Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '07

 
Kategori
İzmir
 

Ben bu İzmir' in...

Ben bu İzmir' in...
 

Nesini sevmedim ki!

Daha görmeden sevmiştim İzmir’i; aklımla… Görünce; yüreğimle de sevdim, bir de aklımı sevdim, İzmir’i sevdiğim için.

Denizini sevdim önce; martıları, balıkları, yolcu taşıyan vapurlarıyla denizini … Rengiyle, dalgasıyla, dalgasızlığıyla, alıp götürüveren, hele akşam üstleri, utangaç bir kız gibi renkten renge giren körfezinin maviliğini… O mavilikte yansıdığında, şu hiç sevmediğim “griliği” bile sevdim…

Caddelerini sevdim; palmiyeleriyle, karabiber ağaçlarıyla… Ara sokaklarını sevdim; hani şu eski, dostluk kokan, komşuluğun olduğu günleri anımsatan evleriyle… O evlerin balkonlarından aşağıya, bahçelerinden yukarıya doğru büyüyen; pembe, kırmızı, bordomsu, beyazı… ile salkım saçak sardunyalarını… Sizi burnunuzdan değil, yüreğinizden yakalayan kokusuyla yaseminlerini…

Neredeyse her köşe başında, mevsimine göre çiçekleriyle, pıtrak gibi açıveren, şehri rengarenk ama ille de sarıya boyayan çiçekçilerini…

Derli toplu giyinen kadınlarını; hani diz altına kadar inen, etekleri ya da pantolonlarıyla, içine giydikleri çamaşırlarının izi gayet iyi seçilebilen kadınlarını… Uzun etek giyerken, uzun yırtmaçlarıyla, arkadan bakıldığında neredeyse kısa etek giymişçesine görünen bacaklarıyla, başı örtülü kadınlarını, kısacık giyinen genç kızlarını, gayet doğal bir şekilde taşıdıkları “dekolteleri” ile orta yaşlı kadınlarını… Yaşı bir hayli büyümüş, yürümekte zorlansa da, el tırnakları ama ille de, pedikürlü ayak tırnaklarına sürdükleri kırmızı ojeleriyle; anneanneleri, babaannelerini…Genciyle yaşlısıyla, poposunun büyüklüğünü umursamadan giydikleri taytlarıyla, kısa şortlarıyla; yüreği güzel kadınlarını…

Sarı ışıkta asla frene basmayıp, kırmızıda bile gözünüzün içine baka baka, son anda geçen “adam”larını… Far yakarak size davetiye gönderen, ama bakmıyorsanız, devam edip giden adamlarını… Kısa şortlarının altındaki “kunduralarıyla” balık tutan, beyaz çoraplı adamlarını, balkonlarda atletleriyle, ya da atletleri olmadan oturan adamlarını sevdim…

Kordonunda, yalısında yürürken ya da o eskiden gittiğimiz gibi tahta sandalyeli, tek açık hava sinemasında film izlerken; çiğdem çıtlatarak, kabuklarını yere atmayı sevdim… Bilmeyene bir türlü anlatamadığım “boyoz”unu sevdim, yanında haşlanmış yumurtasıyla…

Hele bir de otobüs şoförleri var ki, ah o otobüs şoförleri; hani otobüse bindiğinizde, hemen sağda eskiden bilet kutularının olduğu yere koydukları, ya da bilet kutuları duruyorken, onun hemen yanı başında duran, saksı çiçekleri olan otobüsün şoförleri… Bildiğiniz çiçek; fesleğeniyle, cam güzeliyle, daha adını bilemediğim nice yeşil, ince uzun yaprakları veya saksıdan aşağıya sallanan dallarıyla, gerçek çiçekleri oraya, camın önüne koyuveren şoförlerini… Ama bu şoförlerden de en çok hangilerini sevdim biliyor musunuz; hani tam da bu çiçekleri koydukları yerin üzerinde, “duracak” lambasının yandığı yerin solunda; o çakmak çakmak gözleriyle, artık biraz da “sitemle” bakan, Mustafa Kemal Atatürk’ün resimlerini koyan şoförlerini sevdim!


Ah İzmir ah… Ben senin nelerini sevmedim ki…

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..