Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Temmuz '15

 
Kategori
Öykü
 

Benim hikayem

Benim hikayem
 

Sonbahardı. Yaprak solmaya başlamış, sokaklarda yaprak hışırtıları. Çocuklar sularda oynuyor. Ayaklarını vurdular mı? Nasılda sular etrafa yayılıyor. Üstleri Başları sırılsıklam koşanlar, düşenler. Evde yiyecekleri sopadan haberleri yok san ki. Dün yıkadım, bu gün yine mi yıkayacağım. Bir yığın çamaşır. Kör olasıca. Durmadan bağıran kadınlar. Ben yürüyorum.

Çöpçüler yaprak topluyor. Yoldan geçen araba su sıçratıyor. Ağız dolusu küfürü haletti. Yürüdükçe daha neleri göreceğim merakla etrafa bakıyorum. Kadın iki çocuğu elinde yürüyor. Kendi kadırımda iki çocuk yolda korna çalıyor sürücü. Düttt. dütttt. Yedi küfürü güldüm.

Dün de parkta görmüştüm. Kadın oturmuş örgü örüyor. Çocuklar birbirini yiyor. Diğer kadın da çekirdek yiyor. Evde olsa atmaz yere, ama burası sokak değil mi? At nasıl olsa çöpçüler temizler, sen de kadınım diye sokaklarda salınırsın. Salınmak dedim de. Dün aşağı sokakta gördüm. Güzel bir kadın. Ağaca yaslanmış. Bir ayağını da kırmış ne tuhaf olduk. Kırmızı daracık bir elbise giymiş tuhaf hareketler. Sanki ne var. Kadınsın işte. Ne kadın değil misin? Bu dünya iyice şaşırdı.

Neyse yolda Hasan Emmi'ye rastladım. Bir iki sohbet, oğlanı evlendiriyorum deyiverdi. Her şey çok pahalıymış. Hele altın çok pahalıymış. Kız tarafı da. Beş tane burma bilezik istemiş. Bir küfür sonra, keşke geçen sene alsaydım. Diye yakındı durdu. Bir başladı. Artık durma yok. Ben kaçtım emmi Çok işim var dedim. Koşarak ayrıldım oradan.

Karşıdan üç çocuk geliyor ellerinde bir top, atışıyorlar. Beraber yürüyorlar ama sanki birbirlerini kesecekler. Takım kavgası. Yıllar geçse de bitmeyen bir kavga. Ya takım için ya da parti için dövüşürler burası Türkiye...

Yürüyorum sonbahar ne çok kirli. Yollar yapraktan geçilmiyor. Yürüyorum yine ayaklarım ileride, liseyi bitirdiğim, okulun bahçesine gidiyor. Ne çok acı, tatlı anı var, Zayıf utangaç ve sıradan bir gençtim. Ben hiç zamanın genci olmadım. Sarışın uzun boylu, asık suratlı. güldüğünde yakışıklı olduğumu söylerlerdi kızlar. Umarım geçmişi anmak anıları tazelemek yine bana zarar vermez. Çoktandır gelmemiştim. Geçmişi anmak beni hasta ediyordu.

Hatta '' Ben yapmadın... Ben yapmadım'' Diye bağırdığım o spor salonunun yankıları hala kulaklarım da. Geceler boyu bağırarak uyandığım o karanlık oda ve çığlıklarım. O günü anılarımdan çıkardım sanmıştım, yok hiç bir değişmemiş. Buradan hemen uzaklaştım. Geçirdiğim o nöbetlerden biri daha gelebilirdi. Eminim bunu artık kaldıramam. Sinirlerim son derece hassas. Ben bu bekleme odasının parmaklıklarının önünde, dimdik heykel gibi kaldım... Yavaşça taşa oturdum boş gözlerle ve ifadesiz bir yüzle baktım. İçimde korkunç bir fırtına. Korktum. Nöbet mi gelecek diye düşündüm ve nefes nefese koşarak oradan ayrıldım. Nefesimin yettiğince koştum koştum....

Zihnimdekiler uçup gidene kadar koştum. Yorgunluktan bitap bir vaziyette kendimi yere attım. Bilmediğim bir oda da uyanır gibi sersem sersem etrafıma baktım. Sersem bir halde caddeye kadar yürüdüm. Döndüm sahile doğru yürüdüm. Yarım saat oturdum. Beynimdekileri, sahilde ki dalgalarla yıkadım sanki.

Uzaktan sırtında bir torba ile bir adam, bana doğru geliyor. Huzursuzlandım. Sırtında baya ağır bir torba var. Kötü düşünmek istemiyorum.'' içinde ceset mi var'' yoksa ''soyduğu bankanın parası mı?'' Zihnimin korku ile dolduğunu gördüm. Sözlerin kalabalığına aldırmadan. Adama doğru yürüdüm. Sahilde ki izleri işaret etti. — Bunların benim olduğunu düşünme, dedim. Kendi ayak izlerinden daha büyük. İzlere bir de bana baktı. Döndü sırtındaki torbayı sahile bıraktı. Torbanın içindekileri boşaltmaya başladı. Sanki bir sinyal almış gibi sahil martılarla doldu. Nasıl nereden geldiklerini hiç anlamadım. Adam sessizce, geldiği gibi uzaklaştı, bir kelime konuşmadan. Sonra gözden kayboldu. Öyle kala kaldım ardından. Ağzımdan kelime çıkmamıştı. Onunda sessiz geldi sessizce gitti.

Eve gitmek gelmiyordu içimden. Her şey yolun da mı diyen anneme '' her şey yolunda '' demek içimden gelmiyordu. Geri döndüm. İlerde küçük bir köknar ağacının altında oturdum. Bu ağacın altında oturmayı seviyordum. Ağaçlar bana sıcak dostlukları hatırlatıyordu. Hasret kaldığım o dostlukları. İki katlı bir ev dikkati mi çekti sanki daha önce yokmuş gibi. Boş gibi duran eve doğru yürüdüm. Neden yürüdüğümü bilmeden.

İki katlı şirin bir ev. Eski moda bir verandaya sarılmış hanım eli, saksılarda petunyalar susuzluktan kurumaya yüz tutmuş. Az durup düşündüm. Bu ev benim olsaydı. Başımı kaldırdım evin duvarlarına bakmaya başladım. Sanki camdan birisi bana kakıyordu. Birden göz göze geldik. Tüylerim diken diken oldu. Birazda ters yönde kalmıştım, seçemedim tam yüzünü. Ama yüzde bir şey vardı. Sanki büyülenmiş gibi camda kaldı gözlerim. Birden kendime geldim. Onu yakından görmeliydim. Yüz birden bire kayboldu. Üstelikle öyle birdenbire kayboldu ki sanki odanın karanlığına doğru çekilip koparıldı. Sanki o odanın karanlığına doğru çekip koparıldı camdan. Orada durdum beş on dakika kafa yordum. İzlenimlerimi gözden geçirdim. Yüz erkek yüzümü, kadın yüzümü çıkaramamıştım. Uzaktı. Ama yinede yüzünün rengi etkilemişti beni. Solgun tebeşir beyazı gibi. Öyle sabit ve katı göründü ki aklı baştan alırcasına doğa dışı. Bir şeydi merak içinde, yaklaşıp kapıyı tıklattım. Anında kapı açıldı. Şişman tıknaz ve başında yazmanın uçlarımı başına atmış, sevecen bir orta yaş üstünde bir bayan açtı kapıyı. — Ne istiyorsunuz? Diye doğulu şivesi ile sordu. Ben şey... — Sen ney... Ben camda birini gördüm de. —E... ne var bunda ev burası ne görmeyi bekliyordun deyip yüzüme kapattı kapıyı. Böyle terbiyesizce terslenmek zoruma gitmişti. Döndüm eve doğru yürüdüm. Akşam boyunca aklımı başka şeylerle dağıtsam da hep aklımda o evdeydi. Genellikle uykum ağırdır ama bu gece bir türlü uyuyamıyordum. Tilki uykumda, rüyalarımın içindeyken. Odada bir şeylerin döndüğünün yarı farkındaydım ki yavaş yavaş birinin odada dolandığını fark ettim. Uyku sersemliğinde. Yarı uyanık bakışlarım mum ışığı ile aydınlanan yüzü düştü yüzüme. Daha da şaşırıp tam serseme döndüm. Ölü gibi solgun nefes nefeseydi. Beni uyuyor sandığından odadan çıt çıkarmadan sızdı. Bir an keskin bir gıcırdama duydum yataktan doğruldum. Sonra içimdeki dürtü ile fırladım yataktan cama doğru koştum. Bir ışık huzmesinin bahçede ilerlediğini gördüm. Acele ile giyindim. Dışarı fırladım. Koşar adımlarla ilerliyordum. Işık huzmesi de biraz ileride önümden ilerliyordu. Nefesim sıklaşmaya başladı. Gelme nöbet gelme diye dua ediyordum. Derin derin nefes alıyordum. Bu nöbeti aşmam lazımdı. Koşar adımlarla koştuğum halde o ışık demetine ulaşamıyordum. Uzaktan eve girdiğini gördüm. Bende peşinden koşar adımlarla kapıya geldim. Kapıya dokunacaktım ki kapı açıktı. Bir an düşündüm. Ne olursa olsun o kireç gibi bembeyaz yüzün sırrını çözmeliydi. Loş ışık demetinin aydınlattığı salona girmiştim. Önümde basamaklarla çıkılan ikinci kata yöneldim. Sanki yukarıdan bir yerlerden kısık sesli bir inilti duyuluyordu. Acele ile merdivenleri çıktım. Koridora doğru yöneldim. Koridorda üç kapı vardı uğursuz sesler orta da ki kapıdan geliyordu. Oraya yöneldim. Kapıyı açmak için tokmağı çevirdim. Odadayım... Etrafa dikkatlice bakınca odadaki tek ışığın ortadaki küçük sehpanın üzerindeki mavi bir alev olduğunu fark ettim. Mavi alevler zeminde mavi, sarı, kırmızı hareler çizerek oynaşıyordu. Bu esnada duvarın dibinde yerde yatan iki kişinin karartısı vardı, açık kapıdan sızan ışıkla oda biraz daha aydınlandı yerde yatana yaklaştım. Hareketsiz duruyordu. Dokundum gözlerini açtı. Ağzından bağlanmış el ve ayakları da urganla bağlıydı. Köşenin dibinde oturan bir kadın vardı. Ona korkak ve ürkek yaklaştım. Bu kir ve pas içinde solgun tebeşir beyazı yüzü ile bakan, Gözleri göz çukuruna düşmüş iki göz. Ne yapacağımı bilmeden öylece baktım. Sonrasını hatırlamıyorum. Gözlerim karardı. Etrafım sonsuz bir karanlığa büründü. Artık hiç bir şey duymuyordu. Orada ne kadar yattım. Sonra ne oldu. Neler yaşandı. Hiç bilmiyorum. Annemin sesini duydum. İçime bir huzur kaplamıştı. — Nasılsın, elini alnıma koydu. Gözlerimi tekrar kapadım.

10.11.2012Gülseren Akdaş

 

 
Toplam blog
: 140
: 595
Kayıt tarihi
: 31.08.10
 
 

18.03.1950 yılında Samsun'un Bafra ilçesinde dünyaya gelmiş. Altı çocuklu bir işçi ailesinin üçün..