- Kategori
- Güncel
Bence Aşk Dediğin

Aşk nasıl bir şey ki ?
Sevmiyorum ben, birbirinin kopyası sırılsıklam aşk hikayelerini.. Ve bunları konu olarak işleyen dizileri, filmleri.. Duygu kırıntılarnı bulamıyorum kendimce belki ondandır. Belki de zor beğenen biriyimdir..
Aslında birbirine karıştırıyoruz galiba sevmek ile bağlanmayı ve aşık olmayı. Aşk denilen şeyin yalnızca karşı cinsten birine hissedilmesi gerektiği.. Yok öyle değil kanımca.. Bunu anlayabilmek için Mevlana’nın Şems’e duyduğu sevginin yüceliğini keşfetmek lazım. Ve aslında farkına varabilsek, ne kadar da engin ve eşsiz bir duygu olduğunu kavrayabiliriz gibime geliyor..
Aşk dediğin zor olmalı, ulaşılmaz olmalı biraz da… Biraz da meşakkatli olmalı.. Derinden gelmeli hissedilen duygunun.. Aşk duyulan şeye karşı heyecan hissedilmeli, heyecanlanmalı, eli ayağı titremeli gördüğünde o şeyi, kişiyi yada her neyse mesela.. Farkında olmadan belki de insan şiirler yazdırmalı. Şiir yazanların ne hissettiklerini anlamalı aşık olan kişi.. Aşk dediğin şey, hemen bulunabilir olmamalı mesela. Mesela tesadüfen olmamalı, emek harcanmalı, belki de imkansız olmalı.. Ama hep bir yerlerde olmalı ışığı. Aşk dediğin yürek ister, umut ister, emek ister, zaman ister, fedakarlık ister… Belki de bir şeylerden vazgeçmektir, umarsızca, hiç arkana bakmadan, bir şeyleri geride bırakmaktır aşk dediğin.. Aşk dediğin şeyin bir mantığı olmaz her zaman ama bir felsefesi olmalı…Belki de koy verip her şeyi, nedensiz, nasılsız sevebilmektir..
İşte bu yüzden sevmiyorum, yalandan hikayeleri, televizyon dizilerini, sinema filmlerini… Kurgusal hayaller, fantaziler üzerine yazılmış pembe kapaklı kitapları da sevmiyorum bu yüzden.. Belki anlatamıyorum ne demek istediğimi ama ne yapayım ben de böyle bir modelim işte..
Mesela, Nazım gibi sevmeli, aşık olmalı insan.. Bir kadına, bir ağaca, vatana. O’nu anlamak için şiirlerinin her satırını duyumsamak ve sindirmek gerekiyor..
Ya da “ haberin var mı taş duvar/Demirkapı, kör pencere/ yastığım, ranzam, zincirim/ uğruna ölümlere gidip geldiğim/ zulamdaki mahsun resim,/ haberin var mı/görüşmecim yeşil soğan göndermiş/ karanfil kokuyor cigaram/dağlarına, bahar gelmiş memleketimin… “ diyen Ahmet Arif’i anlayabildik mi ?
Dizi ve sinema ve kitaplar da işlenen aşk konuları demişken; tanışmaktan ve sohbet etmekten sonsuz mutluluk duyduğum Turgut Özakman'ın Kurtuluş Savaşı dönemini anlatan roman üçlemesinin “ Şu Çılgın Türkler” adlı kitabında anlattığı, aklıma şimdi, şuan gelen bir aşk hikayesinden aklımda kalanları alıntılamak istiyorum size..
“ Genç bir yüzbaşı olan Faruk, bir cepheden gelmiş, kendi arzusu ile Anadolu’ya gitmek, orada savaşmak istemektedir. Cepheye gitmeden önce Halide Edip’e nezaket ziyaretinde bulunur. Orada Nesrin adında genç bir hanımla tanışırlar. Etkilenirler birbirlerinden ama savaş halidir. Üstünde durulmaz. Yüzbaşı Faruk’un tayini Kütahya’ya çıkmıştır. Asker ve mühimmat sevkiyat yapılan trene Halide hanımla birlikte biner. Kompartımanda sohbet ederken, bir ara Yüzbaşı Faruk yamalı olan üniformasının deliyle örtmeye kalkar.. Halide hanım; Faruk’un, eliyle dizindeki yamayı örtmeye çalıştığını fark edince de “lütfen örtmeyin, utanmayın da. O yama bizim için İngilizlerin dizbağı nişanından çok daha değerli. Ordumuz heybetini yoksulluğundan alıyor. Geri geri kaçışan telgraf direklerine ve akıp giden bozkıra baktı:
“Hepimize bu mağrur üslubu Mustafa Kemal Paşa kazandırdı.” der. (Vatan ve Mustafa Kemal aşkının geldiği noktaya bakınız..) Neyse, Yüzbaşı Faruk ile Nesrin birbirlerinden etkilenmiştir demiştik. Bir süre mektuplaşırlar. Faruk Nesrin’e aşkını itiraf etmiştir ama savaş hali, mektuplar birbirlerine ulaşmaz. Faruk, cephededir, bağlı olduğu birliği öğrenince Nesrin onu bulmak için Anadolu’ya geçer. Birliğine ulaşır. Ama burada tesadüfen ve de sonra isteyerek hemşire olur. Ve bir süre sonra, yine tesadüfen Faruk ile karşılaşır. Faruk mektuplarda yazdığını Nesrin’in yüzüne söylemek ister, Nesrin’in ilgisini ve sevgisini anlamıştır. Fırsat bulduklarında kısa da olsa buluşup, sohbet ederler ve Faruk aşkını itiraf eder. Nesrin’de boş değildir. O da aşkını bombalar altında itiraf eder. Evlenme teklif eder. Nesrin kabul eder ama zamanı değildir. Faruk başka bir birliğe savaşmaya giderken “Zaferden sonra” der Faruk. Nesrin anlamıştır, “zaferden sonra sevgilim “ der utanarak… Aşkları günden güne alevlense de, kavuşmak imkansız olsa da, birbirlerine duydukları aşk ve sevgi, korku, imkansızlık ve ulaşamamazlık içinde hiç bitmez.. Ve gerçekten zaferden sonra kavuşurlar birbirlerine..
Kurgusal mı geldi… Belki !... Ancak, o kadar çok ki, böylesine büyük ve imkansız olan aşkların yeşermesi ve meyve vermesi örnekleri… Bunlar o pembe kitaplarda yazılanlardan çok daha değerli değil midir ?
Eğer öyle değilse; aşk nasıl bir şeydir ?
../..