Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Şubat '07

 
Kategori
Anılar
 

Ben neden dinazor ' um ?

Ben neden dinazor ' um ?
 

NEDEN “DİNOZOR” UM?“Bir dinozorun anıları” kitabını çok severek okumama karşın, ”isim annem” Mina Urgan değil!Kendimi öyle hissettiğim için, kendime “dinazor” diyorum, doğrusunun “dinozor” olduğunu Mina Urgan'dan öğrendim, evet, itiraf ediyorum.Ben uzun zamandır dinozor olduğumu düşünüyordum zaten.Hatta “kelaynak” olduğumu da.Neden mi?Anlatayım…

Gün geçtikce, yanlızlaşıyor, bir sincap gibi köşeme çekilip evden çıkmıyordum.”İnsan zıddıyla gelişir” derler biliyordum ama yine de çok zorlanıyordum insanlarla ilişki kurarken.Hatta, Halil Cibran’ın, şu sözlerinden medet umdum bir zaman;“Suskunluğu gevezedenHoşgörüyü hoşgörüsüzden ve kibarlığı kaba olandan öğrendim.Ne gariptir ki, tüm öğretmenlerime karşı nankörüm.”Ben de nankörlük mü ediyordum acaba öğretmenlerime, bana öğrettikleri bunca bilgiye karşın?

Çevremde bana benzeyen insan kalmamıştı neredeyse.Ben mi hatalıyım, nerde yanlış yapıyorum diye sürekli kendimi eleştiriyordum, araştırıyordum.İşin içinden çıkamıyordum bir türlü, neden yalnız kaldığıma, neden sürekli herkesle ters düştüğüme bir anlam veremiyordum.Oysa ben uyumlu, konuşkan, duyarlı, sevecen, olağanüstü sevgi dolu bir insandım.Yani herkes yanlış da, bir ben miydim doğru?Yooo, öyle bir iddiam da yoktu.Sadece benim gibi düşünen, yaşayan insan pek kalmamıştı çevremde.Onlar “zamana uymuştu”, ben uyum sağlayamamıştım sadece, sanki zamanın bir yerlerinde takılı kalmıştım.Yani benim soyum tükenmek üzereydi.Yani ben bir “kelaynak”tım, ya da “dinozor”!

Evden çıkmaya çıkmaya, artık insanlardan iyice uzaklaşmıştım, dolayısıyla onları gözleme şansım da kalmamıştı.Ama televizyondan izlediğim kadarıyla bu tercihin doğru olduğuna dair olan inancım her gün daha da netleşiyordu, çok haklıydım çook.Ben asla onlar gibi değildim!Haberlerdeki o şiddet yaratanlar, magazin dünyasında adına “sanatçı” denen insanlar, dizilerdeki o yapay ortamlar, insanlar, davranışlar, konuşmalar, çalınan, dinlenen müzikler…hayır hayır…ben asla bu devrin insanı değildim.Hiç pişmanlık duymuyor, aksine, ”iyi ki yuvamdayım, iyi ki o ortamlara girmiyorum” diye mutluydum.Arkadaşlarım bana acıyor, ”yazık oluyor sana böyle, evde kapalısın sürekli” diyorlardı.Ama ben yürüyüşlerimi yapıyor, parklara gidiyor, fotoğraf çekiyor, yazılar yazıyordum, mutsuz değildim ki! Ben küçüklüğümden beri, söz dinleyen, sürekli öğrenmeye, bilmeye ve takdir edilmeye, beğenilmeye meraklı bir insandım.Büyüklerimden çok şey öğrendim ve uyguladım.Tutumlu olmak, azdan çok yapmak, elimde olanı en iyi şekilde değerlendirmek, bir şeyi atmayıp tekrar işe yarar hale getirmek, bir şeyin kaliteli ama ucuz olanını bulup almak, ya da pahalı bulduğum şeyi elimden geliyorsa kendim üretmek gibi, şimdiki pek çok insan tarafından “lüzumsuz” bulunan çabalarım vardı.Çok ısrar ettikleri zamanlarda onlara katıldım, tartışmaları duyunca şaşırdım bir kez daha, çünkü ben hep yalnız kalıyordum fikrimle.

Milli duygularım, yurtsever olmam, tavizsiz savunduğum bağımsız ve laik ülke söylemlerim de pak kabul görmüyordu.Amerika’ya teslim olmayı, sığınmayı, Amerika’nın güdümüne girmeyi hayal ediyordu pek çok kişi, bir gün dayanamadım, hep sustuğum bir toplantı esnasında, bağırdım;”NEDEN?”“Kurtuluş savaşı esnasında çok mu zengindik, buna rağmen yine de Amerika’nın mandası olmadık, şartlar bundan daha mı iyiydi?”Aldığım yanıt, benim gerçekten “dinozor” olduğumu ve böyle olmakla çok iyi ettiğimi bir kez daha bana anlattı.Şöyle cevap verdi içlerinden bir, ki diğerleri de onun gibi düşünüyordu eminim, çünkü itiraz eden olmadı “AMA O ZAMAN BU KADAR LÜKSE ALIŞIK DEĞİLDİK, ŞİMDİ BÜTÜN BU GÜZEL ŞEYLERİ BIRAKAMAYIZ ARTIK, ALIŞTIK!”Yani, lüks için, alıştırıldığı o “tüketim çılgınlığı” yüzünden, ”PARAYATAPAR” hale getirildiğinden, ”BAĞIMSIZ” lığından vazgeçebiliyordu.

Yüksek sesle konuşmamak, kendimi her fırsatta öne çıkarmamak, kibirli olmamak, aldığımın fiyatını söylememek, sadece ucuza mal ettiğim bir şeyin fiyatını sevinçle söylemek, yediğimin içtiğimin hiç lafını etmemek, asla öğünmemek, mütevazı olmak…gibi bazı öğrenilmiş davranışlarım çevremdekilerin bana acımasına “zavallı” demesine neden oluyordu.

Çocuklar bile, bana böcekmişim gibi bakıyordu.Çünkü onlar artık, elinde araba anahtarlarını şakır şukur sallayan, en pahalı cep telefonuyla, her an aranacakmış gibi gezen, genellikle başlarına takıp gezdikleri (gece bile), pahalı güneş gözlükleri olan, en pahalı giysileri giyen, bağıra çağıra konuşan “teyzeler” in ne kadar “önemli” olduklarını, onlara ne kadar değer verildiğini görüyorlardı.Ben onlar için, hiçbir özelliği olmayan, küf kokan bir böcektim.

Eğlence yerlerine gittik, kutlama yapmak için, eğlenmek kendini kaybede kadar, yemek içmek, ya da adına müzik dedikleri, bence gürültüden ibaret yüksek sesle dinlenen çirkin şeylerdi.Ya açık saçık giyinmiş, sesi, müzik bilgisi olmayan bir bayan, ya da, genellikle kadınsı bir erkekti sanatçı dedikleri.”Sahnesi iyi, sahneyi dolduruyor” diyor, yere göğe sığdıramıyorlardı onları.Hayır!Bu eğlence değil işkenceydi benim için.Onun için böyle, yavaş yavaş elimi ayağımı çektim “ortamlar” dan, ”mekan”lardan.

İnternet, internette bulduğum sonsuz bilgi kaynağı, internette arayıp bulduğum benim gibiler en yakın can yoldaşlarım oldular.Çünkü internette, insanların parası, markalı eşyaları, lüks evleri, arabaları yok!Orada sadece “YÜREK” ler ve “BEYİN”ler var!

Sanal mı? Ne sanalı, hepsi gerçek, hepsi “gerçek insan”!Şikayetçi değilim, hayır, kabuğuma çekildikçe, diğer kabuğuna çekilenlerle birbirimizi mıknatıs gibi çekiyoruz, buluşuyoruz.Yakında bir “DİNOZORLAR BİRLİĞİ” kurarsak kimse şaşırmasın.

 
Toplam blog
: 98
: 742
Kayıt tarihi
: 24.06.06
 
 

Okuyan, gözlemleyen, yorumlayan, öğrenmeye ve öğrendiklerini uygulamaya çalışan; doğayı, insanları, ..