- Kategori
- Dünya Şehirleri
Ben hep uzaktayım zaten, Napoli ile Rio arasında... [2]
![Ben hep uzaktayım zaten, Napoli ile Rio arasında... [2]](https://iblog.milliyet.com.tr/imgroot/blogv7/Blog333/2011/09/11/46/49095-3-4-6bdda.jpg)
“Çok çapkın bir maceradır bu yüzden / Benim doğduğum: Ekim / Coğrafyası: Palandöken Dağları. // Anlatılır ki, anamın memelerine ilk çarpışımda / Küçücük kollarıyla Dünya’yı kucaklayan / Bir sarhoştum.”
Şair için Stockholm, hem sürgünlüğünün hem de yeni yurdunun başkenti olmuştur. Bu nedenle “sıcak bir Akdeniz mavisi düşlerinde çalkalansa” da, “Masmavi bir Stockholm tutuşturdu beni” demiştir. “Allah ve Tango”, “Mozart ve Akdeniz” şairin Türkiye ve dünya görüntüleriyle doludur. “Işıklı bir sürgün”dür ama bütün aşklarla, heyecanlarla, seyyahlıkla dolup taşmaktadır artık:
Metin Celâl bir yazısında, “Yenilik sözde değil, kimlikte olmalıdır. Nüfus kâğıtlarını tütün sararak harcayanlar ancak ozandır. Arnavut kaldırımının, tramvayın ve gözlerle selamlaşmanın sadece nostalji olmadığını, kendi aralarında bir etkileşim olduğunu, onlarla yaşamazsanız kıymetlerini bilebileceğinizi en iyi o hisseder” [3] der. Bu sözler sanki Özkan Mert şiiri için söylenmiştir.
“Aşk hepimizin Venedik’i”dir şaire göre. “İzmir benim hatıra defterim” diyerek, geçmişle bugün, bugünle gelecek yaşamı arasında duyguyla donattığı bir bağ kurar. Bu köprüde esas görevi Stockholm yüklenmiştir. Dünyayı evi olarak görmektedir Özkan Mert. Bir söyleşide “Kendimi de dünyalı olarak tanımlıyorum. Her yer evim. Türkiye arka bahçesi, İsveç yandaki avlusu, Çin biraz daha ileride bir sokak. Kafamın içindeki sınırlar kalktı artık” demektedir. Çay ve elma kokan bu planette, Stockholm onun yeryüzüne açıldığı bir eşik, bir basamaktır. Onun savunma alanı ya da kalesi yoktur, hiç olmamıştır. Cemal Süreya gibi nereye gitse “yalnızlığının” değil [4], “aşkın, tutkunun” başkenti orası olmuştur. Bu noktada Süreya gibi “göçebe” değil, tam tersine seyyah ve bir şiir kültürü elçisidir.
“İki bombanın patlaması arasındaki sessizlik yönetiyor Dünyamızı” diyen şair, sözcüklerinin atlasını bir filozof edasıyla ölçer ve aforizma tadı taşıyan, şiirinin anahtarı diyebileceğimiz bir dizeyle her şeyi özetler: “Dünya hepimizin buluşma yeri.”
Şiir kaleleri bir bir çöküp yıkılırken, Özkan Mert, şiirin o parlayan burcunda, çok sağlam bir kale gibi, soluk alan kentler, aşklar ve coşkunun geriliminde sonsuza doğru akar. Bir seyyahın yaşantısına dönen yaşantısı, bu gerilim içinde çözülüp giderken, gurbeti ve hasreti aşmış, Necatigil’in deyişiyle şiirin “hikmet burcu”na ulaşmıştır. Ataol Behramoğlu’nun deyişiyle ise, “Özkan Mert, kabına sığmayan bir yaşama sevinci ve özlemi, halkın ve ülkenin yaşamına ilgi, geleceğe ve gençliğe umut duyguları ve istekleriyle dolu şiirler yazdı. Uzun ve soluklu şiirleri, benzetme, metafor zenginliği ve tema çeşitliliğiyle dikkat çekti”[5]...
Stockholm odaklı bu koordinatlar Özkan Mert şiirinin bugün geldiği noktada daha belirgin haldedir. Şiiri her yönden beslenmiş, estetik anlamda özgün bir dilin kristalleşmesine, imgelerin gözalıcı bir berraklığa kavuşmasına neden olmuştur. Bu kavuşma, 1995’de yayımlanan “Bir Irmakla Düello Ediyorum” kitabıyla zirveye ulaşır. Bu kitapta bir yanı İstanbul Bebek, diğer yanı New York Manhattan’dır. “Bir sözcüğe Himalayalar’ı bindirmekle meşhur”dur, çünkü şairin sorunu Türkiye üzerine yazmak değildir. Onun sorunu evrensel bir şablona oturtulmuş “insan” sorunudur. İnsan dünyanın hemen hemen her yerinde aynı sorunları yaşamakta, şair de anayurdu olan ”dilinde” bu sorunu aşmaktadır.
1984-2001 arasında yazdığı, çeşitli kitaplarından aldığı kent-aşk temalı şiirlerini bir araya getirdiği “Kentlerin Senfonisi” adlı kitabında buna değinmiştir: “Ben Türkçe yazdığım sürece, fizikî olarak dünyanın neresinde yaşarsam yaşayım evimdeyimdir. Bir şairin şiiri evi, evi de şiiridir.” [6] “Yıldızların Nerde Amsterdam?” diye sormaktadır, “Hoşça kal Belin! Ben Yine Gelirim” demektedir.
Bu büyük şiir panaromasında, “Kuzey denizinin üstünde, buzları çelik burgularla delip balık avlayan İsveçliler”, “şiirden arabasıyla Bodrum’da dolaşmakta olan İlhan Berk”, “kurumuş bir nehir yatağı” olan evi yan yanadır: “Ben hep uzaktayım zaten / Napoli ile Rio arasında / bir sokakta / (…) Pekin ile İzmir arasında bir meyhanede / Çinli kızlarla kırıştırıyorum / dünyayla flört ediyorum / (…) Pekinli bir karpuzcuya / Napolili bir şaire / Bodrum’daki küçük bir koyu anlatıyorum / (…) Adres defterim Atlantik’te yüzüyor / üzerinde yanardağlar / ve eskil bir albüm: Tüm fotoğraflarım / denize dökülmüş / Van Gölü ile Atlantik arasına gerili yüzüm / bir sustalıyla delik deşik: / Kuşlar uçuyor içinden / Ben ner’deyim hep bilinir zaten / bir sözcüğün içinde çektiğim esrar / Borneo’da deniz çingeneleriyle / zina halinde yakalandığımız şafak / hep bilinir. Bir efe gibi / dizlerimi vurduğumda dağlara / omzumda bulutlar parçalanır”...
Özkan Mert doğaya, kentlere, kadınlara aşkla bağlıdır. Özkan Mert şiirinin başında nerede olduğunuzu bilebilirsiniz belki, ancak ineceğiniz yer çok daha farklı bir yerdir. Kaldı ki, şair bile bu “yolculuğun” nereye varacağını kestiremez. Bunu ancak yazarak ortaya koyar.
Alışılmış kalıpları kırarak, okuru şaşırtır, hissetmediği şeylerin içine yuvarlar, bambaşka bir yapı kurar sözcüklerle: “Saksafonumdan bir İzlanda güzeli fışkırıyor”, “Barcelona’dan ayağımı denize sokuyorum / Antalya’da bir kadının ayağına değiyor / Ayaklarımız olmazsa / düşeriz Dünya’dan / Belki de yıldızlara takılır kalırız gömleğimizden / Ne zaman İzmir’e gitsem / ilk şiirlerimi toplarım sokaklardan”, “Ah Nil! Hepimiz senin çamurundan yaratıldık / Sen ki ılık çöl rüzgârlarıyla / öpüşürsün Aralık’ta / Bu yüzden pembe bir yangına dönüşür / Kül rengi dalgaların / Kuşlar ve firavunlar sevişir üzerinde. // Nil Nehri’nde ya da yeni palazlanan / bir Ege kentinde / hırpalayan nedir beni? / Nedir beni hüzünlere boyayan? / Eminönü’nde çiçek satan küçük çocuk bağırıyor: - Bugün menekşede olay var!!!”
İkinci Yeni, kent insanın, sanayinin, kaosun, nesneler dünyasının şiiridir. Bunların insanla olan ilişkisini açımlar. Özkan Mert de, İkinci Yeni’nin olanaklarından faydalanmış, kozmopolit İstanbul’u, sürgünlerin başkenti olan Stockholm’ü, kent insanının yaşamını şiirine ortak etmiştir. O, şiirlerinde insanın iç duygularındaki salınımı, tek başına bir anlamı olmayan motifleri değiştirerek, okurun önüne görkemli, etkileyici fotoğraflar koyar. Böylece okumayı şiirsel bir şölene döndürür. “Şiirimiz kentten içeridir abiler” [7] diyen Ece Ayhan’ın şiirindeki “yabancılaşma” olgusu yerine, ekonomik ilişkiler, sosyal hayat ve kaosun ortasında, bir üst gerçeklik yaratarak insanın ve aşkın kokusunu yaşar.
Özkan Mert’in, doğaya ve kentlere duyduğu bu aşk, tüm dünyayı ve içindekileri kavrayışındaki hümanist yaklaşımından gelmektedir. Turhan Günay şöyle diyor: “Özkan Mert, yaşadığı dönemlerin ve tarihin keskin tanığı. Gençlik yıllarındaki şiirlerinde militanca söylediği şeyleri bu kez çok ustaca ve ironi ile söylüyor... Okurken, tramvayla dünya gezisine çıkıyorsunuz. İlk dizede İstanbul’dasınız, ikinci dizede Venedik’tesiniz... Belki de, Avrupa'da yaşadığından olsa gerek, Türkiye'deki çarpıcı resimleri yakalayıveriyor hemen. Çoğumuz için olağan olan bu görüntüler, Özkan’ın şiirinde kıvılcımlanıyor ve şiirsel boyutlarına oturuyor... Evet! Özkan’ın şiirleri özgürlük ve yaşam şiirleri, ama ince bir erotizm ve acı bir hüzün, şiirlerin dibinde tortu gibi çökmüş.” [8]