette yürünür. Balıkçı teknelerinin önünden geçerken kıyıdan Amasra turu yaptırdıklarını ama yeteri kadar müşteri olmadığını olursa haber vereceklerini söylediler. Otele döndük hemen telefon geldi, yarım saat sonra tekne kalkacak diye, biz de gittik.
Tur 45 dakika sürüyor, adam başı 3, 50.- YTL. Merkezi kıyıdan gezdiriyor, bu esnada bir görevli de ilgilenenlere bilgiler veriyor. İlgilenirim tabi, yoksa nereden bilecektim Kraliçe Amastris’in Direkli Kayanın’nın tepesindeki küvetinden o gece vazifesini yapan haremindeki “kocalarını” aşağı attığını.
Manzara da çok güzeldi, teknenin yanına yaklaşmasalar da uzaklarda atlayıp zıplayan yunuslar da.
Turumuz bitince bir saat dinlenelim diye odalara çekildik. Bir saat sonra bulunduğumuz yeri keşfe çıktık. Tamamını yarım bilemedin bir saate geziyorsun.
Mostar Köprüsüne benzettiğim, tesadüfen gördüğüm resmine vurulduğum ama adını öğrenemediğim köprüden geçip gittiğimiz tepede tavşanların olduğu adaya doğru oturup birer çay içtik. Adadaki tavşanları görmek için dürbün istersen saati 1.- YTL. Martılar var diye mi bilmem tavşan mavşan göremedik, yarım saatte iade ettik. Görsek ne olacaksa.
Burada da insanlar bizim İstanbul’dan alışkın olduğumuzun dışında rahat ve sakinlerdi. Evler, sokaklar hepsi harikaydı. Okulların kapanmasıyla orası da epey kalabalıklaşır, adım atacak yer kalmazmış.
Söylemeden geçmek olmaz, rahmetli BARIŞ AKARSU, ah BARIŞ AKARSU, dinledikçe yüreğimi dağlayan BARIŞ AKARSU o sırada henüz sağdı, ömrünün son günlerini yaşaıyormuş meğer. Nurlar içinde yat BARIŞ AKARSU.
Gezdik dolaştık derken hava karardı, otelimizin yakınında, kıyıda bir çay bahçesinde oturup, köfte ekmeklerimiz yedik. Tatil boyunca amma da yedik, bir de boşanıp semerimizi yiyeydik…
Uykumuz yine erkenden geldi odalarımıza çekilip uyuduk. Sabah erkenden kalktık, dalgakırana doğru yürüyüşümüzü yaptık, dalgakıranın sonuna kadar gittik. Bu manzarayı seyretmeye doyamazsınız. Geri döndük oh be epey yürümüşüz. Otelin terasında açık büfe kahvaltı keyfimizi yaptık sonra biraz da ayaklarımızı olsun suya sokalım dedik. O da ne, bu ne kadar çok denizanası. İyi ki denize gireyim diye heveslenmemişim.
Artık geri dönüş vakti. Mütevazı Batı Karadeniz gezimizin son ayağı burasıydı. Kalabalıkla yolculuk yapmak biraz sinir bozucu biraz keyifliydi. Eminim ben de kalabalıkta aynı sinir bozucu etkiyi yapmışımdır.
Son olarak dönüş yolunda Kuş Kayası Yol Anıtını gördük. Bir dahaki sefere o merdivenleri çıkıp yakından bakacağım.