Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '06

 
Kategori
İstanbul
 

Beklenen sancı

Beklenen sancı
 

İstanbul silüetleri var şimdi gözümde hep. Galata ve Kızkulesi’ne baktıkça onların arkasında kalan görüntüler, deniz, denizdeki yolculuklar, karada, onun sıkışık ve karmaşık sokaklarında binbir koşturmaca ile geçen yaşamlar, sıkıntılar, sevinçler geldi aklıma.

Oradaki ve başka yerlerdeki insanlar için yaşamak, yaşamdan ne anladığını fark etmek, yada etmemek, yaşıyormuş gibi yapmak yani sadece nefes alıp vermek, yada tam olarak yaşamak hayatı ne anlam ifade ediyor acaba.

Bakmak, Kızkulesi’ne ya da Galata'ya, veya kalabalık kaldırımlardaki koşuşturmalara ama biraz uzaktan, geniş açıyla bakmak ne çok şey düşündürüyor insana.

Mutlulukları, mutlulukların kaynağını, ya da acıları, kederleri, binbir umutla başlayan hayatların geçen zaman içinde vardığı noktaları. O noktaların hesaba dahil olup olmadığı, hesabı ödememeyi düşündüren anlar, yada hesabın üzerine bahşiş bıraktıracak anlar.

Zamanlamalar, zamanlamaların güzellikleri, tedirginlikleri, geç kalmalar, rötarlar, heyecanlar, durağanlıklar, her şey ama her şey bu yaşamın içinde.

Sorular, cevaplar, sorulamayanlar ya da cevaplanamayan sorular, veya sorulmadan söylenenler. Sorulmadan söylenenlerin güzelliği yada lüzumsuzluğu, inişler, çıkışlar, aniden düşmeler, bulutlarda gezmeler, ateş olup yakmalar yada yağmur olup yağmalar, hatta şarkıda olduğu gibi rüzgar gibi esmeler... Hepsi yaşama dair ve yaşamın içinde. Sonsuz mutluluklar da bitmez tükenmez hüzünler de. Hatta acılar, kederler.... Anlamlı ya da anlamsız üzüntüler.

Tek başına kalabalıklar, kalabalıkta tek başına kalmalar. Hepsi, ama hepsi bu yaşamın parçası. Yaşamın en büyük parçası da sevgiyle çarpan bir yürek. Ve o yüreğin diğer parçası olan başka bir yürek. Derin denizlerin karanlıklarından çıkıp ışığa ulaştığına inanan bir yürek, bütün olan bitene yaşamın bir parçası olarak bakmaya çalışan bir iyimser yürek. Bazen yaşam böyle olamaz diye isyan eden bir karamsar yürek.

Ama ne istediğini bilen bir yürek. Denize vuran yakamozlara vurgun bir yürek. Yakamozlara hayran bir yürek işte. Ve bu yürek dayanılmaz sancılar içinde geçirmekte zamanı. Güzel sancılar ama. Öyle sıradan, bildik sancılar değil.

Bu sancıları yaşayanlar gelir bazan aklıma. Bu sancıyı yaşıyor olmalarının verdiği çaresizlikler gelir gözümün önüne. Yada bulunan kısıtlı çareler. O sancı için harcanan çabalar, koşuşturmalar, heyecanlar, sancıyı kaybetmeme, onu hep taşıyabilme isteği. Sancı istenir mi? Böylesi her zaman istenir tabii. Hem de en dayanılmazından.

Yakalayınca böyle bir sancıyı, sarıp sarmalarsın, saklarsın köşe bucak. El değmesin, göz görmesin istersin. Üzerine titrersin sancının.

Sancınla kalmak istersin sonsuza dek. Sancının sarmasını istersin tüm benliğini. Uyuşturmalı dersin bu sancı beni. Uyuşturur da. Ve bu sarhoşluk içinde duyarsın sancını büyük bir mutlulukla. Sancı ve mutluluğu bir araya koyabilmenin hazzı vardır tatmaktan bıkmayacağın.

Her şeyin tadını bu sancıda aramaya başlarsın. Bu sancıyla gelen tatlar farklılaşır. Sevmeye başlarsın sevmediğin tatları. Hoş gelir sana önceden buruk gelen tatlar. Yada buruktur ama sancıyla birlikte güzelleşmiştir. Önem vermezsin bu ayrıntıya. Artık güzeldir ya her şey. Önemli olan bu dersin.

Biraz da alışkanlıklarını değiştirir bu sancılar. Sancıyla yaşamaya alışırsın önce, bir parçan olur. Parçanı kaybetmek istemezsin. Sonra önceden yapmadıklarını yapmaya başlarsın. Yada yapamadıklarını. Düşüncelerin bile değişmeye başlar bir süre sonra. Tek bir şey düşünür hale gelirsin. Diğer her şey onun ardında kalır. Sancıya göre planlarsın her şeyi. Saat ona göre çalar, tren ona göre hareket eder, ders ona göre başlar.

Olmaz dediklerin olur sancıyla birlikte. Yapmam dediklerini yapmaya başlarsın, yaparım dediklerin aklına bile gelmez. Fırtınaya tutulmuştur sancılanan yüreğin. Dinmesini beklemediğin, hiç istemediğin bir fırtınaya. Savrulursun fırtınanın önünde sancını sıkıca sararak. Sancını sahiplenerek savrulursun. Sancındır artık tek hissettiğin. Nereni dinlesen o sancı ses verir sana “buradayım” diye. Seversin sancını, sana bu kadar yakın olmasına sevinirsin. Beklenen, istenen sancıdır bu.

Sonra sancından şunu da istersin:

Boğazda bir yalı olsak, geceleri yakamozları izleyip çarpan dalgalarla serinlesek, dalga sesleri en sevdiğimiz müzik olsa, sonra geçen gemileri saysak veya sıraya koysak senin benim diye. Böyle yaşasak yalılar gibi yüzyıllarca ayakta kalarak.

 
Toplam blog
: 88
: 912
Kayıt tarihi
: 26.07.06
 
 

1969 yılında Tarsus'ta doğdum. İktisat Fakültesi ve Su Ürünleri Fakültesi mezunuyum. Amatör olara..