Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

06 Haziran '12

 
Kategori
Öykü
 

Batıda on yıl (2)

Batıda on yıl (2)
 

Bir elimde sandalye diğer elimde poğaça ile masanın birine yanaştım. Masada oturanların dikkatini bile çekmemiştim. Herkes kendi derdinde idi. Çay tabağının kenarına konmuş şekerler her ne kadar yarıya kadar ıslanıp dağılmaya yüz tutmalarına rağmen, masaya oturunca gelen çaya sevindim. Şekerlere elimi uzatınca dağılıp gittiler. Çay ocağına gidip tekrar şeker alıp masaya geldim. Artık çayı büyük bir keyifle içebilirim diye düşündüm. Poğaçadan bir lokma ısırıp üzerinde bir yudum çay içtim. Çay poğaça gibi bayat olsa da içimi ısıtmıştı.

Masada oturanlar bir yandan çaylarını yudumluyor, diğer yandan birbirleri ile sohbet ediyorlardı. Kirli kırlaşmış sivri sakallı, tuhaf bakışlı, üzerinde renkleri solmaya yüz tutmuş kabanı olan iri yarı adam masada oturanları umursamadan kaba bir gülümsemeyle:

-Soğuk değil mi, diye sordu kabanına sarılarak.

Karşısındaki ilgileniyormuşçasına:

-Çok, diye cevapladı, aslında sabah ayazı insanı üşütüyor. Bizim buraların sabah ayazı insanın içine işler… Çoktandır unutmuşum.

Bir diğeri heyecanla:

-Bende, dedi. Memleketin havasına suyuna çoktandır hasret kaldık.

-Başka yerde mi çalışıyorsunuz?

-Evet, Antalya’da.

-Ehh! Sıcaktır oraları, bizim buraların havasına benzemez. Bende Marmaris’te çalışıyorum çoktandır.

Bir yandan karşısındaki adamın sorularına gülerek sabırla cevap veriyor, diğer yandan kendisinden bahsetmeyi ihmal etmiyordu. Memleketten ayrılalı epeyce olmuştu. Memleketten oğlu kundakta iken ayrılmışlardı, oğlu şimdi lisede okuyordu. Buraya da bir akrabasının cenazesi için gelmişti. Öbürgün tekrar Marmaris’e dönecekti. Çünkü geç kalırsa patron ona kızabilir belki de işinden olabilirdi. İşverenin sağı solu belli olmazdı, işine zamanında gitmeliydi. Zaten cenazeden sonra burada yapacak bir şeyi de yoktu.

-Sen Antalya’dan neden geldin, diye sordu karşısındakine.

Adam sırtını hafiften kamburlaştırmış, göğsü ile masaya sıkıca yanaşmıştı. Boyu uzun, yüzündeki kırışıklıklar derinleşmiş, başında iki tutam saç, sakallı, ütüsüz pantolonlu, sırtında eski bir kaban olan adam çayından bir yudum çekti. Ardından derin bir off çekip gözlerini çay salonunun uzak köşesine dikti ve ıslık sesine benzer bir ses tonuyla:

-Memleket hasreti, dedi sakalını sıvazlayarak. Bir de bu aralar işler durgun. Bende hazır işsizken memleketteki baba ocağını bir ziyaret etmek istedim. Sonra gözlerini yere eğdi. Sıkıntılı hali gözlerden kaçmıyordu. Gözlerinin etrafı morlaşmıştı. Adamın halinden işini kaybetmenin ve işsiz olmanın sıkıntısını kabul edememenin verdiği huzursuzluk vardı.

Konuşmalar karşısında sessizliğimi korumayı yeğlemiştim. Konuşmuyor sadece dinliyordum. Soğuk bir sabahtı, dışarıda hafif bir kırağı göze çarpıyordu. Güneş yavaş yavaş yükselirken, çay ocağını mesken tutmuş olanlar da birer ikişer dışarıya çıkmaya başladılar. Kimisi elinde valizle, kimisi de elleri ceplerinde hızlı adımlarla gidecekleri yere doğru aceleyle yürüyorlardı. Öğretmenevinin açılması için biraz daha zaman geçmesini bekledim. Bu arada güneş epey yükselmiş, bulutların arasından yüzünü göstermeye başlamıştı.

 
Toplam blog
: 210
: 910
Kayıt tarihi
: 04.05.08
 
 

Eğitimciyim. Bir insanın çağdaş bir gelecek için, aydınlanma için çok okuması gerektiğine inanıyo..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara