Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mart '11

 
Kategori
Siyaset
 

BDP, iktidar olmak isteyen bir siyasi parti değil mi?

BDP, iktidar olmak isteyen bir siyasi parti değil mi?
 

Yasal olarak yapılması gereken bürokratik işlemleri yerinde ve zamanında halleden 27 siyasi parti, 12 Haziran seçimlerine katılma hakkını kazanmış bulunuyor.

Yüksek Seçim Kurulu, geçtiğimiz günlerde bu partileri ilan etti.

Şahsen benim hiç duymadığım, kısaltmasından adını tam olarak çıkaramadığım partiler de var bu listede..

Siyasi partilerin tek amacı, iktidara gelip ülkeyi yönetmektir. Zaten bunun dışındaki sebeplerle parti kurmanın akla uygun bir izahı da yoktur.

Siz kendiniz gibi düşünen insanlarla bir araya gelmek isteyebilirsiniz. Bir konuda ülkeye fayda sağlamayı, katkıda bulunmayı düşünebilirsiniz. Hatta yanlış olmasına rağmen birilerine zarar vermek amacıyla bir örgüt kurmayı bile planlayabilirsiniz.

Bu örgüt bir dernek olur, bir vakıf olur, bir platform olur, hatta bir çete bile olabilir, ama siyasi parti olamaz. Çünkü siyasi partilerin amacı halkın çoğunluğunun oyunu alarak iktidara gelmektir.

*****

Bizim ülkemizde seçimlerde bir siyasi partinin meclise üye gönderebilmesi için oyların en az % 10’unu alması gerekiyor biliyorsunuz. Bazıları bu barajı yüksek buluyorlar.

Yüzde 10 baraj sistemi 1980 sonrasında ülkemizde uygulanmaya başlamıştır. Yamalı bohçayı andıran koalisyon hükümetlerinin güçsüz oluşu, iktidarın iş yapamaz hale gelişi, istikrarın bozuluşu, 12 Eylül’ü hazırlayan sebeplerin başında gelmekteydi.

O günlerin ızdırabını yaşamayanlar, yapılan yanlışların cezasını çekmeyenler, aynı şeyleri sil baştan bir daha yaşamaya hevesli olabilirler. Ancak insanlar ve toplumlar, yaşadığı tecrübelerden ders çıkarmasını bilmeli ve aynı hataları bir daha tekrarlamamalıdırlar.

Özellikle genç arkadaşlarımızın ve seçim kazanması asla mümkün olmayacak müzmin muhaliflerimizin şikâyet ettiği bu baraj uygulamasının olmadığı seçimler geçmişte yaşandı. Hatta daha da ilginci, partilere ülke çapında aldığı oyla milletvekili çıkarma imkânı sağlayan milli bakiye sistemi bile uygulandı.

1965’te bu şekilde yapılan seçimlerde % 6,26 oyla Millet partisi 31, % 3,72 oyla Yeni Türkiye Partisi 19, % 2,97 oyla Türkiye İşçi Partisi 14 ve % 2,24 oyla Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi 11 milletvekili çıkarmıştı.

(O günlerde ben de “bütün Türkiye’den nasıl olsa bir kişilik oy alırım” hayaliyle ileride büyüyünce bir siyasi parti kurmayı düşlemiştim.)

1965 ve 1969 seçimlerinde Adalet Partisi çoğunluğu sağlayıp tek başına iktidara geldiği için sonuçlar pek problem yaratmamıştı ama, 1973’ten sonra hiçbir partinin çoğunluğu temin edemediği dönemlerde, “koalisyon” denen ucubeyle tanıştık.

Partiler ortak bir hükümet kurabilmek için, bakanlık pazarlıkları yapıyorlar, hele üçlü dörtlü koalisyonlarda herkese yeterli bakanlık verebilmek için bakanlık sayılarını artırıyorlardı.

Sayısı belirsiz Devlet Bakanlıkları kurulduğu 40 üyeli kabineleri biz gördük, yaşadık.

Şunu bir kere teslim etmek gerekir ki, sağcı solcu, liberal, işçi, işveren, genç, yaşlı, öğrenci, kadın, erkek her görüşten, her kesimden insanlar, koalisyon hükümetlerinin ülkeye zarar verdiği konusunda hemfikirdirler.

Mantıksal olarak da zaten bunun iler tutar bir tarafı yoktur. Sonuçta “yönetim” dendiği zaman tek bir merkezden idare edilen bir sistem akla gelir ve gelmelidir. Dolayısıyla iki başlı, üç başlı bir yönetimden başarı beklemek beyhudedir.

*****

Koalisyon hükümetlerinin ülkeye verdiği zararlardan kurtulmak için konmuş olan % 10 barajının antidemokratik olduğunu düşünenler var. Barajı aşamayan partiler de tabii ki buna ateş püskürüyor.

Ülkeyi yönetmeye talip olan, üstelik sahip olduğu siyasi fikirlerle, ekonomik görüşlerle, sosyal donanımlarla, bunu diğer partilerden daha iyi yapabileceğini iddia eden bir partinin oyunu hiç değilse yüzde 10’un üstüne çıkarmak için uğraşması yerine, barajın düşmesi için gayret sarfetmesi size garip gelmiyor mu?

Bir küçük partinin yöneticisi de, Ak Parti’yle CHP’nin anlaştıkları tek noktanın, ülkeyi iki partili bir yönetime sürüklemek olduğunu iddia etmiş. Keşke bu sonucu seçmenler kendiliğinden yerine getirebilseler.

Yeni bir siyasi parti kurmayı kişisel çıkarları açısından uygun görenleri birazcık anlayabiliyorum da, barajı aşması mümkün olmayacak partilere oy verenleri hiç anlayamıyorum.

Her ne kadar bir nevi protesto hareketi, bir cins tepki gösterisi olarak anlatılsa da, sonuçta bu küçük partilere verilen oyun hiç kimseye zerre kadar faydası yoktur. Buna karşılık ülkeye de çok zararı vardır. Çünkü hem iktidarın hem muhalefetin güçlü olmasını engeller, hem de nüfusun bir kesiminin mecliste temsil edilememesine sebep olur.

*****

Son yılların çok tartışılan partisi BDP, barajı aşamayacağı korkusuyla bu seçimlere bağımsız adaylarla katılma kararı almış. Ülkede 20 milyon Kürt olduğundan bahseden ve sürekli olarak Türkiye’nin partisi olmak yerine “Kürtler’in Partisi” olduğunu vurgulayan BDP’nin bu kararı, bende şaşkınlık yarattı.

Eğer dedikleri gibi gerçekten Kürtler’in partisi iseler, oylarının en az yüzde yirmilerde olması gerekmez mi? Yok, kendi söylemlerine rağmen Kürtler bu partiye oy vermiyorlarsa, o zaman ortada garip, garip olduğu kadar da ilginç bir durum var demektir.

Bildiğiniz gibi BDP bugüne kadar, bir kerecik bile PKK terörünü lanetlemedi ve PKK’nın bir terör örgütü olduğunu söylemedi. Bu durumda BDP’nin PKK ile bir gönül bağı bulunduğu ve onların meclisteki siyasi uzantısı olduğu düşüncesi akla gelmiyor değil.

İddiası ülkeyi yönetmek, hele hele diğerlerinden daha iyisini, daha farklısını yapmak olan bir partinin, barajın altında kalacak kadar kendini tanıtamaması, insanları yapacaklarına ikna edememesi, kimin suçudur? Yasaların mı, siyasetçilerin mi, seçmenin mi, yoksa kendisinin mi?

*****

BDP ciddî olarak durumunu gözden geçirmelidir.

Adında “Barış” ve “Demokrasi” gibi iddialı iki kelime barındıran BDP’nin, bunların hakkını vererek ülke çapında dürüst, samimi bir propoganda yapması halinde, barajı aşmaması mucize olur.

Aynı şekilde bu kelimeleri paravan olarak kullanıp, asıl amacı kendi ırkdaşlarını savunmayı hedef alan etnik bir partinin de barajı aşmasından şüphe edilemez.

Geriye ise barajı aşabileceğine güvenemeyen, meclise girmeyi ancak bağımsız adaylarla başarabileceğine inanan bir BDP kalıyor.

Otuz yıllık terör döneminde ülkenin maddi manevi inanılmaz zararlar görmesine, 50 bine yakın canın yok olmasına, anaların ağlamasına, bölgenin geri kalmasına, sorunların üst üste yığılmasına, çözümlerin giderek uzaklaşmasına destek olanlarla kol kola olan bir BDP…

Buna karşılık tarihi birlikteliğimizi vurgulayan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak modern bir ülkede barış içinde mutlu yaşamanın sırrını yakalamayı teşvik eden, kin ve nifak tohumlarını ortadan kaldırmayı amaçlayan, onun yerine “barış”ı ve “demokrasi”yi koyup insan gibi yaşamayı öne çıkaran anlayışa düşman kesilen bir BDP…

Bıraksalar, kendi ırkdaşları, yandaşları ne düşünürler hiç hesaplamadan, sol ideoloji altında buluştuğu bir partinin koltuğu altında meclise kolayca ve rahatça girmeyi aslâ reddetmeyecek, ama bölgenin ve orada yaşayanların huzuru için uğraşan Partiye karşı hıncını ve kinini her fırsatta ortaya koyacak bir BDP…

Aslında korkuları yersiz ve gereksiz değil… Bu tavırlarıyla barajı aşamazlar… Bağımsız üyelerle yeniden hatta daha fazla sayıda milletvekiliyle grup kursalar da, bu onların samimi bir Kürtçü olmadıkları gerçeğini perçinlemekten başka bir işe yaramayacaktır…

Anlaşılıyor ki, BDP kendini bir Türkiye partisi olarak görmediği gibi, bir Kürt Partisi olarak bile görememektedir. Onlar sadece terörden, ölümden, acıdan, gözyaşından medet uman eşkıyanın temsilcisi olarak kalmaya devam etmek istiyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, aklı selim sahibi her Kürt vatandaş, bu gelişmeleri, bu oluşumu yakından takip etmek ve bu seçimlerde akıl ve mantık ölçüleri içinde karar verip oyunu ona göre kullanmak durumundadır.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..