Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

23 Eylül '13

 
Kategori
TV Programları
 

Ben "Onu" Hiç Sevmedim

Ben "Onu" Hiç Sevmedim
 

Bilindiği üzere ekranlarımızda Adnan Menderes’in hayatını anlatan dönem dizisi “Ben Onu Çok Sevdim” ATV’de yayınlanmaya başlandı. Dizinin senaristi Bahadır Özdener konuyla ilgili olarak, asla tarafsız olmayacağını, milletine hürriyet hediye etmiş bir başbakanın, 1,5 yıl işkence gördüğü ve sonunda alçakça idam edildiği bir konuda tabii ki taraflı olacağını belirtmiş (bkz. “Ben Onu Çok Sevdim’in senaristinden çarpıcı açıklamalar!”). Menderes’in sevgilisi Ayhan Aydan’ın neden dizinin dramatik çatısına oturtulduğu sorusuna ise senarist, dramatik anlamda bu ilişkinin Menderes'in siyasi mücadelesini simgelediğini,  Menderes’in Aydan'la mutlu olabilme durumunda çok sevdiği halkının da mutlu olacağını ve Aydan'ı odak almadan, Menderes'in hikâyesinin yürek burkan şekilde anlatılamayacağını belirtmiş.

Bir diziyi izlerken, senaristin konuya hangi bakış açısıyla yaklaştığını bilmenin çok önemli olduğunu düşünürüm. Bu açıdan Bahadır Özdener’in açıklamalarını çok aydınlatıcı buluyorum. Özellikle yabancılar tarafından izlendiğinde, dizinin tarafsız bir yaklaşımla değil de, belli bir siyasi görüşün temelinde ele alındığının bilinmesi gerekir. Çünkü böyle yapılarak olayların bir yüzü verilirken, resmin tümü göz ardı edilmektedir. Anladığım kadarıyla senarist, Adnan Menderes’in idamına giden süreci, “sessiz gözyaşları” içersinde izlenmesini istiyor.

Bu tabii ki olabilir, seyircinin tercihini de yansıtabilir.  

Ancak benim anlayamadığım,  Adnan Menderes’in Ayhan Aydan’la yaşadığı evlilik dışı ilişkinin neden aynı zamanda siyasi mücadelesini de simgelediğidir. Çünkü sonuçta kendisi muhafazakâr sağ bir partinin lideri konumundadır ve bildiğim kadarıyla “yasak aşk”lar özellikle bu kesimin değerleriyle çakışmaktadır.

Adnan Menderes’in Ayhan Aydan’la mutlu olmasının, neden çok sevdiği halkının da mutlu olması anlamına geldiğini ise hiç anlayamıyorum. Çünkü onlar zaten daha darbe olmadan önce ayrılmışlardı ve bu ayrılık da yine Menderes’in evli olan bir kadına âşık olması nedeniyleydi. Yani evli bir erkeğin, boşanma arifesinde olduğu söylense de çocuklu evli bir kadına âşık olup, yıllarca sürdürülüp hamilelikle sonuçlanan ve bir başka evli kadına olan aşkı yüzünden sonlandırılan beraberliğinin, siyasi mücadeleyle ne gibi bir ilişkisi olabilir ki? Hele ki bu siyasi mücadelenin zemini muhafazakâr temeller üzerinde yükseliyorsa?

Diyeceğim, zaten Adnan Menderes’ın Ayhan Aydan’la mutlu son yaşaması gibi bir durumu yoktu. Kaldı ki, ondan önce de “Mukaddes” isimli bir hanım varmış hayatında (bkz. “Adnan Menderes - Ayhan Aydan aşkı”). Yani bu anlamda kendisi ne “ilk” ne de “son” olabilmişti. Benim açımdan da hikâyenin asıl yürek burkan yönü budur: Evlilik dışı çocuk doğurmayı göze alacak kadar çok sevilen bir adamın, zaten var olan “çapkınlıklarına” aynı şekilde devam etmesidir. Tüm bunlara evinde sessiz katlanmak zorunda kalan eşin hazin durumudur. Hiç resimlerde o senelerde başbakana gönülsüz şekilde refakat etmek zorunda kalan Berrin Menderes’in ıstırap dolu yüzünü gördünüz mü? Bir yerde, Berrin hanımın ilk karşılaştıklarında Adnan beyden hiç hoşlanmadığını ve evlenmek istemediğini okumuştum. Acaba olabilecekleri hissetmiş miydi diye düşünmeden edememiştim.

İşte ben bu diziyle ilgili “onu” hiç sevmiyorum: Siyaseten gerekli görüldüğü durumlarda, muhafazakâr değerlerin bu kadar ters yüz edilip, dinen dört dörtlük zina kapsamına giren bir ilişkinin bu kadar yüceltilebilmesini. Muhafazakâr veya dindar kesime de şunu sormak isterim: Kızınızın, kız kardeşinizin, eşinizin veya annenizin, Ayhan Aydan veya Berrin Menderes’in durumuna düşmesine gönlünüz razı olur muydu? Bunu “yüce “aşk olarak adlandırır mıydınız? Ya da birkaç sene öncesinde zinanın ceza kapsamına girmesini isteyen sizler değil miydiniz? Kızların etek boylarına bu kadar kafayı takarken, böylesi bir aşkı hoş görmek neyin nesi oluyor?

Yanlış anlaşılmasın, kimseyi yargılamak istemiyorum. Aslında gerçek muhafazakârlık, böyle bir olayı yüceltip siyasi malzeme olarak kullanmak bir yana, hangi nedenle olursa olsun deşmemeyi gerektirirdi. Bu açıdan ben de bu isimleri yazımda kullanmaktan hiç mutlu değilim, ancak bu kadar gözünüze sokulunca da, herhangi bir tepki vermemek ve çelişkileri dillendirmemek olmuyor. Benim sorunum tarihi kişiliklerle değil, baştan sona tutarsız “muhafaza”-“kârlık” kavramıyla ilgili.

Darbe ve mahkeme sürecine gelirsek, ne yazık ki bu konuda herhangi bir tarihi ders alınmamış gibi gözüküyor. Medyamızın bir kısmındaki cadı avı aynen sürerken, daha mahkemeye çıkmadan insanlar linç ediliyor ve gerekirse büyük keyifle çamura batırılıyor. Olası bir onur intiharı sonrasında ise, eşin tabutun üzerine kapanmış “Bize iftira attılar!” mealindeki haykırışları verilmiyor dahi.  

O açıdan bana dizinin verebileceği herhangi samimi bir mesajı yok.

Kesinlikle yok.

İşin ilginç yanı, ölümüne nefret edilen İsmet İnönü olayı ilk duyduğunda mahremiyete girer diyerek örtbas etmiş. Yine aynı “diktatör” İnönü, son derece sadık bir eş ve ilgili bir babaymış. Aslında tam anlamıyla muhafazakâr bir aile babası portresi çiziyormuş. Diyeceğim, nefret edin, yerin dibine batırın, ama biraz olsun insaflı davranın. Biraz olsun tarafsız olmayı deneyin. Sonuçta gerçek adalet tarafsızlıktadır. Her halükarda doğruya doğru ve yanlışa yanlış diyebilmektedir.

Eğer biraz olsun tarafsız olmayı başarırsanız, Adnan Menderes’i asıl ipe götüren olayın Rusya’yla yakınlaşması olduğunu görebilirsiniz. Sonuçta Rusya’yla her yakınlaşan “yanıyor”, uzağa bakmanıza hiç gerek yok.

Şunu da merak ediyorum, dizide Ayhan hanımın Adnan beye elleriyle hazırladığı içki ikramı da verilecek mi? Verilirse buzlanacak yoksa buzlanmayacak mı?

Bebelerin bile silahla acımasızca tarandığı ülkemizde, acaba dizilerimizde silahlar ne zaman buzlanacak? Yoksa her akşam her kanalda havalı bir şekilde alına, oraya buraya dayatılan silahlar içki kadar rahatsız etmiyor mu muhafazakâr değerleri?

Galiba etmiyor. Galiba muhafazakâr değerler siyaseten çok farklı kalıplara girebiliyor. Galiba muhafazakâr kesim de bundan hiç gocunmuyor.

Ama ben “onu” hiç sevemedim gitti.

Bu da benim değerli yalnızlığım olsun.

Ben onu çok sevdim.

Zuhal Nakay

 

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara