- Kategori
- Dünya
Batılılar Ortaçağ karanlığından çıkarken aydınlanma merdivenlerine de tırmanmaya başlarlar (7)

Batılaşmak, onları taklit etmek değil; onlar gibi, bilgiyi işlemek, yeni bir bilgi üretmektir. Bizim kavrayamadığımız budur.
Çoğumuz “Akıl Tutulması”nı duymuştur. Ancak, bilenlerimizin sayısı az olmalıdır. Frankfurt Toplumsal Araştırma Enstitüsü'den Max Horkheimer, İnsanlık; “Midyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan mı oldu?” sorusu ve insanlığın gelinen noktasında geçerli olanlar üzerinden, “Akıl Tutulması”na açıklık getirir.
-İnsanların, “kişisel yararı için (teoloji ve metafizik içermeyen) fiziksel ve maddi dünyanın gerçeklerine dayanan bir yaşam anlayışı” ve bunu kutsayan Modern Bilim ve Bilim insanları değil midir?
-Batı, “Ortaçağ karanlığından, Hurafe (boş, batıl inanışlardan) ve Mitosa (Ortaklaşa paylaşılan öykülere) karşı mücadele ederek çıkmış; ancak, bu kez kendisi bir hurafeye dönüşmemiş midir?”
…
Yukarıdaki anlatıdan anlaşılan;
-(Batı insanı için) Kazanmanın ahlakı yoktur. Büyük balık küçük balığı yutar.
-Batı insanı, Hurafelerden (boş inançlardan) kurtulmak için ayağa kalkmış, ancak, bu kez kendi içini, (değerleri) inançlarını boşaltmış, kendisi “Hurafe” olmuştur.
- “Akıl Tutulması”: Güneş tutulması’nda olduğu gibi, “Ay'ın yörünge hareketi sırasında Dünya ile Güneş arasına girmesi..” insanın, duygularının, (Hırs, Nefret ve Çıkarların) ona, varlığının anlamına gölge düşürerek hakim olması, onu, duygularının, zaaflarının yönlendirmesi değil midir?
-İnsan, “Aklımı -doğrularla- kendime merkez edeyim”, düşüncesi ile (rehbersiz-düşüncesiz) yola çıkmış, sonrasında zaaflarına yenik düşmüştür?
-Nerede, gerçeği ile: Hürriyet, adalet, eşitlik, kardeşlik ve birlikte, paylaşarak yaşamak hayali?
-İnsanlık, ülkeleri işgal edilen, ülkelerinde yaşama hakkı tanınmayan Suriyelilerle birlikte Avrupa doğru zorunlu göçe mi çıktı?
…
Kaldığımız yerden batının okuma ve yazma serüvenine devam ediyoruz
Geçen bölümün özeti;
-Avrupalılar, 16’ncı asırda: Yazılı kültüre geçmekle, Okuma-Yazma’nın değerini anlar ve toplumda okumanın yaygınlaşması ile ilgili çılgınca bir yarış başlatırlar.
Avrupalılar ne oldu da okumayı önemsemeye ve kitabı başköşeye taşıdılar?
XVIII. Yüzyılın ikinci yarısında, 1754’ten itibaren eşlerin ikisinin de imzasını şart koşan Church of England’ın evlilik kayıtları, yazarlık oranındaki artışa işaret ediyor: 1755’de olduğu gibi 1790’da da erkeklerin %60’ı imza atmış – kadınlar içinse sayı, 1755’te % 30, 1790’da % 40.
Nihayet Fransa’da, (1877’de rektör Maggiolo tarafından hemen hemen bütün departmanlardan toparlanan) yerel kayıtlara göre eşlerin imzaları bir yüzyılda net bir artış gösteriyor: 1686-1690’da erkeklerin sadece % 29’u ve kadınların % 14’ü imza atarken; 1786-1790’da durum erkekler için % 48, kadınlar içinse % 27’dir.
Dolayısıyla bu üç coğrafyada ve sadece erkek okuryazarlığı dikkate alındığında, yazının yaygınlaştığını görüyoruz: yüz ya da yüz elli yıl içerisinde, imzacıların (yani kesin okurların ve muhtemel yazarların) sayısındaki artış İskoçya’da % 40, İngiltere’de % 30 ve Fransa’da % 19’dur.
Ulusal bir oran vermenin henüz mümkün olmadığı diğer ülkelerde, şehirler ve bölgeler düzeyinde buna benzer gelişmeler mevcuttur. Örneğin evlilik sözleşmelerinin noter huzurunda gerçekleştiği Amsterdam’da, 1630’da erkeklerin % 57’si, kadınların % 32’si imzacı olurken 1780 yılında durum % 85’e % 64’tür.
Yine 1790’da erkeklerin % 83’ünün kadınların ise % 63’ünün evlilik sözleşmelerini imzaladığı Torino’da, 1710’daki durum % 71’re % 43’tür. Torino’nun taşrasında, yani şehre bağlı kırsaldaki gelişme daha da çarpıcıdır:
Avrupa dışında, Amerika’daki sömürgelerde de eğilim aynı yöndedir.
Yeni-İngiltere’de, 1650-1670 arasında erkeklerin % 61’i vasiyetlerini imzalarken, 1705-1715 arasında oran %69, 1758-1762 arasında % 84,1787-1795 arasında % 88’dir.-kadınlar için oranlar ise aynı tarihler için sırasıyla % 31, % 41 ve % 46’dır.
Virginia’da yani vasiyetlerini imzalayan erkek imzacıların sayısının en düşük olduğu yerde oranlar, 1640-1680 yılları arasında % 50’den, 1705-1715 yılları arasında % 65’e, 1787-1797 yılları arasında ise % 70’e çıkıyor. (1)
…
Yazıya eşitsiz erişim
Yazıyla tanışıklık artmakla birlikte, insanlar arasında eşit bir şekilde yayılmadı. Avrupa çapında imza oranları bir dizi farklılıklar gösterir. İlk fark erkeklerle kadınlar arasındadır. Her zaman ve her yerde erkeklerin oranı kadınlarınkinden fazladır ve bu fark genelde % 25 ila % 30’a ulaşmaktadır.
Elbette bu fark kadınların yazı dünyasına erkeklerden daha az iştirak ettiğini gösteriyor olsa da, okumadaki eşitsizliğin kesin bir ölçütü olarak alınmamalıdır. Nitekim eski toplumlarda kızların eğitimi uzun zaman boyunca, cinsleri için tehlikeli ve yararsız olan yazı öğrenimini değil okuma öğrenimini kapsayacak şekilde ayarlandı.
L’Ecole des femmes’da Arnolpe, Agnes’in okumasını ve böylece “Evlilik maksimlerini” öğrenmesini ister ancak yazmayı öğrenmesi -özellikle de sevgilisi Horace’a yazma ihtimali- onu ürkütür. Dolayısıyla kadın imzacıların oranı erkeklerden ziyade Eski Rejim’in kadın okuyucularını belirtmekte yetersizdir, çünkü bu sonuncuların pek çoğu yazmayı asla öğrenemediler; ve bu, halk tabakasından kadınlar için geçerli değildi sadece.
İkinci fark, meslekler ve bölgeler arasındadır. Örneğin, XVII. Yüzyıl İngilteresi’nin taşra ve kırsalında imza yeteneği (dini mahkemelerce sayılan tanıkların imzalarıyla ölçüldüğü haliyle) büyük ölçüde ekonomik faaliyete ve farklı grupların sosyal statüsüne bağlıdır. Kopuşlar çok nettir: ruhbanlar, asiller ve büyük tüccarların hepsi (ya da hemen hepsi) imza atmayı biliyor; kalifiye zanaatçılar (kuyumcu, saraç, çuhacı) ve çiftçiler (yeomen) için oran, onda yedi ya da sekizdir; ama mesleklerin çoğunda, özellikle de tekstil ve giyimdeyse bu oran yarı yarıyadır.
Ardından tüccarlar ve köy zanaatçıları gelir (demirciler. Marangozlar, değirmenciler, kasaplar vb.): bunların sadece % 30’u % 40’ı imza atabilir ve en alt kademede, en iyi ihtimalle dört kişiden birinin imza atabildiği gruplar bulunur. Örneğin inşaat ameleleri, balıkçılar ve çobanlar, küçük işletmeciler (hushandmen), tarım gündelikçileri (labourers) gibi.
.. XIX. Yüzyılın başında nüfus idaresine göre beş farklı şehir Piacenza, Parma, Reggio, Modene ve Bolonya’da damatların % 42’si, gelinlerin % 21’i imza atabiliyorken, çevre köylerdeki yüzdeler sadece % 17’ye % 5’tir. Kuzey Avrupa’da da durum aynıdır: XVIII. Yüzyılda. Londralı zanaatçı ve tüccarlar, kırsaldaki benzerlerine oranla iki ya da üç kat daha fazla okuryazardır ve hizmetliler içinse fark iki buçuk kattır (Londra’da % 69, İngiltere kırsalında sadece %24).’
Demek ki burada, modern şehir kültürünün özgünlüğünü teşkil eden başka bir fark söz konusudur. Şehirlerde yazabilenler daha fazla sayıdadır ve okuma yazma yetenekleri daha eşitsiz dağılır.
Yazıya erişime dair bu çeşitli farklar, modern çağın üç yüzyılına şekil veren özelleşme sürecinde kuşkusuz güçlü kopmalar yaratmıştır. Okuryazarlığın (eşitsiz) gelişimi bu süreci farklı şekillerde taşır.
Okumayı bilmek öncelikle, bireysel mahremiyet açısından kurucu olan yeni pratiklerin ortaya çıkabilmesi için zorunlu koşuldur.
Okunan ya da yazılan metinle kurulan kişisel ilişki, grupların denetimine bağlı eski düşünüşleri özgürleştirir, kendine yönelişe kapı açar. Bu suretle, tek başına okuma kazanımı, insanla kutsal arasındaki ilişkiyi derinden değiştiren yeni bir dindarlığın ortaya çıkışma olanak sağlar.
Ancak okuma ve yazmayı bilmek aynı zamanda diğer insanlarla ve güç odaklarıyla farklı ilişki türlerine de imkân tanır.
Okuryazarlığın yaygınlaşması yepyeni sosyalleşme şekilleri oluştururken, bir yandan da, yazıya yaslanan modern devletin kuruluşunu, onun yasaları vazetme ve toplumu düzenleme şeklini destekler.
Öyleyse yazıyla haşır neşirliğin derecesi, bireyi topluluğa sıkı sıkıya bağlayan geleneksel varoluş şekillerinden kurtulma derecesine bağlıdır.
Söz konusu varoluş şekilleri, bireyi ona pek yakın duran topluluk içinde eritir; zorunlu aracılara, yorumculara, kutsal kitabı veya hükümdar emirlerini okuyanlara bağımlı kılar. (2)
Devam edecek
-Okuryazarlık ve Avrupa
Davranışların ve fikirlerin özelleşmesinin getirdiği toplum içinde olmanın bu yeni tarzı Avrupa’da bir anda yayılmış değildir.
Kaynak; (1 ve 2) Özel hayatın tarihi,