Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mart '14

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Belki de

Belki de
 

Gün geçmiyor acı haber almadan, kaybedilen canlar, yaşanan acılar, can korkusu, geçim derdi, seçim kaygısı, başımıza getirdiklerimizin başımıza ördüğü çorapları anlamaya çalışarak, sosyal iletişim ağlarının  getirdiği olanaklara sevinirken bir yandan öte yandan kırılan kalpleri, yıkılan yuvaların acısını, sanal alemin sahte yüzlerini  yaşamaya başladık. Çünkü özümsenmeden benimsenen yenilikler   çok acımasız olabiliyordu kimi zaman, ancak bunun çaresi kapatarak doğru yanlış her kullanıcıyı çağdaş uygulamalardan mahrum bırakarak bulunamazdı. Yirmibirinci asırda çağdaş insana ve topluma yakışmayan, "ben senin yerine ne yapacağına, neleri kullanabilip neleri kullanamayacağına, neyi düşünüp, neyi düşünemeyeceğine, nasıl bir dünyada ya da ülkede yaşamana,  iletişim şeklini seçip seçemeyeceğine karar veririm. Sen bunları bilemezsin mi?" demek istiyorlar. Yoksa uygar dünyanın çağdaş, demokratik, üretken, anında örgütlenebilen beyinlerinlerinden mi? korkuyorlar anlayabilmiş değilim. Sosyal ağları yoğun kullanabilen biri değilim. hiç  twittir hesabım olmadı. Olması için bir çabam da olmadı. Fakat doğru kullanan gençler başta olmak üzere herkesi saygıyla karşıladım, hatta kimi zaman çokça  alkışladım, twittir yasaklandığı akşam +1 kanalında Tuluhan Tekelioğlu'nun sunduğu "gece masası" programını izliyordum, program  konukları Nebil Özgentürk, Metin Uca ve Öğrenci kollektifleri platformu sözcüsü genç kızın  katılımıyla devam ediyordu. Haklar ve özgürlüklerden sözedilirken, İletişim kuramadıklarını anlayan Tuluhan hanım kısa bir sorgulama sonunda "twittir yasaklandı arkadaşlar" dedi. Gelecek kaygısı taşıyormusunuz? sorusuna, " hem mutlu hem umutluyuz" diyordu öğreci kollektifleri sözcüsü genç kız, Metin Uca aynı yönde söz etmişti biraz önce ve genç kızı kasdederek "işte dedi benim neden? umut taşıdığımın kanıtı gençler" "Güldürmekle düşündürmek" gerektiğini, programlarında, yazılarında ve gösterilerinde daima bu yönde çaba harcadığını söylüyor ve ekliyordu. "Gülmek de bir devrimdir!" gülmek zorundayız! her şeye rağmen "Düş(ünce) suçu" düşlerinden başka derdi olmayan, en büyük görevimiz yeryüzüne çağdaşlık, özgürlük, demokrasi, bilgi, kültür, sanat  tohumları  ekilmesidir diye  kafa yoran, değerli beyinlerin zindanlarda devleşerek ölümsüz olduğunu unutmuş olmalılar ki hala düşündüğünü söyleme, yazma ve hatta yayma engelleri uygulanıyor. Oysa düşünen beyinlerin ufku açılmalıdır, önlerine kalın duvarlar örmek yerine köprüler kurulmalıdır. Doğal, kültürel ve sosyal haktır özgürlük, lüks değildir. Ve hiç bir şekilde yeryüzünde yasak olmamalıdır. Gelişim sağlanmalıdır.
Eğitim kalitesi yükseltilmelidir ki hiç kimse kendisine yapılmasını istemediği  bir şeyi başkasına yapamasın.  Bakın; "Ben devlet adamı olsam. İnsanları cesaretlendirmek için mizah, karamsarları uyandırmak için mizah, Ahlakı düzeltmek için mizah, hatalara, ihtiraslara ayna tutmak için mizah, yasa dışı monotonluktan kurtulmak için mizah, muhalefete, düşmana kızıp yorgan yakmamak için mizah, kendi kendime, olaylara karşı mesafe kazanıp, serin kanla, sıhhatli ve özgür düşünebilmek için bol bol stoklarımı piyasaya döküp, mizah kullanırdım." diyor. Haldun Taner yıllar öncesinden, Ekspres dergisinde
Ben de yaşadığımız günleri atlatabilmek için gerekli gücü mizahın saçakaltına sığınarak bulabileceğimizi düşünüyorum.
 
"Bir zamanlar krallıkla idare edilen bir ülke varmış. Bu ülkede, hukuk ve hakimler de varmış. Törelere göre, Bir vatandaş öldüğünde, şehir merkezindeki dev çan bir defa çalarmış. Uzun uzun da yankılanırmış. Eşraftan birisi ölürse çan iki defa, büyük bir devlet adamı ölürse üç defa çalarmış. Ya kral? O öldüğünde, çan dört defa çalarmış.
Gel zaman git zaman şehirde bir olay olmuş ve mesele mahkemeye intikal etmiş. Davanın sanığı olarak mahkeme huzuruna çıkarılan kişinin masumiyetini ise bütün vatandaşlar bilmekteymiş. Bir formalite olarak görülen ve beraat beklenen davadan sürpriz bir karar çıkmış. Sanık cezaya çarptırılmış. Hakim sormuş: "Bir diyeceğin var mı?" Sanığın cevabı: "Hayır!" olmuş.
Mahkeme bitmiş. Dinleyiciler dağılmış. Kısa bir süre sonra dev çanın sesi duyulmuş. Kafalarda bir soru işareti! “Acaba kim öldü?” Çan bir defa daha çalmış. Acaba eşraftan kim öldü? Şehir çan sesi ile bir defa daha inlemiş. Büyük bir devlet adamı ölmüş olmalı, acaba kim? Soruya cevap alınmadan çan bir defa daha çalmış. Yeri, göğü inletmiş.
Herkeste bir feryat: “Eyvah! Kralımız öldü!” Ancak törede görülüp işitilmemiş bir şekilde çan beşinci defa çalmış, yer gök inlemiş ve sesler kesilmiş. Herkes bunun ne anlama geldiğini öğrenmek için çan görevlisine koşmuş ve ona sormuşlar: “Ne demek beş defa çan çalmak, kraldan daha büyük birisi mi öldü?"
Cevap şaşırtıcı olduğu kadar anlamlıymış da : "Evet, adalet öldü!"
"Sanırım Türkiye'de çanlar hiç susmadan çalmalı." Murat Kayacan kayıtlarından alıntıdır.
 
Herşeye rağmen umut var ve belki de bu ülkede devrimi mizah ustalarıyla her yaştan çocuklar beraber yapacaklar..
 

Cemile 

 
Toplam blog
: 209
: 350
Kayıt tarihi
: 13.09.11
 
 

Kurşun kalemden gelen ağaç kokusunun kağıtla buluşma büyüsüyle yoluna devam eden, Lise mezunu, ha..