Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

14 Ocak '10

 
Kategori
Güncel
 

Bi-linç kültürü

Bi-linç kültürü
 

Son günlerde farklı yerlerde yaşanan linç girişimleri toplumun içine düştüğü vahim durumu görmek açısından son derece önemlidir. Nerede bir topluluk herhangi bir nedenden dolayı bir araya gelse çok şiddetli saldırılara maruz kalır hale gelebilmektedir. Edirne, Erzincan ve daha birçok yerde olduğu gibi.. Son olarak Manisa Selendi’de meydana gelen linç girişimleri ise farklılıklara karşı toplumsal tahammülsüzlüğün birer örneği gibidir. Yaşananlar aslında protesto bilinci ve kültürünün yerleşmediği toplumlarda bilinç kültürünün de oluşmayacağını göstermektedir. Lince bir kılıf uydurarak bunu meşru göstermek için yapılan yakıştırmalar ise toplumun bilinç eksikliğinin göstergesi olmuştur bir bakıma. Linç girişimleri karşısındaki sessiz ve vurdumduymaz tutum ise düşündürücü ve bir o kadar da üzücüdür.

Linç, karmaşık ve birçok faktörü bünyesinde bulunduran toplumsal bir hastalıktır. Daha çok korkmuş ve kızgın insanların tepkilerini göstermek için başvurduğu yıkıcı bir faaliyet gibi görülse de bazen farklı başka amaçlar için de kullanılabilmektedir. Günümüzde, linç olayları karşısında gerekli duyarlılığın yeterince gösterilmemesi onu bir bakıma sıradan hale getirmeye başlamıştır. Toplumda yeterli düzeyde oluşmayan bilinç, kendinden olmayanlara karşı tahammülsüzlük, yetersiz yasal düzenleme veya mevcut hukuk kurallarının tam anlamıyla işletilmemesi bu kabul edilemez linç kültürünün ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Tahammülsüz veya kolayca tahrik olan bir toplum yapısına sahip olmamızdan olsa gerek, hoşumuza gitmeyen eylem ve söylemleri yok sayıp kabul etmiyoruz. Böyle olunca da en küçük bir olay bile çok kolay bir şekilde sistemli bir çatışmaya dönüşebilmektedir. Hem farklılığımızın zenginlik olduğunu, hem de bizden olmayanı yok etmeye çalışan bir çelişkinin figüranları gibiyiz. Bunu yapmayı da kendimizde çoğu zaman hak görüyoruz. Bu da Ortadoğu halklarına özgü bir özellik olsa gerek. Çünkü bu coğrafyada bunlar ilk kez yaşanmıyor. Unutkan ve geçmişinden gerekli dersleri almayan toplumlarda aynı olayların tekrarlanması her zaman olası olmuştur. Herhalde bu yüzden “tarih tekerrürden ibarettir” deyimi dağarcımızda iyice yer etmiştir. Hâlbuki farklı ve sorgulayıcı bakış ve düşüncelerdir kültürü oluşturan temel unsurlar.

Toplum olarak birçok konuda olduğu gibi haksızlıklar karşısında tepkilerimizi dile getirme biçiminde yanlış ve eksiklikler olabilmektedir. Bu yetersizlik eğitim ve kültürel gelişim ile birlikte empati yapma yoluyla giderilebilecek bir durumdur. Ancak, farklı amaçlar uğruna linç kültürüne haklılık kazandırmaya çalışmak toplum için yaratılabilecek en büyük tehlikedir. Bugün linç girişimde bulunanların yarın buna maruz kalabileceği olasıdır. Çünkü Anadolu’nun geçmiş tarihine baktığımızda, zalim ile mazlum, gaddar ile mağdur’un yer değiştirebildiği dönemler az değildir. Haksızlığa karşı duruş sergilemek, mazlumun ve ezilenin yanında yer almak insan olmanın gereği sayılır. Gelişmiş ve belli bir uygarlık zemininde yer edinmiş toplumların, dünyanın farklı coğrafyalarındaki haksızlıklara tepki göstermesi ise son derece önemlidir. Tahammülsüzlüğün had safhaya geldiği, saldırı kültürünün olağanlaştığı bir ortamda toplumun önde gelenleri olarak kabul edilen kesimlerin suskunluğu ise tartışılması gereken en önemli olgulardan biridir.

Anadolu toprakları yüzyıllardan beri farklı yapıdaki oluşumları bünyesinde barındıran renkli ve bir o kadar da zengin bir kültür mozaiğine sahiptir. Öyle ki, Yunus Emre’nin yaydığı sevgi ile canlıyı dolaysıyla insanı incitmemeyi şiar edinmiş, Mevlana’nın aşkı ile farklılıkları bütünleştirmiş ve Hacı Bektaşi Veli’nin hoşgörüsüyle de insanlararası ortak sevgi dili kurulmuştur. Ancak, bu çok yönlü kültür mozaiğine rağmen, farklı din, mezhep, ırk, gelenek ve görenekler linç girişimlerinin bu topraklarda yaşanmasına neden olabilmektedir. Ayrıca siyasal ve ekonomik çıkarların hayatın her alanında ön plana çıkarılması da bu olayları iyice körüklemektedir.

Toplumlar, birlikte yaşamı düzenleyen yasaları güvence altına aldıkları bir sistemde uygarca yaşayabilirler. Küreselleşmeye giden dünyada, sebebi ne olursa olsun ayrıştırıcı, ötekileştirici bakış açıları toplumları hem ekonomik hem de sosyal olarak olumsuz etkileyeceği bir gerçektir. Bunun farkında olup, hayata geçirenler geleceğin dünyasına yön verme şansına nail olacaklardır.

Aslında “yaratılanı yaradan dolayı sevme” şiarı bütünleştirici etkisini hala gösterebilir, yeter ki sözde değil özde duygularla ifade edelim.

 
Toplam blog
: 87
: 2735
Kayıt tarihi
: 02.07.09
 
 

Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi’nden 1997’de mezun oldum. Aynı Üniversitede yüksek lisans ve..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara