Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Aralık '09

 
Kategori
Sosyoloji
 

Bıçağın ucu

Bıçağın ucu
 

Kızgın kitlelere güçsüz buldukları üzerinden öfkelerinin yatıştırıyor.


Umudun bahar dalları soğuk rüzgârlarca yağmalandı, döktü çiçeklerini umut. Açılım dediler, hasret kaldığımız barışı, özgürlüğü temsil eden, ölümün soğuk namlusunun hayatımızdan çekildiği bir umut güneşi yüreklerimizi aydınlatıyordu. Ama çok gördüler. Bu ülkenin kahrolası kaderi değişmedi. Elinde gücü tutanlar, şiddetten beslenenler bütün bu umutları bir sonbahar mevsiminin dökülen yaprakları gibi soldurdular. Oysa ilk kez bu ülkede en geniş demokrasi, herkesin özgürleşmesinin önünü açacak bir girişim başlamıştı. Bu süreç elbette uzun zaman alacak bir süreçti o yüzden bize gereken tek şey sabır ve karşılıklı anlayıştı. İlk başlarda bu ülkedeki en geniş Kürtlerin temsilcisi Ahmet Türk’ün başını çektiği demokrat Kürtler, hükümetin politikalarına zeytin dalı uzatarak cevap verdiler. Hükümette doğru yerde durarak, doğru adımlar atacağının sinyallerini verdi. Bir anda bu ülkedeki karanlıktan usanmış demokratlar ile yıllardır barışı, insan yerine konmayı özlemle umud eden kürtler umutlandılar. Heryerde bir umut havası egemen oldu. Gerçi birilerinin bu umudu çok göreceği de biliniyor du. Ama hükümet her zamanki ürkekliği ile ülkede bir kısım medyanın, şahin milliyetçilerin köpürttüğü açılım karşıtı Anti-Kürt havadan etkilendi, atması gereken ileri adımları atamadı. Mesela parti kapatmaları güçleştiren bir yasal düzenleme yoluna gitmedi. Öcalanı eski hücresinden alıp daha dar ve kötü koşullara sahip bir hücreye koydu ve böylece bahane arayan PKK'ya önemli bir koz verdi.

Tüm bunlar başından beri bu işin çözümünü istemeyen, kendi egemenliklerini güçlerini kaybetmekten korkan şahinlere işi baltalama gücünü verdi. PKK bu işin en başından eğer barış olursa, Kürtlerin kimlik taleplerinin gereği yerine gelirse kendisinin işlevsizleşeceğini ve büyük bir siyasi güç kaybına uğrayacağını biliyordu. Aynı şekilde şiddet sayesinde ayakta duran devlet içindeki kimi unsurlar da bu işin çözülmesi halinde tasfiye olacaklarını biliyordu. İşte bu ikisi her zamanki gibi açılım karşıtı bir şiddet düzleminde koalisyona giderek çözümü baltalamak için ne gerekiyorsa onu yaptı. Her ikisi için de önemli bir sosyolojik taban vardı Lümpen gençler. Lümpen gençler derken bundan kastım iş ve meslek sahibi olmayan, tutunamayan deyim yerinde ise kaybedenler kulübünde yer almış, yıllardır ezilmişlik ve horlanmışlık içinde yaşayan bundan dolayı da müthiş bir öfke biriktirmiş olan kesim. Bunlar büyük oranda gençler. 1 Mayısta, ondan sonra İMF karşıtı gösteriler esnasında ortalığı savaş alanına çevirenlerin büyük bir bölümü bunlardı. Bigadiç’te ve başka yerlerde Kürtlere saldıranlar da bunlardı. İstanbul’da belediye otobüslerini yakanlar da, Güneydoğu da sokakları savaş alanına çevirenler de. Bunları besleyen ortak değer kızgınlık. Bu kızgınlığı besleyen hınç duygusu. Hınç, Nietszche ve Schiller tarafında geliştirilen bu kavram, farklı anlamlar içerse de ikisininki de aynı noktada birleşir.

Boşaltılamayan ve diğerlerine karşı biriktirilen kolektif kızgınlık. Buna kızgınlığın geometrisi diyen sosyologlar da var. Arjun Apudurai tarafından kullanılan bu kavram modern ulus devletlerin homojenliğinin sarsılmasından doğan ve toplumsal yaşama bunun azınlıklara karşı biriktirilen öfke biçimindeki yansıması şeklinde oluşan kızgınlık iklimni ifade ediyor. bu kızgınlık aynı zamanda ırkçı fikirlerin de beslenme kaynağı. Batı bölgelerindeki anti kürt hıcın ana kaynağı da aslında batıdaki muslukçu meselesi ile aynı temele sahip. Yani ötekini kendi varlığı için tehdit olarak algılama. Bu temeli besleyen, öfkeyi doğuran şey sadece çoğunluğun çoğunluk olmaktan doğan imtiyazlarının tehdit altında olması değil. Asıl olarak işsiz güçsüz yığınların, beyaz Türklerin ayaklarının altındaki kültürel zeminin de kaymasından doğan kaygıdan beslenen bir olgu Holiganlaşmış Milliyetçilik Dolaysıyla kürt sorunu ile anti-kürt hıncın sosyolojik kaynakları benzer. İşte bugün bu ülkedeki demokratik gelişimin önündeki en temel engel de bu. Başkasına duyulan öfke, kendini kızgınlığın geometrisi, öfkenin coğrafyası kavramları ile yan yana düşüneceğimiz hınç olgusu içinde ifade ediyor. Aslında bunun kaynağı kaybedenlerin kendi kaybedişlerini diğerine yansıtması, ona yüklemesi. Antropolog Rene Girard’ın “Günah Keçisi” kitabında uzun uzun işlediği bu linç kültürünün, öfke patlamasının temelinde, aslında toplumsal sorunlar karşısında bir özne bulamayanların bu özneyi icad etmeleri yatıyor. Nasıl kurban aslında toplumda biriken şiddet güdüsünü kendi üzerinde toplayarak bu şiddeti yatıştırma işlevi görüyorsa, günah keçisi de toplumda biriken öfke ve nefreti kendi üzerine toplayarak toplumun kendi iç birliğini kurmasını sağlıyor. Bunun arka planında modern devletin karmaşık bir bürokratik işlevler topluluğu olması var. Modern Devlet monarşiden farklı olarak monarkın sorumluluğunu ondan alıyor. Başbakan hatta Cumhurbaşkanı bile son tahlilde bir bürokrat olarak görülebilir. Her birinin bürokratik çark içinde bir yeri bir işlevi var. O yüzden devlet yüzsüzdür. Onun görülen yüzü bile gerçekte anonimdir. Hükümet başkanı en güçlü kişi bile olsa son tahlilde bürokrasinin emrindedir. Çünkü tüm o icrai kararların uygulama alanı bürokrasiden başkası değildir. Bürokrasi ise ast-üst ekseninde yapılanmış anonim bir aygıttan ya da bir organizmadan başka bir şey değildir. O yüzden olup biten şeylerin hiç birinde sorumluluk kişisel değildir. Sorumluluk kolektiftir. İşte tam da bu yüzden bu kararlardan canı yanmış kitle kendine bir sorumlu arar. Bu sorumlu genellikle güç denkleminde gücünün yeteceği bir guruptur.

Siyasal örgütlenmelerden farklı olarak öfkeli kalabalıklar dişilerini geçirecekleri güçsüz zayıf kişi ya da grupları kendilerine hedef seçerler. O yüzden batı bölgelerinde öfkeli kalabalıkların bildiri dağıtan solcu gence, ya da kürtlere yönelmesinin nedeni, bunların güçsüz ve savunmasız olmalarıdır. Bu anlamda maç sonrası sokağa taşan holigan öfkesi ile Bigadiç’te kürtlere saldıran, linççi kalabalık aynı lümpenlik ideolojisinden, aynı kolektif güçten doğan hiyerarşik üstünlük duygusundan beslenir. Dolaysıyla maç holiganları ile milliyetçi fanatizm aynı madalyonun iki yüzü gibidir. Hâsılı sorunun sosyolojik kökenleri üzerine birçok şey söylenebilir, çeşitli sosyal bilimcilerin konuya ilişkin saptamaları, oluşturdukları kavramları yaşadığımız olaylara uyarlanarak olan biten açıklanabilir. Bütün bunları bilmek, açılım denilen zorlu sürecin, yaralı kimlik içinde yapılanmış Türk milliyetçiliğinin handikaplarını bilerek hareket etmeyi gerektiren bir bilinci gerektirir.

Hıncın tek ilacı vardır adalet. İnsanlara adil davranılırsa, linç girişiminde bulunanlara karşı hoş görü göstermek yerine güneydoğu ile aynı sertlikte davranılırsa bu kitle de linççilik yapma cüretini gösteremez. Ve iç savaş tehlikesi denen şey büyük oranda ortadan kalkar. Elbette bütün bunlarla birlikte sosyal önlemler de alınırsa. Kürtlerin İlacı Adalet Güneydoğudaki gençler ile milliyetçi holiganlar aynı sosyolojik yapılanmaya dayansa da ideolojik motivasyonları ve bunları besleyen duygu iklimi aynı değil. Kürtler yıllardır bürokrasinin o bölgelerde yarattıkları adaletsizlikten dolayı PKK’yı destekler gözüküyor. Bir yerde onu kendilerinin hamisi olarak görüyorlar. PKK’da kendini kürt halkının sahibi, onların haklarını dile getiren bir örgütlenme olarak sunuyor. İşte yıllarlın horlanmışlığı içinde yaşayan gençler PKK’da kendilerinin yıllardır özlemini çektikleri adalet duygusunun yansımasını buluyorlar. Öfkeleri bir bıçak kadar keskin. Bıçağın ucu nasıl keskin ve sivri ise, nasıl ölümcü ve öldürücü ise bu gençler de öylesine hınç yüklüler. Anne ve babalarının yaşadıkları horlanmışlığı kendilerinin yaşamamalarının yegâne yolunun kendi mücadeleleri olduğuna inanıyorlar. Bir anlamda devlete diş gösterdikçe bir takım kazanımlar elde edeceklerini düşünüyorlar. İşte PKK tam da buradan besleniyor. Kürtlere “sizin kurtuluşunuz benden geçer, bana güvenin beni destekleyin ben güçlü olursam devlet de geri adım atmak zorunda kalır” mesajı vererek bu gençleri kendine militan olarak devşiriyor. O yüzden eğer demokrasi konusunda ciddi açılımlar olur, bölge insanı iyi ya da kötü bir esenliğe kavuşursa kendisinin biteceğini, militan kaynaklarından yoksun kalmış bir örgüt olarak bölgesel denklemden çıkacağını/çıkarılacağını çok iyi biliyor. Bu yüzden PKK’yı Kandilde arayanlar büyük bir yanılgı içindeler.

PKK tam da yılların birikmiş adaletsizliklerini haksızlıklarının ürünü ve onu tafsiye edecek tek şey siyasal ve sosyal adalet. O yüzden PKK bunun bilinci ile kürt coğrafyasındaki şehirlerde gençleri ayaklandırıyor. Onların üzerinden devlete diş göstererek onu tehdit ediyor. Bu mesajı yanlış okuyup "devletin gücünü görsünler" şeklindeki bakış olabilecek en aptal bakış olacaktır. Çünkü PKK’nın istediği tam da bu. AKP bu tuzağa düşmedikçe, sorunları güçle değil, siyaset ile çözdükçe kürtlerin kimlik gereksinmelerini karşıladıkça PKK gerileyecek. O zaman Emine Ayna gibi provokatörler yüzündeki o iğrenç sırıtışla “açılım bitmiştir”, “tabanımız bizden dağa çıkmamızı istiyor” diyerek barışı demokrasi mücadelesini sabote edemeyecek. PKK’nın kuklası olan bu kadın aslında kadın görüntüsünün ardında gaddar bir erkeğin kimliğini gizliyor. Tam da Amerikan yerlilerinin çatal dilli beyaz adam dediği türden bildik anlamda bir politikacı.

Bize bu süreçte gereken tek şey akıl. Kitlelerden özellikle de aptallaştırılmış kitlelerden bir şey beklemek büyük bir yanılgı. Onlardan akıl beklemek siyanürden şifa beklemek ile eş değer. Bu kızgın kitleye kulak veren bir hükümet maça daha baştan bir sıfır yenik başlar. Tam da sıradan faşizmi besleyen şahin milliyetçiliğin, devlet içinde elde ettikleri güçten yoksun kalmışlık korkusu ile hareket edenlerin ve PKK’nın oyununa gelir. Bu üçlü en başından sokaktaki kızgın kitleye lümpen, gözü dönmüş cahil orta sınıfa oynuyor. PKK’da Şahinler de zayıf karnın burası olduğunu iyi biliyor. AKP bu güruhun linç eylemlerine hoş görü ile yaklaştığı anda ölümcül bir kucaklaşma ile intihar etmiş olacak. Sokakların mesajını değil aklın mesajını alan, sinir savaşını iyi götüren bu savaştan galip çıkacaktır. Çerkesler ve Özgürlüğün Güneş Çocukları Bugünlerde ben de Çerkesim. Bu ülkede en sevdiğim en benimsediğim etnik topluluk onlar. Kendimi Çerkes olarak hissediyorum, bu etnik değil duygusal bir aidiyet. umarım beni fahri kandaşları kabul ederler. Bu halkı bu topluluğu, bu topluluk içinde en çok gereksinme duyduğumuz aklın serinkanlı sesini onlardan duydukça bu topraklar adına umutlanıyorum. Çünkü ilk defa bir topluluk, kendisi için değil, herkes için özgürlük talep ediyor. Bakuninin çok sevdiğim bir sözü vardır “çevremde kadın erkek tüm insansı varlıklar özgür olmadıkça ben de özgür olamam” diye. Bu sözle Budistlerin Bodhisatva, Tasavvufun İnsan-ı Kamil anlayışları arasında bir yakınlık var. Bodhisatva ve İnsan-ı Kamil’de herkes kurtulmadıkça kendisinin kurtulmuş olmasını dilemez. Buna en güzel örnek ümmetim ümmetim diye gözyaşı döken peygamber Hz. Muhammed ile kendini insanlar için kurban olarak veren Hz. İsa idi. Bu yüzden Çerkeslerin herkes için demokrasi talebi ile sahneye çıkması bana bu bilgeliği, bu yüce gönüllü ve gerçek özgürlükçü tavırları anımsatıyor.

Bu halkı İnsan-ı Kamil’in ya da Bodhistava’nın halklaşmış hali gibi görüyorum. Bu girişimi başlatanlar tarihe şimdiden adlarını yazdılar. Birgün bu topraklarda demokrasi denen güzel/yakışıklı salındığında, barış denen ırmağın serin sularından yudumladığımızda herkes bu asil topluluğun asil davranışını anlatacak birbirine. Çünkü bu topraklarda biz, kendisinin rahatı yerindeyken, başkası için bir şey istemeye, hele de başkası için özgürlük talep etmesine pek alışkın değildir. O yüzden bu talep benim gibi özgürlükçüleri çok etkiledi. Lütfen Lazlar, Araplar, hatta Türkmenler ve diğer etnik topluluklar da bir bildirge ile bu girişime destek olacaklarını, bu ülkede herkes için özgürlüğü teminat altına alacak bir anayasa değişikliği için hükümetin artık ipe un serme politikasını bir kenara bırakarak girişimde bulunmasını, bunun için tüm toplumun taleplerinin seferber edileceği, toplumun en geniş katılım ile yapılan ve herkesin sahip çıkacağı bir anayasa sürecinin başlatılmasını söylesinler. O zaman bilin ki Ergenekon da PKK’da tarihin çöplüğünde yerini alacaktır ve bu alçaklar topluluğu artık bu ülkeye zarar veremeyeceklerdir. Evet herkes bir adım öne, herkes bir başkası için özgürlük isteyerek bu ülkeyi özgür ve müreffeh bir ülke yapmaya. Özgürlükte, onur da, bağımsızlık da, kısacası istediğimiz olumlu değer olarak ne varsa bunların hepsi kendi ellerimizde.
 
Toplam blog
: 44
: 809
Kayıt tarihi
: 06.06.07
 
 

Sosyoloji ile ilgili olarak Birikim, Üç Ekoloji, Birgün Gazatesinde çeşitli yazılarım çıktı. Ayrı..